DOLAR 32,9949 -0.11%
EURO 35,8195 -0.26%
ALTIN 2.528,010,83
BIST 10.891,420,18%
BITCOIN 22381022,01%
Edirne
30°

AÇIK

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Ziya Gökerküçük

Ziya Gökerküçük

25 Temmuz 2024 Perşembe

    ENTREGABA!

    ENTREGABA!
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Yine Meriç üzerine yazmayı düşünüyordum ama ben yazmaktan bıktım, okuyanlar da bıkmıştır diye farklı bir şekilde yazma fikri üzerinde üç dört gün düşündüm. Şöyle yazayım dedim beğenmedim, böyle yazayım dedim olmaz dedim.

    Tam bu sırada Lütfü Karakaş’ın “Baskın” yazısını gördüm. AKP il başkanının eşi ve iş insanı olan Nesim İba’nın Belediyeye baskın olayını yazmıştı. Gerekli bilgiye ulaşmış yazar ve her şeyi çok net yazmış. Yazıda bahsedilen kişinin Meriç katliam projelerinde adı geçiyordu ama açıkça belirtilmiyordu.

    Bunu nasıl anlatabilirim sorusunun yanıtına geldiğim sıralarda arabada idim. Eşim markette alışveriş yaparken ben radyodan müzik dinliyordum. Sunucu hikayesini anlattığı İspanyolca şarkının sözlerini de söyledi. Ben yabancı dil bilmediğimden sadece adını ve anlamını aklımda tutabildim.

    Sevdiğine teslim olmuş, teslim edilmiş anlamına gelen ‘Entregaba’ şarkısının sözleri de çok anlamlıydı. İşte bu şahane şarkının sözlerinden etkilenip kent bağlamında bürokrasi, parti, iş insanı, kent ve Meriç ilişkisini sorgulamalıyım dedim.

    Meriç Nehri’ni doğallığına bıraksak kente ve kentlilere sağlık ve huzur sağlayacak. Birkaç kişinin siyasi veya kişisel hırsı yüzünden 2021 yılından beri deşilmedik, kazılmadık, ellenmedik yeri kalmadı. Ne doğallığı kaldı ne de bu doğallıkta yaşayan canlılar. Yazık demek yetmez bu doğallığı bozanlara -tutmaz ama- bela okuyorum, okuyoruz.

    Özelleştirmek istediler 1990’larda İzzet Arseven cinayeti ile son buldu ve özelleştiremediler. 2000’lerde yine denendi yerel yönetim ve sivil örgütler direndi, alamadılar. 2015 Şubat seli sonrasında zamanın bakanı Veysel Eroğlu basın önünde tükenmez ile bir “proje” çizdi; “Kanal Edirne olacak, Meriç kıyılarına forekazık yapılacak!”

    Kanal Edirne oldu. Faydası?

    Ülkemizin iki Taşkın Ormanı’ndan biri olan Söğütlük’e alttan su geçmesini, taşkın zamanı üstten mil gelmesini önleyen ve ormanının yok olmasına sebep olacak forekazıklar yapıldı.

    Keşke zararını anlayıp da sökselerdi forekazıkları. AKP’li vekil bilim ve kentli ile alay edercesine “çirkin görünüyordu!” dediği için söktüler forekazıkların üstlerini. Sonra tel kafeslerin içini taşlarla doldurup yığdılar Meriç kıyılarına.

    Daha öncede yazdım; buraya saçılan paraları balıklar yiyebilse hepsi obez olurdu. Yine de masrafları düşünmüyorum bile. Keşke balık tutmak, kayıklarla gezmek, güvenlik önlemleri alındığında yüzebilmek gibi bir şeyler olsa da helal etsek. Olmadı. Her gün fotoğraflarda görüyoruz; Meriç de Tunca da yemyeşil yosun olmuş.

    Yıllardır dilimizde idi, görüyor ve duyuyorduk. Kürek yarışmaları yapacakmış birileri. O birileri olan Nesim İba Türkiye Kürek Federasyonu Başkanı ile birlikte 2023 Mayıs ayında zamanın Edirne Valisi H.K. Kırbıyık’ı makamında ziyaret etmişti. Meriç’te kürek yarışmaları için gereğini yapılması ve zamanında yetiştirilmesi kararı alınmıştı. 2024 yılında geçtiğimiz günlerde de yarışlar yapıldı. Ne güzel ne güzel!

    İyi de yarışmalar öncesinde Meriç kıyısında taş yığmalarda sökülmüş ve beton merdivenler gördük. Merdiven desem değil.Aslında kürek yarışmalarının seyir tribünleri!

    Plan yapılmış; kürek yarışmaları için su daha bol olmalı. Bilim insanlarının “bir rüzgâr gülünden az elektrik üretecek” dediği arşimed burgulu sistem ile elektrik üretmek için suyun önüne balonlar konuldu ve su burgulardan yana yönlendirildi, daha da sakinleşerek birikti. Ve kürek yarışması yapıldı!

    Özetlersem; eski ve şimdiki -İstanbul kaybedeni- bakan Kurum’un “3 Nehir 1 Şehir” projesinden sadece kürek parkuru oldu. Şaşaalı köprüler, bisiklet ve gezinti yolları, konser alanları ve diğerleri? Olmadı ve olmayacak da. İnat uğruna Söğütlük adı değiştirilecek ve bir süreliğine de elektrik üretilecek. O kadar.

    Bu süreçte; iktidar bürokratlarını adeta alt kadrosu gibi gören kişiler bu cesareti nereden alıyorlar? Her yaptıkları da nedense yargıdan dönüyor. Yerel ve merkezi iktidarın coşkulu katılımıyla açılan Özmeriç beton santrali ve Söğütlük millet bahçesi yargı kararı ile durduruldu. Elektrik santrali de patladı.

    Sonuca gelirsek; karar verici bürokratların hepsine değil sözüm ama birçoğu ‘entregaba’ şarkısında olduğu gibi teslim mi olmuş iktidara. Keşke kente, kentliye, doğaya entregaba olsalar. Devlet, kamu, kent, doğa, hak, parti gibi sözcüklerin tanımını bilen bu insanlar neden güçlü olduğunu sandıkları siyasi kişilerin peşinden giderler?

    Siyaseti arkasına alan bu zat ve AKP il başkanı olan eşine umarız;“Berlin’de hakimler var” sözüne binaen o hakimlerin Ankara’da olduğu anımsatılır. Daha önemlisi de oy verenler artık görsün bu kirli çıkar ilişkilerini ve kimlere oy verdiklerini. Bürokratlar da siyasi kişilere değil kamuya entregaba olsunlar gayri.

    Not: Uzunköprü Belediye Başkanı öğrencim Ediz Martin’in CHP’ye geçeceğini seçim sonrası 04.04.2024 tarihli “Başlarken” başlıklı yazımda yazmıştım. Doğru yapmış. Kutlarım.

    Devamını Oku

    65 YAŞ

    65 YAŞ
    1

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Üç yıl önce altı hanenin yaşadığı apartmanda bir dairenin sahibi olarak site yöneticisi olmak zorunda kaldım. Site olmak için gerekli evrakları hazırlamak da zamanı olan bana düştü.

    Dairelerde oturanların zamanları yoktu ve ben gönüllü olarak üşenmeden yaptım, yapıyorum. Az da olsa aidatları toplamak elle olmuyor bu devirde ve zorunlu olarak bankada hesap açtık, kart çıkarttık. Yani ha altı kişilik site, ha 206 kişilik site. İşlemler, sorumluluklar aynı. Sadece az iş ve az iletişim oluyor.

    Haziran ayında, her yıl olduğu gibi yeniden görev aldık ve kararlar aldık. Aynı kişiler; bir yönetici bir denetici. Bankaya gidip kararları gösterdim ki noter masraflarımız olmasın. Mevzuat gereği olmuyormuş ve noterden onay şartmış.

    Notere gittim. Baktı, yaşım 65 üstü olduğu için rapor istedi. Sağlık Müdürlüğü’ne gidip psikiyatristten rapor almam gerekiyormuş. Sonraki gün erkenden kalkıp doktor sırasına girdim. Sıram geldi ve doktorun sorularını gülerek yanıtladım.

    Raporu aldım. Baktım ki “Bu rapor 24 saat geçerlidir” yazıyor. Noter işini yarına bırakamazdım ve hemen notere gidip orada da sıraya girdim. Neyse ki mesai bitmeden oldu.

    Noter çalışanları bu tür işlerle uğraşmayı gereksiz görüyorlar. Raporu veren doktor da aynı sitem ediyor ama mevzuat böyle olunca yapacak bir şey yok.

    Sitede ikamet edenlerin oyuyla seçilmiş kişi neden noterden onay alıyor ki? Değil mi? Hani halkın iradesi, seçmenin iradesi önemli ya? Neden diye soruyorum kendime. Yanıtım; devlete gelir elde etmek. Bin liraya yakın noter harcı verdim. Amaç noterlere para kazandırmak olmasa gerek. Bu paranın ne kadarı size kalıyor diye sordum çalışanlara. Yüzde 70 dolayında para doğrudan devlete gelir olarak aktarılıyormuş. Hastaneye de üçyüz lira verdim. Aidatlar sadece zorunlu temizlik ve ortak elektrik gibi harcamalara ancak yetiyor. Ki bu masraflar için bir defalık ek para toplamak zorunda kaldık.

    Karar verdik; bu son olacak.Bu yılın sonunda bankayı devreden çıkararak aidatları başka türlü toplayacak ve harcamaları da elden yapacağız. Yani her yıl tek taraflı olarak artan noter masrafımızı devletimize vermeyeceğiz. Üzgünüm!

    Bu yaşanmışlıkta en çok dikkatimi çeken 65 yaş üstünde olanların site yöneticisi olmak için rapor istenmesi. Yani 65 yaşında olan devlet memuru ve site yöneticisi olamıyor ama iktidara yakın olan bir idareci ise üst düzey yönetici olabiliyor. Hem yüksek ücretlerle hem de birkaç kurumda aynı anda bu görevleri yapabiliyor.

    Her gün gazetelerde okuyor ve televizyonlarda izliyoruz. Örneğin; Türk Hava Yolları, Kamu İktisadi Teşekkülleri, Sermaye Şirketleri, Kamu Bankaları gibi milyarlarca gelir gider olan kurumlarda üst düzey yöneticisi olabiliyor.

    Halk dilinde denir ya; “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu”.

    Ülkemizde 65 yaş bazı konularda son iken bazılarında başlangıcın simgesi. Kentlerde toplu ulaşımda kart çıkartırsan ücret ödemiyorsun mesela. Ülkede bazı alanlardaki harcamalardan muaf olma ve müze girişlerinde indirimler gibi.Ayrıca daha yaşlı ve bakım ihtiyacı olanlara da değişik hizmetler sunuluyor.

    İşin ilginç yanı; dünyada Avrupa devletleri başta olmak üzere birçok ülkede insanlar yaşlanıyor. Bundan mutlu mu olunur, mutsuz mu olunur, tartışılır.

    Güney Kore nüfusuna oranla 65 yaş üstündeki nüfusun en fazla olduğu ülkeymiş. 2023 yılında nüfusun yüzde 18,4’ü 65 yaş üstü iken 2025 yılında bu oran yüzde 20,6’ya yükselecekmiş.

    Bizde de TÜİK verilerine inanırsak; 2017 yılında yaşlı nüfusun oranı yüzde 8,5 iken bu oran 2022’de yüzde 9,9 olmuş. TÜİK öngörülerine göre bu durum devam ederse; 2030’da nüfusun yüzde 12,9’u yaşlı nüfusu olacakmış. Devamında bu durum; 2040 yılında yüzde 16,3’e ve 2060 yılında ise nüfusun yüzde 22,6’sı yaşlı olacakmış.

    Yaşlanıyoruz; beyler hanımlar. Yaşlı ve sağlıklı yaşamak hepimizin amacı olmalı. Doğrusu; yurttaşın yaşlılık öncesi evrelerinde sağlıklı, mutlu ve güvenli yaşayabilmesi, yaşlı olduğunda kendi ayakları üzerinde durabileceği gelire sahip olmasıdır.

    Bunun için de kamusal hizmetlerin planlanmasında bu gerçekler göz önüne alınmalı. 10.000 liralık en düşük emekli maaşını 12.500 liraya çıkarmak gibi basit oyundur. Aynı zamanda büyük kesimleri yoksullukta buluşturmaktır. Bu oyunlara hep birlikte karşı durmamız gerekiyor. Biz mücadele etmezsek çocuklarımızın da yaşlandığında bizler gibi sefalete mahkûm olması devam edecektir.

    Ülkeyi yöneten 65 yaş üstü ama en büyük haksızlığı yaşlılara yapıyorlar. Çünkü kendilerini garantiye almışlar. Bırakalım ülkeyi 65 yaş altındakiler yönetsin ki geleceklerini kendileri yaratsınlar. 65 yaş üstündekiler kamuda çalışamıyor ve sitelerinde bile seçilseler dahi yönetici olamıyorlarsa iktidara yakın da olsalar devletin kurumlarında görev almasınlar.

    Devamını Oku

    EĞİTİMİ MAARİF YAPMAK!

    EĞİTİMİ MAARİF YAPMAK!
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Osmanlı’da maarif olarak adlandırılan eğitim, medreseler üzerinden idi. Batı’da başlayan yenileşme hareketleri sonrasında eğitim kamusal hizmet olarak görülmeye başlamıştır. Osmanlı’da da başlayan bu değişim; dini temeller üzerinden ve yetersiz kişiye ulaşabilen medrese eğitimi sonlandırılmaya başladı. Cumhuriyet bu yolu izleyip sahiplenerek eğitim alanında önemli kararlar aldı. Eğitimi yeni bir ülke kurma amacına uygun olarak yerli ve milli ancak evrensel kazanımlara bağladı. Bu nedenle programlar ve bakanlık oluşturdu. Bu arayışın en somut örneği Millet Mektepleri, Halkevleri, Türk Ocakları’dır ki bu anlayışta gelişen Köy Enstitüleri dünyada örnek olmuştur.

    AKP öncesi son bakan Demokratik Sol Parti’den Kırklareli Vekili Necdet Tekin idi. AKP 2002 yılında iktidara gelince; toplumsal evrimle cumhuriyete uzanacak basamakları teker teker yok etti ve bugünlerin altyapısını hazırladı. Toplumsal dengeleri kullanarak algılar üretti ve her kişiyi ve kesimi kullandı. AKP’nin her bakanı “eğitimde devrim” yapma beyanı verdi. Bu devrimler(!) gericiliğin taşlarıydı.

    AKP’nin eğitim politikası iki ana çizgide oldu; birincisi özelleştirme, ikincisi dini temele oturtma. Eğitimde özelleştirmeyi savunan ilk bakanın liberal Erkan Mumcu olması bilinçli bir seçimdir ki sermayeyi yanına almak amaçtır. Sonrasında gelen bakanlar da özelleşmeye ve dini eğitime ön açan kişilerdi Son bakan Yusuf Tekin partisinin maarif modelini ‘çoğunluk bende’ savunusu ile ülkenin eğitim modeli yapmayı hedeflemiştir.

    AKP, ilk günden beri kurucu iradenin laik, bilimsel, kamusal eğitimin temel taşlarını salladı. Ve en sonunda da algı yaratıp ikinci yüzyıla atıfta bulunarak kabul ettiği; “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”ni Eylül ayında uygulamaya başlamayı düşünüyor.

    Oysa Cumhuriyet kurucuları o zamanki “ahval ve şerait” içinde ilerici bir adım atarak dünya örneklerine göre eğitim programlarını yenilemiş, karma eğitimi, laikliği, çağdaşlığı, bilimi ve kamusal hizmeti hedeflemişti.

    Bu duruma elbette izin verilmemelidir.Çünkü maarif modelinde; kreş ve bakımevleri aile için bir sorun olarak görülmektedir. Örneklerle ve oyunla geçmesi gereken bu yaş grubunu fıtrat, kader, kanaat gibi ifadeler üzerinden korku ve bilinmezlik ile üretici beyinden uzaklaştırmak amaçlanmaktadır. Eğitimin tüm süreçleri dinselleşmeye ve özelleştirmeye açılarak eğitim; kul ve düşünmeyen emekçi üretmeyi hedeflemektedir. Cumhuriyet, eşitlik, özgürlük, emek, barış gibi evrensel değerlere yer vermeyen laik ve bilim karşıtı müfredattır.

    Bilimsel, çağdaş eğitimi reddeden bir müfredat ülkemizin geleceğini kaybetmemiz anlamına gelecektir. Çocuklarımızın geleceğine ve eğitim haklarına sahip çıkmak, çocuklarımızın ve ülkemizin geleceğini savunmak; velilerin olduğu kadar iktidara oy verenler dahil tüm yurttaşların görevidir.

    Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile zenginler özel okullarda çağa uygun eğitim alacak ve yönetim kadrolarında görevleri yapacak iken yoksul ve emekçi ailelerin çocukları, yönetilen edilgen kullar olarak sadece biat edeceklerdir. Bu duruma kader diyeceklerdir.

    Ancak şu bilinmelidir ki; kökleri sağlam temellerle atılmış olan cumhuriyet ve aydınlanma amacından kopmak isteyenlerin sonu hüsran olmuştur, şimdi de aynı olacaktır. İnsanlığın ve Cumhuriyetimizin kazanımı ‘eğitim’, ‘maarif’ olmayacaktır.

    Devamını Oku

    DÜNDEN YARINA KÖPRÜ

    DÜNDEN YARINA KÖPRÜ
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Hayatımdan üç tarih: Yıl 1969; ilkokulu bitirmiş minicik olarak Kepirtepe’ye öğrenci olmak.Yıl 1976; öğretmen olmuş diplomasını cebine koymuş bir öğretmen olarak atanmak. Yıl 2004; heyecan ve umutla başlanan okul hayatı ve çalışma yaşamı sonrasında emekli olmak.

    Yaşam devralarak ve devrederek geçiyor. “Tıp” oyunu gibi. Hareket halindesin ve bir tıp sözcüğü ile duruyorsun. İşte o anda düşünüyorsun yaşamı. Benimki artık emekli olarak deneyimlerim anlatmak ve yeniliklere ayak uydurmakla devam edecek, bu belli.

    Pazartesi günü T.Ü. Tıp Fakültesi mezuniyet töreninde hayatım gözlerimin önünden geçiverdi. Ne arıyordum orada?

    1980-1983 yıllarında görev yaptığım dağ başında 20 haneli köyden öğrencimin kızı doktorluk diplomasını aldı. Bu bahane ile ilk defa bu törene katıldım.

    2018-2019 yılı eğitim öğretim yılı başında kayıt için geldiklerinde “Hocam Edirne’ye geldim, buluşabilir miyiz?” demişti. Hemen buluştuk ki ağzım kulaklarıma vardı sevinçten. Öğrencim büyüyünce evlenip İstanbul’a gelmek zorunda kalmış. İki elle eşi ile üç evladından en büyüğünü Tıp Fakültesi’nde yerleştirmek için gelmişlerdi.

    Öğrencimin kızı; biyolojik olmasa da sosyal açıdan torunum sayılır! Geleceğin doktorunu kayıt ettirdik. Yurt işlerine yardımcı oldum. Kenti gezdirdim. İstanbul kayıtlı ama yoksulluk içinde büyüyen hepimiz gibi utangaç, ürkek, savunmasız bir genç için Edirne bir şanstı.

    Altı yıl öncesinin ürkek, utangaç, savunmasız öğrencimde her yıl değişimler görüyordum ama artık adının önüne “Dr.” yazılmış olması kendine de güveni kanıtlıyordu; bir doktordu ve 25 yaşın olgunluğu yüzünde okuyordu.

    Mezuniyet törenini izledik. Babası ve kardeşi her dakikayı kayıt ediyorlardı. 275 yeni doktorun olduğu tören güzeldi ama eleştirilecek yanları da vardı. Örneğin çok önceden belirlenen bu törende doktor olan rektörün olmaması eksiklikti. Beşerli olarak öğrenci belgeleri verilmesinin uzun olacağı belli idi ama olmazsa olmazdı. O nedenle de programı uzatan yaşamdan kesitler slaytına gerek duyulmayabilirdi. Çünkü çok uzadı.Velilere yer ayrılmıştı ama bulmakta zorlaştırıcı bir düzensizlik görüldü.

    Öğrencilerin, yeni doktorların altı yıl okulda gördükleri, yaşadıkları onları geleceğe hazırlar. Ki bu geleceğe ne kadar çok emek verildiyse gelecek o kadar güvenlidir. Birçoğunu tanıdığım akademisyenlerin tek tek kürsüye çıkarak öğrencilerine belge vermesi unutulmayacak anların yaşanması anlamında önemliydi. Tıp Fakültesi’nin iyi bir akademik kadrosu halâ var.

    Gün boyu öğrencilerle konuşmalarımız ve okul birincisinin konuşması sonrasında bazı gerçekleri de öğrendik. Örneğin okul birincisinin konuşmasında söylediği; intörn doktorlara doktorluk yanında her işin yaptırıldığı gerçeği. Şiddetin önüne geçilmesi konusunda yetersizlik. Yurtların asansörlerinin aylardır bozuk olduğu durumu ise acı verici. Yedi katlı yurtta kendi başına inip çıkabilir ve spor gözüyle bakabilirsin ama ayrılanlar veya yeni gelenlerin altı-yedi kata o ağır eşyaları taşıması kolay mı? Dahası anne ve babaya da izin verilmiyor! Öğrencimiz, yeni doktorumuz da zavallım tek başına indirdi o yükleri. Acıdık ama çare yok; güvenlik “olmaz” diyor başka bir şey demiyor. Hadi içeriye öğrenci dışında kimseyi yurda sokmuyorsun o halde o eşyaları dışarıya taşıyacak eleman görevlendirmek gerekir.Bir de bu eşyalarını altı-yedi kat yukarıya taşıyacak yeni öğrenciler gelecek.

    Tören boyunca beynimdeki geçmiş ile karşımdaki gerçek arasında gidip geldim.

    1980 Nisan ayında dağ başındaki o mahalleye atandım. Gece gündüz çalışarak iki kız öğrencim İstanbul Cağaloğlu Kız Lisesi’ni, bir erkek öğrencim de Kastamonu Gölköy Öğretmen Okulu’nu kazanmıştı. Çalışma, sınava götürme, kayıtlarını yaptırma aşamalarını anlatan onlarca yaşanmış öykü yazılabilir.

    Sonra eş durumundan Ereğli’ye atandım. Zoru başarmıştık öğrencilerle ama cahil aile bireylerini aşamamıştık.Herkesin kazanabilmek için can attığı Cağaloğlu Kız Lisesi’ni kazanan kızlarımı aileleri altı ay sonra almışlardı. Sonraki yıllarda iki aile büyüğü ölene kadar pişmanlık duydu ama iş işten geçmişti. Tüm öğrencilerimle olduğu gibi okul bıraktırılan iki kız öğrencim ile de görüşüyoruz. İkisi de onları örnek alan diğer öğrencilerim de çocuklarını okutma mücadelesi veriyorlar.

    Doktorluk diplomasını alan öğrencimin babası ve annesi kızlarını yokluklar içinde okutmuş ise bunda babasının hayata bakışındaki değişimde, o yıllardaki mücadelemin izlerini gördüm. Toplumsal değişimde her öğretmenin ve aydının katkısı vardır. Hayatın devamında bir ölüp bin dirilmek, insanlara dokunmak sanırım böyle bir şeydir. Dünden alıp yarına taşıyandır öğretmenlik. Ki bunu daha planlı ve örgütlü sağlayan meslektir.

    Devamını Oku

    116.000!

    116.000!
    2

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Hazine ve Maliye Bakanı Sayın M. Şimşek; aylık hane gelirimizin 116.000 lira olduğunu söyledi ya havalara uçtum. Sonra emekli eşimle benim maaş kartlarımıza baktım; toplamı 36.000 lira.80.000 lira eksik.Şimşek’e göre bende olması gereken 80.000 lira yasal mevzuat ile (ç)alınmış benden.

    Çünkü Sayın bakan verilerle söylüyor bunu. Koca koca bürokratlar istatistik yapıyor, ölçüyor, biçiyor.Anlıyoruz ki ülke zengin;konutları var, arazisi var, henüz bitirilemeyen KİT’leri var, hele de devletin yerli ve milli gelirlerinin %70’ini sağlayan vergiler.Mevzuata göre yoksul ve zengini ayırmayan ama zenginlerden af edilen vergi gelirleri!

    Sayın bakan bunu itiraf ederken kendisini ve çevresini de gözlüyor. Adamın arkasında dünya sermayesi var. Danıştığı bürokratları da 3-4 yerde yönetim kurulu üyesi olduklarından doğal olarak aylık gelirleri bakanın açıkladığı hane halkı gelirinin 5-10 katı.

    İşin özü; ülkede para var. Sorun; bu zenginliğin ilk yüzde 20’lik kesime aktarılması. İlk %20 yani yaklaşık 17 milyonu kapsayan hane gelirleri 116.000 liranın çok çok üzerinde. Çünkü gelirin %49,8’i onlarda. Bir alt gelir grubundaki %20’de gelirin %20,5’ini alıyor. 34 milyon insanı kapsayan hanelerin keyfi tıkırında. Ekonomi onlara göre iyi.

    Diğer kesimler yani en alttan birinci, ikinci ve üçüncü kesimler; 51 milyon yurttaşı kapsayan %60’lık kesim zaten yok hükmünde.  En alttaki %20; gelirin %5,9’unu, alttan ikinci %20’lik kesim gelirin %9,8’ini, alttan üçüncü kesim ise gelirin %14’ünü alıyor.Toplamda %60’lık kesimi içine alan 51 milyon yurttaşın toplam geliri %29,7.

    Herkesten alınıp zenginlerden af edilen yeni vergiler de geliyor şimdi. Bülent Ayan Pazartesi günü yazmıştı yeni vergileri. Durum “Padişahın Köprü Vergisi”ne kadar gidecek gibi.

    Geçmişimizde de benzer durumlar vardı. 2000 öncesinin adaletsiz gelir dağılımına sebep; koalisyonlar, Kıbrıs savaşı, terör gibi nedenler deniyordu. Bu olumsuz durumlardan sonra tüm kapılar AKP’ye açıldı. Tam destek ile iktidara gelen AKP, her kesimi yanına alabilme ve gerektiğinde atabilme özelliği ile tek parti bile değil tek kişi iktidarına dönüştü. O nedenle geçmişin mazeretlerine sarılamaz. AKP bu eşitsizliğin düzeltileceği vaadi ile iktidara geldi 22 yıl önce. Ama bırak düzeltmeyi daha da derinleştirdi. Çünkü görev üstlenmiş bir proje partisiydi. Bunu anlayamadık maalesef.

    Büyük çoğunluk da bu sistemin içinde belki yükseliriz, en iyi %20’ye gireriz umuduyla iktidara yanaştı, ona oy verdi, devlet soyulurken, eğitim, sağlık, barınma, hukuk gibi devleti devlet yapan ilkeler tek kişilik yönetime evrilirken bitirilmişken bireysel çıkarlarımız olacakmış gibi için üç maymunu oynadık.

    Üç maymuna dördüncü maymun da eklendi 1996 yılında. Yeniköy Kültür ve Çevre Şenlikleri’nde karikatür yarışması açılmıştı. Dereceye giren bir karikatürde dört maymun çizilmişti. Duymayan, görmeyen, konuşmayan maymunların yanına koku almayan maymun da eklenmişti. Çünkü doğa katliamları hızlanmış, sermaye doğayı bozarak sermayesine sermaye eklemeye başlamıştı, iktidarların izniyle!

    Yok edilmeler yetmedi. Hızla devam ediyor. Her türlü doğa katliamına şimdi de kıyılar eklendi. Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Sayın Özhaseki; “Denizler Halkındır” sloganıyla bir hareket başlatmış. Sahiller taranacak ve tüm kaçak yapılar tespit edilip yıkılacakmış.

    Denizler de kıyılar da halkındır. Başta Anayasa ve diğer mevzuatlar böyle. Ama ormanlar, meralar, kentlerin ortak alanları gibi birçok alan halkındır, kamusal alandır. Ama hepsini işgal eden veya ettiren iktidar.

    “Denizler halkındır” sloganı şirin bir cümle ve kamusallığı savunuyor denebilir. Ama unutmayalım ki özellikle AKP yıllardır el uzattığı her kesimi elma şekeri ile kandırıp kenara itmiştir. Denizlerin halkın olmasında da bir çıkarları vardır. MUÇEV (İktidarın elinde tuttuğu Muğla Çevre Vakfı) aracılığı ile Ege kıyılarını özelleştiren AKP, Edirne’de de Saros kıyılarını belediyeler veya özel idareler yoluyla özel sektöre devretmeyi planlıyor.

    Vekil Sayın Aksal’da Saros kıyılarının temiz tutulmasına dair projeler yaptıklarını ve halkın da sahilleri temiz tutmasını istemiş. Doğru bir çağrı. Sahilin, köyün, kentin, doğanın ve her kamusal alanın temiz tutulmasında devlet ve halk sorumludur. Önemli olan bu temizliğin zamanında ve kamusal çıkarlar adına yapılmasıdır. Bizler yıllarca İzzet Arseven Söğütlük Kent Ormanı’nın da temizlenmesini talep ettik ama olmadı. Sonra da ‘pis’ denilerek millet bahçesi yapılmaya çalışıldı, çalışılıyor.

    İktidarın her söylediğine kuşku ile bakmamız kadar doğal bir şey olamaz. Çünkü AKP bunu kanıtladı! Hanesine 116.000 lira girmeyen herkes bir olduğunda denizler, kıyılar, ormanlar, kentler ve dahası tüm kamusal da halkın olacaktır.

    Devamını Oku