DOLAR 34,2674 -0.01%
EURO 37,0656 0.1%
ALTIN 3.016,10-0,37
BIST 8.838,602,13%
BITCOIN 2298849-0,35%
Edirne
15°

PARÇALI BULUTLU

12:53

ÖĞLE'YE KALAN SÜRE

İsmail DEMİRAY

İsmail DEMİRAY

23 Ekim 2024 Çarşamba

    İTFAİYECİ -2-

    İTFAİYECİ -2-
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    (DÜNDEN DEVAM)


    KIŞIN BACA YANGINLARI ÇOK OLURDU
    Kışın özellikle baca yangınları çok olurdu. Evler genellikle tek veya iki katlı, çoğu ahşap veya kerpiç, tuğla gibi yapılar. Zamanında iyi temizlenmeyen bacalar yüzünden çok yangınlar çıkardı o yıllarda. Yangın çıktığında bina ahşapsa yangın hızla yayılar genelde biz gelene kadar evin çoğu yanmış olurdu.
    Yazın daha rahattık yangın olaylarının azlığından dolayı. Daha çok anız yangınları olduğunda müdahale ederdik, ama o zamanlar anızların bilinçli olarak daha yakılmadığı yıllar olduğu için o tür yangınlar da az olurdu.
    Ayşekadın’da karakolun yanında bir yangın çıktı. 5 katlı bir binanın bacasından başlayan yangının yayılmaması için ben binanın çatısına çıktım, müdahale ediyorum tutuşmuş bacayı söndürmek için. Önlemimi almam gerekirken almadım, yoksa ip, kanca var ama ben bir an önce müdahale edeyim diye acele ederken bu önlemleri almamanın bedelini hayatımla ödeyecektim.


    ÇATI BUZ TUTMUŞ KAYDIM OLUKLARA DOĞRU
    Birden ayağım kaydı, başladım çatıda kaymaya, panikledim, durduramıyorum kendimi, çatının ucuna kadar indim oluklara tutunarak çatıda asılı kaldım. Kollarımın gücüyle tekrar kendimi yukarı çekerken ilk kiremitleri kırdım ve sağlam tutunacağım bir yer yaptım kendime ve yukarı çektim kendimi.
    Ondan sonra her adımımı attığım yerde kiremitleri kırarak ayaklarımı basacağım yerler yaptım. Bizde çatıya çıktın mı kuraldır, kiremitleri kırmak zorundasın ki ayağını basacağın sağlam yerler yaratasın. Yoksa çatı zaten buz tutmuş veya ıslak kayar gidersin benim gibi.


    ANGARYA İŞLER ÇOKTU, BÜTÜN BAYRAKLARI DİREKLERE ÇIKARAK ASARDIK
    Bizi mesleğimizi yapmak yormazdı fazla. Ama angarya işler de çok çıkardı. Bayramlarda bayrak asmalar, caddeler sulanacak, çimenler sulanacak falan, hiç bitmezdi angarya işler. Birimimiz o zamanlar amirlikti, sonraki yıllarda müdürlük oldu.
    Özellikle Kırkpınar etkinlikleri öncesi ve sonrasında Edirne’nin her yerine astığımız bayraklar bizleri çok yorardı. Bizim zamanımızda bütün bu bayrak asmalar hep elle ve direklere çıkarak yapıyorduk. Öyle yılmışım ki emekli olduktan sonra Kırkpınar etkinliklerinin hiç birine gitmedim daha.


    YEMEĞİM SEFER TASI İLE GELİRDİ
    Yeme içme sorununu kendi aramızda çözerdik. En ekonomik ve sağlıklı olanı sefer tasında gelen yemeklerdi. Benim evim o yıllarda Küçükpazar’da kira eviydi. Saat Kulesi’ne yakın olduğu için eşim her gün düzenli olarak yemeğimi sefer tasımla getirirdi. Emeği çoktur üzerimde, 20 yıl boyunca Saat Kulesi’ne yemek taşıdı benim için.

    (DEVAM EDECEK)

    Devamını Oku

    İTFAİYECİ

    İTFAİYECİ
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    İsmail DEMİRAY yazdı…

    1974 yılında tesadüfen tanıştığı itfaiyecilik mesleğini 29 yıl 10 ay kesintisiz yapmış İhsan Çöke. Üstelik ilk 20 yılın yarısını itfaiye aracının dibinde kışın soğuk, yazın sıcak demeden 48 saat nöbet, 48 saat istirahat şeklinde, son 10 yılında da 24/24 çalışarak, eski bir Austin marka araçla yangın söndürmenin mücadelesini vererek.


    1952 yılında Edirne’nin Çömlekakpınar köyünde doğar İhsan Çöke. Çocukluğunda başlayan çalışma yaşamı askere gidene kadar kesintisiz devam eder. Askerden geldiği zaman bir toptancının deposunda çalışır iki ay kadar. İş çıkışı bir arkadaşıyla birlikte kaldıkları evde sabaha kadar içerler. İşe gidemediği için işinden atılınca yeni bir iş arayışlarına başlar ve yaşamın tesadüfleri onu itfaiyecilik mesleği ile buluşturur.


    İLK BAŞKANIMIZ ŞEVKİ ARMAN’DI
    “İşe başladığım 1974 yılında Edirne Belediye Başkanı Şevki Arman’dı. Onun oluru ile işe başlamış oldum. Bizlere her zaman yakın duran, geldiği zaman halimizi hatırımızı soran babacan bir insandı Şevki Arman.
    Şevki Arman’dan sonra Güngör Mazlum Belediye Başkanı oldu. Ardından 12 Eylül sonrasında Hamdi Sedefçi, arada Cengiz Varnatopu ama en uzun süre Hamdi Sedefçi ile birlikte çalışmış olduk. Hamdi Sedefçi de her zaman müdürlüğümüze uğrar, bizlerle sohbet eder varsa sorunlarımızı çözmek için gayret gösterirdi.
    Başımızda Muzaffer bey vardı müdür olarak. Hayati Kamış amirimizdi, disiplin had safhadaydı. Aynı askerlik gibiydi mesleğimiz. Er olarak başladığım itfaiyecilikte önce onbaşı oldum sonraki yıllarda çavuşluğa yükseldim. İlerleyen yıllarda Başçavuşluktan sonra amirliğim de oldu Edirne Belediyesi İtfaiye Müdürlüğü’nde. En çok erliği sevdim. Yükseldikçe, mevki aldıkça sorumluluk da artıyor bizim meslekte.


    EĞİTİMİMİZ ASKERİ DİSİPLİN GİBİYDİ
    Nöbetlerimizde zamanımız çok olurdu. Araçların bakımını yapar, temizliğimize ve düzenimize özen gösterirdik. Eğitimlerimiz askeri disiplin gibi sürerdi. Hortum at, hortum tut, yangına gidince görev dağılımı, yangın esnasında nasıl hareket edeceğimiz türünden sürekli kendimizi yenilediğimiz bir eğitim sistemi içinde geçti yıllarımız. Herkesin eğitim sistemi farklıydı.
    Erlerin eğitimi daha ağırdır. Çavuşlarınki biraz daha farklıdır, amirler her birimden olaydan sorumludur.
    Yangın yerine vardığımızda; Yangın yerinde binanın içinde başta insan olmak üzere canlı var mı? Yangın nereden çıkmış, nasıl büyümüş, yanında yangını büyütecek bina var mı?


    İLK MÜDAHALE YANGIN YERİNDE İÇERDE KALANLARA YAPILIR
    Bütün bunlar kısa bir zaman anında tespit edildikten sonra ilk müdahale içerde kalmış canlıları dışarı çıkartmak için yapılır, ondan sonra yangına fiziki müdahalede bulunulur, sündürme, ardından soğutma işlemleri yapılır sırasıyla.


    Kış mevsimi itfaiyeciler için zor zamanlardı bizim zamanımızda. Edirne küçük bir şehir daha yayılmamış E 5 üzerinde. Kaldığımız yer Edirne Saat Kulesi’nin altı. Kışlar çok sert geçerdi eski yıllarda. Yerlerde kar, buz, araçlar eski, zor çalışır. Arıza çok olur, eski tip araçlar. Gürül gürül yanan sobaların başında şoförler sırasıyla nöbet tutar, araçları sık aralıklarla çalıştırırlardı.

    (DEVAM EDECEK)

    Devamını Oku

    TAŞIMIZI ALDILAR HAYALLERİMİZİ ÇALDILAR

    TAŞIMIZI ALDILAR HAYALLERİMİZİ ÇALDILAR
    1

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Vaysal köyü. Bulgaristan sınırında bir köy. Hayvancılık ve tarımla ayakta kalmaya çalışan çalışkan insanların köyü.

    Köyümdür aynı zamanda. Doğduğum, çocukluğumun geçtiği coğrafyalar. Nereye gidersem gideyim özlemini duyduğum topraklar.

    Hani İstanbul için derler ya; “Taşı toprağı altındır” diye. Vaysal’da öyle şimdi, taşı oldu altın, ama kazanan sadece şirket, kaybedeni ise Vaysal’da yaşayanlar. Hızlı tren yolu çalışmaları nedeniyle vazgeçilmez özelliklere sahip.

    VAYSAL KÖYÜ

    Taş ocağı firmalarından birisi (ne hikmetse yemekli) bir basın açıklaması yaptı geçtiğimiz günlerde. “Her şeyimiz yasal.” Haberim olsaydı katılırdım o toplantıya ve derdim ki; “Buyurun Vaysal köyü sınırları içinde köylülerle birlikte bir açık oturum düzenleyelim, sizleri neden köyde istemiyorlar birlikte öğrenelim.”

    Yasal olmasına yasal da bir de bu taş ocaklarının etkilerini, zararlarını yıllardır Vaysal köyü haykırmakta.

    Taş ocaklarının olduğu bölge aynı zamanda Trakya’nın en büyük ceviz yetiştirme alanlarından birisi. Bulgar’ların yüzlerce yıl bu bölgede ceviz, yakın bölgelerde de şaraplık üzüm yetiştirdiği rivayet ediliyor.

    2006 yılında ceviz bahçesi kurmak hayaliyle çıktığım yolculuğumun ilk durağı “Fidancılık kursu” olmuştu. Hocamız Alpaslan Uysal Vaysal’daki bu bölgeyi iyi bilen birisi olarak; “Sen tam yerinde yapacaksın bu işi, eminim güzel ürün alırsın” diyerek teşvik etmişti beni kurs esnasında.

    Cevizlikte aldığım 5700 metre kare tarlanın yanında birkaç parça daha küçük yer alarak ceviz ekecek ve Vaysal köyümde cevizciliğin gelişmesi için çalışmayı hayal ediyordum.

    Kursun son dönemlerinde Balıkesir’le irtibat kurarak çeşitli ceviz fidanları üzerine görüş yapmıştık üreticilerle.

    Heyecanlıydık Vaysal’da bir ceviz cenneti yaratmak için yola koyulmuştuk.

    Balıkesir’den çıkan fidanlar yolda geri dönmek zorunda kaldı.

    Ceviz bahçemin hemen yanına bir taş ocağı açılıyordu. Elektrik direklerini birkaç gün içinde diktiler.

    Onlar taşları aldılar, zengin oldular; olan bizim hayallerimize oldu.

    Kaybedense doğa ve Vaysal köyünde yaşanlar oldu.

    Devamını Oku

    DEDEMİN KAVI (1)

    DEDEMİN KAVI (1)
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Güneşin doğmasını bekleyemeden sıyrıldı kalın yapak yorganın altından yatağın yanına doğru.

    50 yıllık karısı Hatice’sini uyandırmamak için önce kalın yelvesini (2) ardından sessizce ayağına şayak pantulunu da giydikten sonra sakin sakin kuşağını sardı beline. Kuşağına özenle deri para cüzdanını, tütün tabakasını ve kav ile çakmağının olduğu çıkıyı sırasıyla tıkıştırdıktan sonra setresinin (3) ucundan tutarak ocaklığın yanından geçip yeşil boyalı evin kapısını açarak süzüldü sessiz havlusundan aşağıya doğru.

    Bakacak tarafından esen soğuk havanın etkisiyle kasketine sardığı büyük mendili kulaklarına doğru bastırarak adımlarını hızlandırdığında yan evden Paşa Hasan’ın kesilmeyen öksürüklerine kulak kabarttı. “Şimdi gelir kahveye o da” diye mırıldanarak adımlarını hızlandırdı.

    Kahveye girdiğinde gürül gürül yanan meşe sobasına doğru yürüdü. Selamını verdi, ondan önce gelmiş olan Koten Ismayıl, Gurşalı Ismayıl, Delaan Ismayıl ve Pili Ismayıl sırasıyla gürültülü bir şekilde selamını aldılar.

    İkisi peykeye oturmuş, ikisi iskemlelerde dört Ismayıl’ın yanına oturduğu gibi kuşağından çıkardığı tütün tabakasını, kavını, taşını ve çakmağını masaya koydu Aptıraman Hasan.

    İsmail Demiray’ın ninesi Hatice ve dedesi Hasan Demiray

    Kahveci Hasan Engin çayları getirdiğinde Aptıraman Hasan tütün kesesinden çıkardığı tütünleri çakısıyla ince ince kıyarak içilecek hale getirmeye uğraşıyordu. Soğuklardan, yozdaki (4) hayvanların durumundan konuştukları anda kahvecinin sabah haberlerini dinlemek için radyoya uzanmasıyla sessizliğe büründüler.

    Radyoda spiker Deniz Gezmiş, Hüseyin Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam kararlarının onaylandığını ve idam edileceklerini açıkladığında sessizlik iyice arttı masada. Aptıraman Hasan da çakısıyla tütün kıymaya ara vermiş gözleri masada haberi dikkatle dinliyordu. İhtiyarlar neler düşünüyor, neler hissediyor yüzlerinden belli olmuyordu.

    Kahveci Hasan’ın çayları tazelemesiyle sessizlik dağıldı masada. Akılları radyoda haberde kıyılan tütünlere sırasıyla ellerinde sigara kağıtlarıyla uzandı Vaysal köyünün yaşlıları. İtinayla sardıkları cıgaralarını Koten Ismayıl’ın yaktığı kavı sırayla gezdirerek tüttürmeye başladılar. En son Aptıraman Hasan ucu yanan cıgaralardan kararmış ağızlığına taktığı cıgarasını yaktı.

    Çaylar yine tazelendiğinde bakkalı yeni açan Hacı Mehmet’ten alınan ikişer tek bisküvi eşlik etti masaya. Ağaran hava artık yaşlıların dağılma zamanının geldiğini işaret eder gibiydi.

    Aptıraman Hasan gürültüyle havlu kapısını açıp sundurmaya doğru yürüdüğünde bir gece önce Edirne’den köyüne gelmiş torunu küçük Ismayıl dedesini karşılamak için ona doğru kopuşmaya (5) başladığında ocaklıktan gelen tarhana çorbasının kokusunu içine çeken dedesi şaşkınlıkla sülenmeye başladı;

    “Pa sen nerden çıktın be çocuk? Kahveden gelirim bi sürü Ismayıl, eve gelirim bizim Ismayıl, hadi hoj geldin bre çuçuğum!”

    (1) Kav: Genellikle meşe ağaçlarının gövdesinde bulunan bir bitki. Ateş ve sigara yakmak için çelik ve döven taşı ile birlikte kullanılır.

    (2) Yelve: Gömlek.

    (3) Setre: Ceket.

    (4) Yoz: Merada bir çoban kontrolünde başı boş gezen büyük baş hayvan sürüsü.

    (5) Kopuşmak: Hızlıca koşmak.

    Devamını Oku

    GEZMEK ÜZERİNE

    GEZMEK ÜZERİNE
    1

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Gezmek, görmek güzel şey imkanlar dahilinde olsa da.

    Geçen yıl Karadeniz üzerinden Doğu Anadolu’nun birçok yerini gezmiş 6 bin kilometrenin üzerinde yol yaparak üç hafta boyunca 28 ilin sınırlarında Türkiye kazan biz kepçe misali dolaşmıştık.

    Malum emeklilik halleri. Bütçe kısıtlı olunca ayağı yorgana göre uzatmak durumunda kaldık bu yılki gezimizde.

    Bir haftalık sürece sıkıştırdığımız gezimizde 2 bin kilometrenin üzerinde yol almamıza karşın sadece Ege bölgesinde dolaşarak tamamladık.

    Gezi öncesinde küçük arabamızın arka koltuğunu çıkartarak iki kişinin yatabileceği bir konuma getirdikten sonra bir de mini mutfak dolabı monte ettik ve üstüne de bir port bagaj atarak yol hazırlıklarını tamamladık.

    6 gün süren gezimizde uygun bütçeli öğretmen evlerinde konakladığımız gibi pahalı otellerin olduğu yerlerde arabamızın içinde yatağımızda konakladık. Gittiğimiz yörelerin mutfağının tadına bakmaya çalıştık.

    Novigasyon kullanmadık, harita üzerinden bakarak hep tenha ara yolların tercih ettik. Yolumuzu kaybettiğimiz yerlerde üzülmekten çok sevindik, zira her kaybolduğumuzu sandığımızda yollar bizleri görmediğimiz, bilmediğimiz güzel yerlere götürdü.

    Yeni yerler gördük, insanlarını tanıdık. Genelde hep hoş karşılandık. Memleketimizin insanları kim ne derse desin konuk sever, hele Ege insanı.

    Demirci ilçesinde bir kahvede sohbet ederken kahveci neden gezdiğimi sordu;

     “Seviyorum gezmeyi, görmeyi, insanları tanımayı” diye yanıtladığımda şöyle devam etmişti;

    “Doğru ya binaya bakarsın, bakarsın da ya taş görürsün ya da tarihi eser, bakmadan bakmaya fark var, seninki de o gezmelerden herhalde” diye yanıtlamıştı bilgiççe.

    Çanakkale’de ziyaret ettiğim asker arkadaşımla 39 yıl öncesinin anılarını dinlerken eşlerimiz hayretle bizleri izlemiş ve “sabaha kadar bitmez bunların sohbetleri” diye gülümsemişlerdi.

    Ege’nin her yerinde üretiyor insanlar, özellikle köylerde yaşayanlar. Toprağına, iklimine, doğasına göre ne uygun yetişirse üretiyor da üretiyor. Yorgun, kırgın ama umutsuz değiller. Öfkeliler de memleketi yönetenlere. Yoksul dağ köylerinden zengin ve bereketli ova kasabalarında kadar her yerde yukarıdaki düşünceler hakim.

    Normal köylerde ve kasabalarda bütçemize uygun yiyecek ve içeceklere hep yakın olduk. Ama nerde turizme bulaşmış bir yer varsa orada hep temkinli davrandık. Zira turizmle tanışmış esnafın huyu suyu da değişiyor ne hikmetse. Fiyatlar katlama gidiyor. Yabancıyı gördüğünde gözleri parlayan esnaf müşterisinin fiyat menüsünü istemesi üzerine hemen suratını asıyor. Alışkanlıkları değiştirmek zor, he biz de düşük bütçeyle yola çıkmışık menüyü görmediğimiz hiçbir iş yerinde konaklamadık, yemek yemedik.

    Ege bölgesinin her yerinden bereket fışkırıyor. Üreten insanları doğa her şeyini vererek fazlasıyla ödüllendiriyor. Ama gezdik, gördük ve anladık ki;

    BU KADAR ZENGİNLİK İÇİNDE BÖYLE YOKSULLUK ANCAK MEMLEKETİMİZDE OLUYOR.

    1.Gün; Gelibolu, Lapseki, Biga, Çan, Yenice, İvrindi. Benzinlikte arabamızda konakladık.

    2.Gün; Balıkesir, Sındırgı, Gördes, Demirci. Öğretmen evinde 800 liraya konakladık.

    3.Gün; Selendi, Eşme, Ulubey, Bekilli, Çal, Bozkurt, Çardak, Dazkırı. 680 liraya öğretmen evinde konakladık.

    4.Gün; Çardak, Yeşilova, Karamanlı, Çavdır, Söğüt, Özdemir, Elmalı, Gömbe. Gömbe’de pansiyonda 600 liraya konakladık.

    5.Gün; Dağ yollarından Fethiye’ye ulaştık 4 saat süren yolculuk sonunda. Bütün günümüzü Fethiye’de geçirdikten sonra Çameli’nde benzinlikte aracımızda konakladık.

    6.Gün; Daha önce defalarca olduğu gibi yine yolumuzu kaybettik. Beydağı üzerinden Bozdağ’da ve Balıkesir üzerinden uzun ve yorucu bir yolculuk sonunda yazlığımız Enez’in Gülçavuş köyüne vardık ve turumuz sona erdi.

    Devamını Oku