Sıcak havanın yanında inadına dinmek bilmeyen yağmur nedeniyle “Bugün de minibüsle gideyim Karaağaç’a, Ahmet Yılmaz arkadaşımı ziyarete” diye düşünerek alt sokaktaki durağa kadar yürüdüm.
İlk gelen minibüste üst üste, ayakta ve tıkış tıkış süren yolculuk Orduevi’nin orada inenlerin çok olması sonunda ancak nefes alabildik. Şoför yoğunluk nedeniyle yorgun ve gergin bir durumda. Bir gözü kartlarını okutmaya çalışan yolcularda, diğer gözü aynada, kalkış yapmaya hazırlanıyor. Soru soranlara da yanıtlar yetiştiriyor.
Pazartesi durağında indikten sonra Karaağaç yönüne giden ilk minibüse bindim. İçeride ikisi kadın, alt yolcu, dağınık bir şekilde oturuyorlar, başları cam kenarlarında, düşünceli hallerde.
Şoförün hemen arkasındaki boş koltuğa oturuyorum. Şoför dikkatli gözü yolda, kulağı radyoda. Radyo da çalan öyle güzel bir ezgi ki kapılıyorum etkisine, mırıldanmaya başlıyorum bende; “Dere kenarından geçtim, soğuk sularından içtim.”
Sevcan Orhan söylüyor. Babam da çok sever ve severek dinlerdi bu türküyü.
Türkü eşliğinde Karaağaç’ın parke taşlı yollarında ilerlerken bir gözümle de şoförü inceliyorum. Çoğunun aksine agresif, sinirli değil de sakin, ağırbaşlı bir yapısı var. Merkezde yolcuların hepsiyle birlikte ben de iniyorum, “İyi günler, kolay gelsin” diyerek. “Teşekkür ederim, size de iyi günler” sözleriyle gülümseyerek uğurluyor en son inen beni de.
Kahvede boşuna gelmesini beklediğim arkadaşımın günlerden Çarşamba, dolayısıyla tavşan avında olması yüzünden görüşemiyoruz. Tek başıma çayımı yudumlarken karşıdan türkücü şoförün geldiğini görüyorum. Elimi kaldırarak masaya buyur ediyorum ve tanışıyoruz. Önce çaylar geliyor, arkasından sohbet.
Yaşıtım şoför arkadaş. Benim gibi uzun yıllar önce emekli olmasına karşın patronu olan arkadaşına yardımcı olmak için arada böyle direksiyon başına oturarak ETUS güzergahlarında gidip geliyormuş, dolap beygiri (kendi ifadesi) gibi.
Çayı yudumlarken, “Zor bir meslek şoförlük, hele ETUS’ta” diyerek anlatmayabaşlıyor:
“İhtiyacı olup da mecburiyetten bu işi yapanların Allah yardımcısı olsun. Bakma sen ben bu işi hobi gibi, arkadaşıma yardımcı olmak için yapıyorum. Hoş, arkadaşımın da tuzu kuru ya, ama ne yapsın, hattı var, arabası da, boşuna yatacağına çıkıyor, arada işi olunca ve dinlenmek isteyince de ben çıkıyorum. Hem harçlığımız çıkıyor, hem de zaman geçiyor.
Maaş ve yevmiye ile çalışanların durumu çok zor. Bence yevmiyeler düşük bu hayat şartları içinde. İki gün 12 saat çalıştıktan sonra üçüncü gün nöbet geliyor ve 16 saate çıkıyor mesai. Can dayanmaz buna, ama ekmek kapısı işte. Zaten arabalarda yolcu, şoför kavgalarının en büyük nedeni bu uzun çalışma saatleri. Dinlenemiyor ki adamlar. Var, haftada bir gün izin kullanıyorlar ama o da yeterli değil bence.
Evlendirdim kızanları. Bi oğlum, bi de kızım vardı, yok daha torun torba, bekliyoruz, şimdiki nesiller çok keyfine düşkün bi türlü dede nine olamadık hanımla bekler dururuz işte.
Türküler mi? Severim türküleri, ne zaman arabaya insem hemen türkülü bir kanal açar ve nöbetim bitene, koltuktan inene kadar hep türkü dinlerim. Dinlendiriyor beni türküler. Yoookkk, asla yolcu ile polemiğe girmem ben. Ne kadar yolcu haksız olsa da diğer yolcuların arasında idare etmeye çalışırım. Sonuçta müşteri o, velinimetimiz yani.
Bedavacılar mı? Yok ben biraz farklı düşünüyorum. Doğru, bu sistemi kötüye kullanan 65 yaş üstüler var, yaşlıların ücretsiz seyahati hak ettiğini düşünüyorum. Ki bizde eli kulağında, birkaç yıl sonra onların yanında olacağız. Şoför adam idare etmeli, yolcuyu, yolcusunu. Saygı göstermeli önce işine, kendine, müşterisine.
Zor mu geliyor açsın radyoyu, benim gibi türkülere versin kendini, dinlesin, dinlensin, topladığı enerji ile müşterisine güler yüz göstersin. O da mı zor?”