Bir pilot proje üzerinden neoliberal devlet ve toplum yönetimi hakkında düşünce notları, önceki iki yazının konusuydu.
Ülkenin ekonomik darboğazdan çıkmasını yine neoliberal ekonomi politikalar temelinde yürütmeye çalışan Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in çaresizliğini Erdoğan çok güzel dile getirdi geçenlerde. Emeklilere yapılan zammı az bulan, asgari ücretin 17 bin lira olmasını öneren muhalefeti eleştirdi.
Şunları dedi…
/Bizler toplumumuzun her kesimi gibi emeklilerimizin de daima yanındayız. Emeklilerimizi enflasyona ezdirmemek için azami gayret gösteriyor, elimizden gelenin daha fazlasını imkânlar nispetinde yapıyoruz. Eldeki imkânlar dâhilinde en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Engelleri aşmayı kendimize şiar edinmiş bir iktidar olarak sürekli tüm vatandaşlarımızın refahını artırmak için sürekli yeni yol haritaları oluşturuyoruz. Ekonomik istikrardan taviz vermeden, popülizm tuzaklarına düşmeden en rasyonel adımı nasıl atarız anlayışı içinde hareket ediyoruz Muhalefet düşünmeden, görüşmeden, konuşmadan ‘asgari ücret 17 bin’ diyor. Bunların sırtında maalesef küfe yok. Biz ölçüyoruz, biçiyoruz. Nasıl bu işi ekonomik dengeleri bozmayacak biçimde götürürüz? Buna bakıyoruz, adımlarımızı da buna göre atıyoruz.// (Basından)
Erdoğan’ın metin yazarlarını kutlamak lazım…
Her cümlesi aslında acı gerçekleri yansıtan ama eğip bükülerek sanki başka bir dünyadaymışız izlenimi veren bu açıklamaların yurttaşa umut vermesi beklenmemelidir.
Sadece zaman kazanmaya dayalı bu ifadelere, Özel’den cevap gecikmedi…
O da bunları dedi…
//Beyefendiye beşli çeteler, yandaş müteahhitler, holdingler ağır gelmiyor; 10 bin lirayla geçinene ‘Asgari ücret ver’ diyorum, ‘Taşıyamam, ağır geldi’ diyor. Bırak, ben taşıyacağım, ver küfeyi. CHP olarak küfeyi istiyoruz. Millet sana küfeyi verdi. Küfenin içine emekliyi, asgari ücret koyuyorsun, taşıyamıyor, ağır geliyor. Tarım, çay, fındık, üzüm, narenciye, buğday üreticisi beyefendiye ağır geliyor. ‘Milletin efendisi’ denilen çiftçiyi taşıyamıyor, ağır geliyor. Ama ‘47 tane şirketin vergi borcunu silelim’ deyince küfeyi taşıyor. Beyefendiye beşli çeteler, yandaş müteahhitler, holdingler ağır gelmiyor; 10 bin lirayla geçinene ‘Asgari ücret ver’ diyorum, ‘Taşıyamam, ağır geldi’ diyor. Bırak, ben taşıyacağım, ver küfeyi.// (Basından)
Özgür Özel’in erken seçim için nazlı davrandığı, topu saha dışında tuttuğu günlerin geride kaldığını görüyoruz.
Parlamentodan erken seçim kararı geçirecek milletvekili sayısı olmamasının arkasına sığınmak, ya da halkın erken seçim istemesini beklemek, elbette yanlıştı.
31 Mart seçimlerinden çıkan ana mesaj, halkın yeni bir yönetim talebi değil de nedir?
Muhalefetin temel görevi iktidara gelip memleketi daha iyi yönetmek, erken seçimi zorlayacak adımları atmak da ana muhalefet partisi CHP’nin sorumluluğu değil midir?
Özgür Özel’in bu gerçeği kavradığı görülüyor.
Ama nasıl?
Öncelikle yumuşama/normalleşme muhabbetinin sürdürülemez olduğunu kavramasıyla ki, bunu da Erdoğan’ın gerçekçi, zihin açıcı çıkışına borçludur.
Daha Haziran’da Kızılcahamam’daki İstişare ve Değerlendirme toplantısında Erdoğan,
//Biz yumuşama adı altında, ilkelerimizden, hassasiyetlerimizden, kırmızıçizgilerimizden ödün verecek değiliz. Muhalefetten de böyle bir taviz beklemiyoruz// diyerek samimiyetini ortaya koymuştu.
Yine de Özel Özgür bu pek naif girişimini bir müddet sürdürdü fakat o meşhur istikşafi görüşmelerde Ahmet Davutoğlu’nun CHP’yi nasıl oyaladığını hatırlamış olmalı ki ayaklarının suya ermesi fazla sürmedi.
Gerçi o da girişiminin popülizm koktuğunun farkındaydı ama yine de oy havuzunu genişletecek adımlardan geri duramadı.
Duramadı ama sonuç alınamayacak sabun köpüğü siyasi hamlelerin inandırıcılık ve güvenilirlik sorunu oluşturduğunu, belâgat siyasetinin yetersizliğini de yaşayarak gördü.
Oysa Özel, Erdoğan’ın toplumu kutuplaştıran, ayrıştıran üslubuna, algı operasyonlarına, siyaseti Hacivat-Karagöz oyununa çevirerek gerçeklerin konuşulmasını perdeleyen toplum mühendisliğine selefi Kılıçdaroğlu gibi yol vermek yerine genel başkanlık koltuğuna oturur oturmaz gerçek bir muhalefet partisi lideri davranışını gösterseydi, ülkenin hayrına siyasi adımları atmakta gecikmezdi.
Nitekim Erdoğan’ın çıkmaz sokakta dolaştığını gösteren emareler de artmaktadır.
Dahası, ekonomik darboğazdan çıkılabileceği yönünde halkın ne mecali ne de umudu kalmıştır. İktidar değişikliğine halkın bel bağlamasının sebebi, AKP’nin devlet ve toplum yönetimi anlayışından kaynaklıdır. Yaşanmakta olan ekonomik darboğaz da son birkaç senenin değil, 22 yıldır ısrarla sürdürülen ekonomi politiğin sonucudur.
Haliyle alternatif yeni bir ekonomi modeli gereksinimi var ve kendini iktidar adayı gören CHP’nin bu konuda sorumluluk taşıması zaruridir.
Öyle popülist dile, şov siyasetine dayalı: //Tarım, çay, fındık, üzüm, narenciye, buğday üreticisi beyefendiye ağır geliyor. ‘Milletin efendisi’ denilen çiftçiyi taşıyamıyor, ağır geliyor. Ama ‘47 tane şirketin vergi borcunu silelim’ deyince küfeyi taşıyor. Beyefendiye beşli çeteler, yandaş müteahhitler, holdingler ağır gelmiyor; 10 bin lirayla geçinene ‘Asgari ücret ver’ diyorum, ‘Taşıyamam, ağır geldi’ diyor. Bırak, ben taşıyacağım, ver küfeyi.// türünden açıklamalarla değil, neoliberal ekonomi politikalara set çekecek uygulamalarla halka hitap etmelidir CHP genel başkanı.
Misal, bu yılki bütçede yer alan 2,2 triyon lira vergi muafiyeti iptal edilerek ilgili şirketlerden tahsil edile(bile)cek midir?
Hakeza bütçede büyük yük faiz giderlerinin azaltılması hangi finansal enstrümanlarla sağlanacaktır, yine dışarıdan borçlanarak mı?
Diğer bir ifadeyle, sadece tespit yapan değil çözüm de sunan siyasi iradeye gereksinim var.
Evet, ülkemizde sosyal demokrat dünya görüşünü temsil eden CHP uygulanabilir ekonomi politikalar üzerinden halka iletişim içinde olmalı, popülist siyaset diline abanarak AKP’ye duyulan öfkeyi siyasi ranta dönüştürmekten uzak durmalıdır.
Gerçi bir popülizm ustası Erdoğan karşısında reaksiyoner siyasetten yani karşılıklı laf yetiştirmekten, polemikten uzak durmak kolay olmasa da, siyaset kavramının içini dolduracak, gündemi belirleyecek hamleler, CHP’ye gereken nitelikli muhalefettir.
AKP liderinin ekonomik darboğazdan çıkış olasılığının ufukta gözükmediği, belediyelerin SGK borçlarının gündeme getirilmesi de gösteriyor.
Toplam 96 milyar borcun 65,1 milyar lirası, yüzde 68’i CHP’li belediye ve iştiraklerine aitmiş. Kamuda 100 milyar lira tasarruf tedbirlerinden sonra belediyelerin SGK borçlarının tahsiliyle ekonominin düzlüğe çıkamayacağı gün gibi ortada ama kök sorunları görünmez kılmak için iktidarın böylesi algı operasyonlarına da ihtiyacı var.
Az önce değindiğimiz 2,2 trilyon vergi muafiyeti yanında kamuda 100 milyar tasarruf ile belediyelerin 96 milyar SGK borcu devede kulak değil de nedir?
Elbette Erdoğan’ı başta İstanbul ve Ankara olmak üzere rahatsız eden, kaybettiği büyükşehir belediyeleridir.
Yıllarca AKP’nin bu belediyeler üzerinden oy havuzunu zinde tutmak, tahkim etmek için yandaş öbeklere gerek yardım gerekse hibe yoluyla ciddi kaynak aktardığı bilinmiyor değil.
Dahası, AKP iktidarında yoksullukla mücadele adı altında genel bütçeden de ihtiyaç sahiplerine çeşitli şekillerde nakdi yardım, kömür ve makarna dağıtıldığını ve bunun sosyal devlet anlayışına dayandırıldığını da biliyoruz.
Oysa böylesi uygulamaların özünde yine yoksulların oy deposu görülmesi vardır.
Sosyal devlet ilişkisi ise sınırlıdır.
Anayasanın 5. Maddesi şöyledir:
//Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.//
Görüldüğü gibi, yoksulluk bir kader olarak görülemez ve sürdürülebilir bir devlet/toplum yönetimi de değildir. Bu nedenle de AKP köşeye sıkışmıştır; neoliberal ekonomi politikalar sonucu sayısı giderek artan yoksullar için devlet bütçesinden kaynak aktaramamaktadır.
Bütçeli belediyeler de elden gidince, oy tabanını kaybetmeye başlayan AKP’de alarm zilleri çalmaya başlamıştır. AKP yönetici elitlerinin hezeyanı da bundandır.
https://youtu.be/uLop9XJ7zmE?si=8_qK0yuzgBfoZxE0
Kent lokantaları turnusol kağıdı gibidir
İstanbul’da İmamoğlu döneminde başlayan ve CHP yönetimindeki belediyelerde giderek yaygınlaşan Kent Lokantaları da AKP’yi rahatsız etmektedir kuşkusuz.
Yanı sıra, AKP’nin ülkede yaygınlaşan yoksulluğun nedenlerini farklı göstermeye çalışması karşısında turnusol kağıdı gibidir, gerçekleri tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir.
Evet, maalesef, vatandaş karın doyurma derdine düşmüştür. Hiç kuşku yok ki ülkenin geldiği durum açısından endişe vericidir.
Elbette sadece pansuman niteliğinde bir uygulamadır ve yoksullukla esas mücadele ancak ve ancak toplumun geniş kesimlerinin yararına ekonomi politikaların devreye sokulmasıyla mümkün olabilir.
Bu da, Özgür Özel’in sırtındaki küfenin gerçek ağırlığını bize göstermektedir.
Popülist siyasete kendini fazla kaptırmadan, iktidara laf yetiştirmeyi bırakarak
CHP’nin iktidar yolunu açacak hamlelere odaklanmak icap etmektedir.