DOLAR 38,0272 0.01%
EURO 41,1366 0.03%
ALTIN 3.683,76-0,11
BIST 9.715,584,48%
BITCOIN 33202960,81%
Edirne
16°

KAPALI

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

324 okunma

AKP operasyonları ve CHP’nin hali (1)

ABONE OL
11 Şubat 2025 15:24
0

BEĞENDİM

ABONE OL

En son Bolu’daki bir otelde yangın ve yürek yakan kayıplar, maden facialarında, iki sene önce Hatay ve çevresinde yaşanan büyük depremde hayatını kaybedenler, kuşkusuz ülke yönetiminden kaynaklı sorunların yansımasıdır.

Yönetim kalitesi üzerinden yürüyen saptamalarda genelde göze çarpan ise, devlet sorumluluğu taşıyan seçilmiş ve atanmışlardaki vurdumduymaz tutum ve davranışlardır.

Bunu en son Bolu’daki otel yangınında da gördük. İlk elden sorumluların top dolaştıran açıklamalarını tabii ki hayretle karşılamadık çünkü bunun bir ülke yönetim tarzının tezahürü olduğu besbelliydi.

AKP’nin yıllardır uyguladığı ekonomi politikalar, ülkeyi çıkmaza sokmuştur.

Ülke kaynaklarının doğru/dürüst/verimli kullanımı, kayıp kaçakların önlenmesi ve 22 yıldır iştahla uygulanan neoliberal ekonomi politikalara set çekilerek ağırlığın kamucu kalkınma politikalarına verilmesi, ülkenin çok katmanlı ekonomik krizden çıkabilmesi için şarttır.   

Hiç kuşku yok ki ülkenin düzlüğe çıkması zaman alacaktır ve sistemin yapısından kaynaklı sorunların tamamen ortadan kalkması beklenmemelidir. Ancak sistemin, denetleme/dengeleme odaklı müdahaleler üzerinden toplumun geniş kesimlerinin refahını gözetecek şekilde işlemesi sağlanabilir.

Diğer bir ifadeyle, AKP’nin kökten piyasacı ekonomi politiğinin ülkeyi çok katmanlı bir darboğaza soktuğu tartışma götürmez ve buradan çıkışı önceleyen bir devlet yönetimine, bir restorasyon sürecine ihtiyaç vardır.

//AKP ülkeyi neden yönetemez?

Gemiyi yürütebilmeleri için hesap verebilirlikten uzak bir devlet yönetimini sürdürmeye ihtiyaçları var. Geçmişin kurcalanmaması gerekiyor. Neleri yuttuğunun görünmesinden korktukları kara delikler aydınlanmasın istiyorlar.         

Ülke kaynaklarının çarçur edilmesi, geleceğimizin dış borç yükünden dolayı ipotek altına alınması elbette ciddi sorunlar arasındadır. Ancak asıl mesele: demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti niteliğini kaybeden bir cumhuriyet rejimine doğru hızla ilerlememizdir.

Dahası, AKP’nin yıllardır tabanına pompaladığı Cumhuriyet karşıtı söylem öyle içselleştirildi ki, İslamcılık, yoksulluk, eğitimsizlik üçgenine sıkışmış bu kitle, içinde bulunduğu olumsuz yaşam koşullarını Cumhuriyet’in çağdaş niteliklerine bağlayabiliyor.

Bunda AKP’nin ürettiği hikâyeciklerin önemli bir payı olmakla beraber, bazı aydınların konuyu  merkez-çevre ilişkisi kapsamında ve çevrede yaşayanların merkezi, yani siyasi iktidarı ele geçirmesine endekslemesi ve bu sayede ülkede demokrasinin geliştiğini ileri sürmesi de var.

Çünkü bu teze göre: AKP ülkeye gerçek demokrasiyi getirirken, AKP öncesi dönem adeta “kapalı rejim” muamelesi görüyor.

Ve böylesi bir algı operasyonuna da can dayanmıyor.

Çünkü neresinden tutarsanız orası şekilsizleşen bir denizanası gibi, iler tutar yanı olmayan AKP merkezli demokratikleşme hikâyeleri karşısında insanın nutku tutuluyor.

Ülke demokrasisinin gelişmesine gereksinim yoktur demiyorum. Siyasal tarihimizde önemli bir yeri olan ve vesayet rejiminin baş aktörü TSK’nın darbelerini de unutmuş değilim. Ama AKP’nin “Yeni Türkiye”nin mimarı mahlasıyla gerinmesini ve demokrasi havarisi kesilmesini de gülünç buluyorum.    

Bir kere çevre-merkez ilişkisinin geçirgenlik dinamiğini üretim ilişkileri oluşturur.

Kapitalist düzenin taşıyıcı unsurlarından kentleşme, sanayileşme, modernleşmenin doğurduğu sonuçları AKP’nin siyasal zihin dünyasından neşet eder gibi göstermek, bir çarpıtmadan ibarettir.

AKP’nin önce Ortaçağ’dan çıkması ve modern zamanlara ulaşması lazım…  

Kuşku yok ki, Türkiye’nin Atatürk ve arkadaşlarının aydınlığında kurulan laik devlet yönetim modelinin önemini kavrayamayan/kavramak istemeyen, ya da siyasete dini bulaştırarak varlık göstermek işine geldiği için öyle davranan AKP’yi doğru anlamak/çerçeveye oturtmak içindir bu tespit.

Genel hatlarıyla ne demek istediğimiz anlaşılmış olsa da, konuyu açmak lazım.

Çünkü AKP’nin hem kendini anlatmada, hem de kendisi hakkında söylenenleri çarpıtmada manevra kabiliyetinin yüksek olduğunu biliyoruz.

Bu nedenle, yeri geldiğinde,  AKP’nin dünya görüşünü, amaç ve hedeflerini, icraatlarını, perde arkasındaki tutum ve davranışlarını iyi bilen, bizzat bu hareketin içinden gelenlerin açıklamalarını, itiraflarını ortaya dökerek iddialarımı kanıtlamaya çalışırım. Tercih ettiğim bir yöntemdir.

Levent Gültekin’in, Eylül başında yayımlanan “Şatafatlı Mağlubiyet/İslamcıların İktidarla İmtihanı” isimli kitabının içeriği hakkında Tayfun Atay ile gerçekleştirdiği söyleşiden (Cumhuriyet, 26 Eylül 2015) bazı tespitleri paylaşarak başlayalım.

“…7 Haziran’da yalnızca din vardı seçim meydanlarında. Şimdi artık din de yetmiyor. Çünkü onu harcayıp tükettiler. Şimdi onun yanına milliyetçilik de eklendi. Aslında çok ciddi bir mesele var: Ülkeyi yönetenler o meydanlarda bu ülkenin yarısını gayri milli, yani düşman ilan ediyorlar. (…) Devletin tekeline giren pespaye bir din anlayışı ve onu kullanan kifayetsiz muhterisler var. (…) İslamcıların demokrasiden de öte bir medeniyet projeleri vardı. ‘İslam barış dinidir’ diyorlardı. Ahlakın kaynağını İslam kabul edip kendilerini toplumun en ahlaklı insanları olarak görüyorlardı. İslam aynı zamanda özgürlük diniydi. Yani geldi, putları kırdı, herkese hayat hakkı tanıdı. ‘Senin dinin sana benim dinim bana’; bunu slogan haline getirmişlerdi. ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir. Biz öyle bir Türkiye kuracağız ki hiç kimse aç yatmayacak’ diyorlardı. ‘Ötekilerin’ yaptığı sinemayı, edebiyatı, mimariyi, meselelere yaklaşıma burun kıvırıyorlardı. Kendilerini Batı dünyasının alternatifi olarak görüyorlardı. Buna benzer değerlerle kendilerine bir dünya görüşü oluşturmuşlardı. Fakat anladık ki bunlar slogandan ibaretmiş. (…) Entelektüel, dindar, ahlaklı adamlar gitti içlerinden … üç günlük iktidar uğruna yolsuzlukları içine sindiren, sınav sorusu çalan, adam kayıran, kaba, nezaketsiz, çatışmacı, faşist ruhlu insanlar çıktı. Sanki bu insanlar uzaydan geldiler.

Beni o kadar şaşırtıyor ki bu durum anlatamam. (…) Aslında bu çok önemli şeylerin yıkımı…                             Bir, İslamcılığın yıkımı ve iki (ki bu, asıl yıkımdır bana göre) ahlakın kaynağı dindir tezinin bütünüyle çökmesi. Yani buradan baktığımızda ahlakın kaynağının din olmadığı çıktı ortaya,                            İslam’ın ahlak olma, veyahut mensuplarına ahlak kazandırma iddiası bütünüyle çöktü. Üstelik bu İslamcıların eliyle çökertildi. Kemalistlerin, sosyalistlerin, kapitalistlerin eliyle değil…

ORTAÇAĞDA KALDILAR, 2015’e GELEMEDİLER 

Şu anda Türkiye’yi dindarlaştırmaya çalışan Ak Parti kadroların çocukları bile seküler!                                      Söz geçiremiyorlar artık. Çünkü günümüz İslam yorumu hayattan koptu. Kendini yenileyemedi. Mesela kendi kızı Erasmus projesiyle yurtdışında okuyan İslamcı bir yazar Erasmus aleyhine köşe yazısı yazıyor…  Gençlerin dilini anlayamıyorlar, gençlere söyleyecek bir sözleri yok. Çünkü Ortaçağ’da kaldılar. Ve ne yazık ki 2015’e gelemiyorlar. Türkiye aslında bir kabuk değiştiriyor. Eğer bu dönemi daha fazla yara almadan atlatırsak Türkiye büyük bir beladan kurtulmuş olacak…”

Evet, Levent Gültekin’in tespitleri böyle…

İtiraz etiğim iki nokta var tabii.

Ahlâkın kaynağının dine bağlanması mesela. Elbette ahlâk önemli bir değerdir dinde.

Ancak din siyasallaşır, toplum üzerinde bir baskı aracına dönüşürse o artık başka bir şeydir. İktidar hırsına ve çıkarlara hizmet eden bir araca dönüşür. Ki, Levent Gültekin de bu dönüşümün dinamiklerini ve vardığı noktayı çok güzel ortaya koymuş.

Ama yanılmasına, şaşırmasına da ben şaşırdım açıkçası.

İkinci husus; İslamcılıktan bir demokrasi ve medeniyet projesi çıkarmak…

Ham hayaldir, fıtratına uygun değildir. Gültekin’in bu yöndeki beklentisinin cevap bulmaması da bunu göstermiyor mu?

Kendinden olmayanları ‘öteki’ diye nitelendiren zihniyetten demokrasi çıkar mı?

‘Ötekilerin’ yaptığı sinema, edebiyat, mimariyi, meselelere yaklaşımını küçümseyeceksin ama ürettiğin kayda değer bir şey de olmayacak.

Batı dünyası ile bu şekilde yarışılamaz dostlar.

Oryantalizm/Oksidentalizm ekseninde sıkışıp kalmaktan öte bir anlamı yoktur. 

Kendimizi Batı karşısında ezik hissetmemek için dini siyasete alet etmeyi, İslami referansları siyasette kullanmayı bırakmalıyız öncelikle.

Çağın gerçeklerini ve gereklerini iyi okumalıyız.

Ama AKP ülkede bilimi iğdiş etmeye devam ediyor maalesef. İşine öyle geldiği için tabii. Hâlâ kutsal değerleri istismar etmekte ısrarlı; çünkü tabanını bu şekilde kendine bağlı tutabileceğinin farkında.  Bu nedenle eğitim sistemimiz ezbere dayalı, özgür ve sorgulayan beyinlerin yetişmesi istenmiyor.

Bilim ve teknolojide gelişmişlikten anladıkları Batı’nın ürettiği teknolojileri satın alıp kullanmak. Bilim insanlarını teşvik edecekleri yerde çalışamaz duruma getiriyorlar. TÜBİTAK, TÜBA ve üniversitelerin durumu ortada…

Daha fazla söze gerek var mı?//

Alıntı, Ekim 2015’te bu köşede yayınlanan “AKP ülkeyi neden yönetemez?” başlıklı yazıdan.                   Dokuz sene geçmiş ve AKP iktidarını sürdürüyor; fakat yazıdaki saptamalar da güncelliğini koruyor.

Şüphesiz yeni bir virajdayız. AKP iktidardan düşmemek, CHP’nin erken seçim manevralarını boşa çıkarmak için büyük bir çaba içinde.

Dün yine İstanbul’un dokuz ilçe belediyesine ‘kent uzlaşısı’ temelinde operasyon düzenlendi; gözaltılar var.

Tutuklanan belediye başkanları, İmamoğlu’na açılan davalar, ‘şaibeli kurultay’ soruşturması, maksadı ortaya koyuyor. Operasyonların art arda gelmesi ise siyasal alanda gerilimi  tırmandırıyor.

Evet, Özgür Özel’in normalleşme/yumuşama muhabbetinden çark etmesine ve dört elle erken seçimde kurtuluş aramasına sebep AKP operasyonları devam edecektir. Çünkü AKP’nin iktidarda kalabilmesinin yolu, CHP’nin itibarsızlaştırılmasından geçmektedir.

Peki, AKP ataklarına set çekebilecek mi, sandığı 2025’te seçmenin önüne getirebilecek mi CHP?

‘Şaibeli kurultay’ soruşturması, Mansur Yavaş’ın cumhurbaşkanı adaylığı önseçimine katılmama kararı, Ekrem İmamoğlu’nun parti yönetiminde belirleyici ağırlığı, siyaset tarzı ve bu hususların CHP’deki yapısal sorunlarla ilişkisi yani CHP’nin hali, önümüzdeki haftanın konusudur. 

    En az 10 karakter gerekli


    HIZLI YORUM YAP

    SON DAKİKA HABERLERİ