DOLAR 32,9949 -0.11%
EURO 35,8195 -0.26%
ALTIN 2.528,010,83
BIST 10.891,420,18%
BITCOIN 22301611,30%
Edirne
30°

AÇIK

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

193 okunma

Türkiye’nin “Orta Doğu” Politikası

ABONE OL
15 Şubat 2024 16:16
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Türkiye Cumhuriyeti Devleti bugünkü sınırlarını belirledikten sonra “Orta Doğu”” olarak anılan coğrafyadaki devletlerle de ilişkilerini devam ettirmiştir. Bu cümle son dönemde geliştirilen anlatının aksini ifade ediyor değil mi? Ancak gerçeklik bu! Örneğin İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Devletimizin kurucusu Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ü ziyareti… Hadi biraz araştırmanızı önereyim… Bitmedi Irak’ta 1960’lara kadar Harbiye’den mezun pek çok kişinin idarede oluşu. Hatta Cemal Abdülnasır’ın Atatürk’ün hayatını hayranlıkla okuması. Bunu ben değil Henry Kissinger Liderlik adlı kitabında açık bir şekilde belirtiyor. Bunları da biraz araştırmanızı önereyim.

Peki o kesinti ve Türkiye eskiden “Orta Doğuya” ilgisizdi sözleri nereden geliyor? NATO ve Varşova Paktının sınırlarının netleşmesi,İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemden özellikle nükleer savaş riskinin arttığı 1960’lara gelindiğinde Türkiye ait olduğu Batı bloğunda yer alırken;Irak, Mısır, İran gibi devletler kendi iç dinamiklerinin de getirdiği olaylar dolayısıyla NATO paktının kesinlikle dışında dururken çoğu zamanda SSCB ile yakın ilişkiler kurmuştur. Dolayısıyla bu ittifak ilişkilerinin günümüze oranla çok daha keskin sınırlarla anıldığı özellikle 1960-90 döneminde zaten ilişkilerin düşük seviyede seyretmesi son derece normaldi. Bunun aksini iddia etmek için ya diplomasi tarihinden bihaber olmak yahut o tarihi olayları görmezden gelmek gerekir.

SSCB’nin yıkılışıyla ilişkiler farklı bir noktaya evrilmek suretiyle ortaya çıkmaya başladı. Bu süreçte uluslararası politikanın sistemik yapısı içinde beliren krizde Türkiye Cumhuriyeti Devleti bölgesel seviyede dengeleyici bir rol üstlendi. Elbette Saddam Hüseyin döneminde Irak’ın kuzeyinde gerçekleşen olaylarda sınırların açılması suretiyle ortaya çıkan durumda Bölücü Terör Örgütü lehine bir durumun belirdiğini belirtmeden geçemeyeceğim.

Sonrası dönemde adına “Arap Baharı” denmeye çalışılan ve olayların başlangıcında övüle övüle bitirilemeyen kargaşa dönemi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin politikası için ayrıca değerlendirilmesi gereken bir dönem oldu. Dış politika yapımının geleneksel kuralı olan başka devletlerin içişlerine karışmama hususunda sınırların oldukça zorlandığı bu dönem maalesef “Bahara maruz kaldığı” iddia edilen devletler üzerinde bir hakimiyetin kurulmasına değil bilakis bu devletlerle ilişkilerin gerilmesine neden oldu.

Robert Cox’un yaklaşımının zorlanarak “olmasını istiyorum çünkü neden olmasın” şeklinde çeşitli söylemlerle propagandist biçimde ittirildiği bu dönemin sonuçları Mısır’ın Yunanistan ile yakınlaşması ve özellikle Doğu Akdeniz’de Türkiye Cumhuriyeti Devleti çıkarlarının aleyhine anlaşmaların imza edilmesiyle sonuçlandı. O dönem dış politika yapıcıların umarım kendilerini eleştirebilme imkanları olur bu hususta.

Gelinen durumda bu ilişkiler yeniden rayına ve hatta olması gereken düzeye çekiliyor. Bu noktada Türkiye Cumhuriyeti ile Mısır arasındaki yakınlaşmanın ayrıca önemli olduğunu değerlendiriyorum. Geçen gün TRT Radyosuna verdiğim mülakatta da ifade ettiğim gibi Mısır ile tesis edilecek bir Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması Libya ile yapılandan çok daha etkili bir sonucu doğuracak. Zira Libya’daki iki başlı hükümetin varlığı ve süregelen iç çatışmalar yapılan anlaşmadan beklenen verimin doğmasını engelledi. Ancak Mısır geçirdiği iç çatışma döneminden sonra istikrarlı bir döneme girdi. Bu noktada Mısır ile irtibat kurmak için atılan adımlar da son derece isabetli. Eğer Mısır ile bir Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması imzalanabilirse Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki aleyhimize geliştirmeye çalıştığı politik ilişki ağı da en azından gevşetilecek. Bunun bir sonucu da bizim Kıbrıs davamıza yansıyacaktır ki Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin eli Güney Kıbrıs kesiminin elinin zayıflamasından dolayı oldukça kuvvetlenecektir. İşte tam bu yüzden sıkça kullandığım bir ifadeyi tekrar edeyim, dış politika uygulanan koridorlar morg soğukluğundadır. Duyguların dış politika yapım sürecinde işi yoktur. Aslolan devletimizin çıkarlardır. Umuyorum dış politika yapıcılar şu an takip edilen yolu geliştirerek devam ettirirler. Zira Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren takip ettiği “Orta Doğu” politikasının yolu da budur. Haftaya görüşmek dileğiyle memleketimin güzel insanları.

    En az 10 karakter gerekli


    HIZLI YORUM YAP

    SON DAKİKA HABERLERİ