DOLAR 32,2599 0%
EURO 34,7081 -0.1%
ALTIN 2.405,090,21
BIST 10.336,500,68%
BITCOIN %
Edirne
20°

PARÇALI BULUTLU

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

204 okunma

KONUKLARINIZIN SESİ 341

ABONE OL
13 Şubat 2024 13:38
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Turan Dursun’un yaşam öyküsüne devam.

           Bir önceki (24.01.2024’teki) yazımızın sonunda onyedi-onsekiz yaşlarındaki Turan Dursun, Diyanet işleri yüksek kurulu başkanına gitmiş, müftü ve vaiz olmak istemiş, o da “Git, sen daha Türkçe bilmiyorsun, askerliğini yap, ondan sonra” demişti.

            (2) “O zaman köy imamlığı yaptım. Tarsus’a bağlı Baltalı köyünde… (1) Ben askerliğimi yaptım bu arada. Kütahya’da ve Adana’da İncirlik’te… İyi Türkçe konuşmayı askerlikte elde ettikten sonra İstanbul’a geldim. İstanbul’da Üçbaş ve İsmailağa medreseleri vardı. Bir derneğin organizasyonunda Arapça eski usulle talebe yetiştiriyorlardı. Müftü, vaiz, yetiştirme yoluna gidiyorlardı… Orada kimi derslere hoca bulunmamış. Kendimi orada buldum. Orada yüksek düzeyde sayılan dersleri okutmaya başladım, birkaçını bir arada okutmaya çalıştım. O zaman Mahmut Bayram vardı. Vaizdi, oranın hocaları arasındaydı. Sonra hatta alçakgönüllülükle benim derslerime de devam etti. Ben de okumuştum ama böyle okumamıştım dedi. Salih Şeref vardı. Yani İstanbul’un ileri gelen hocalarıyla da görüşüyorduk. Onlar da kimi derslere geliyorlardı ama aşağı düzeyde derslere geliyorlardı. Orasını o şekilde götürdükten sonra gidip bir de müftülük, vaizlik sıvalarına katılmayı düşündüm ve katıldım öğrencilerimle birlikte. Onlardan da birçoğu kazandı. Fakat ortaya bir şey çıktı. İlkokul diplomam yok, tayinim yapılmayacak. İlkokul diploması nasıl alabilirim? Tarih, coğrafya filan güzel ama öbürlerini bilmiyorum. Sınava girdim, tarih, coğrafya sorularını falan verdim. Mahmutpaşa ilkokulunun dışarıdan bitirme sınavlarına girdim. Neyse diplomamı aldım. Kısa zamanda diplomamı almamış olsaydım müftülüğe atanmam yapılamayacaktı. İlk görevim Tekirdağ’da oldu. 1958’in sonlarıydı…

          (İstanbul’daki talebelerin arasında) “Müftü ve epeyce vaiz var. Mesela İzmir Karşıyaka müftüsüydü, şimdi emekli oldu galiba, Abdullah Anlık vardı. Sizin Zaman gazetesinde zaman zaman yazılar yazdığını söyleyen, çeviriler yapan Salih Uçan benim talebelerim arasındaydı ki o çocuk çok zeki bir çocuktu. Arapçayı çok iyi biliyordu. Yani adlarını anımsayamayacağım epeyce öğrencim vardı.

        İlk görevim Tekirdağ’dı. Sonra, müftülük ve ondan sonra müftülükte sürgünler… (2) Aslında çok fazla resmi olarak 1958’den 1966’ya kadar. Ama dinsel anlamıyla 14 yıl kadar yaptım. Müftü fetva veren konumda olmak demektir…

        İlk görevim Tekirdağ’daydı. Gemerek, Türkili, Altındağ ve Sivas’ta müftülük yaptım…

       Sivas’ta köyleri ağaçlandırdık. Her köye 50 ağaç dikilsin dedim. Müftülük lojmanı yerine hastane yapılmasına önayak oldum. İmamlar için kurs açtım. Konferanslar verdim. Kurs için askeriyeden karavana alıyordum. Komutan, “Bir koşulla veririm” dedi, “Eğer Atatürk anıtına çelenk koyarlarsa.” Böylece ilk kez imamlar Atatürk anıtına çelenk koydular. Saygı duruşunda bulundular.

        Sivas’ın Hanzar köyünde su kaynağı vardı. Bir süre sonra yitiyor. Bent yapılsa herkes yararlanacak. Valiye göstermek için başında fotoğraf çektirdim. Köylüler gelmeye cesaret edemediler. “Ağa ne der” diye. Ağa karşı çıkmıştı zaten, “Eski köye yeni adet mi getiriyorsunuz” demişti…

        Tarık Zafer Tunayan’nın başkanı olduğu devrim ocaklarının kurucuları arasındaydım. Sovyetler Birliği’nden 20 lira para almış diye ihbar edilmiş. Diyanet müfettişlerinden Abdullah Güvenç teftişe geldi. Adama su verecek bardağımız yoktu evde. İbrikle vermiştik utana, sıkıla… (1) Söylediler, “Bu müftü kafirdir” dediler. Hatta “Komünisttir” dediler… Orada burada yani sürekli nakil. Çıkıyor, durduruyorlar. En son Halk partisinin hışmına uğradım. En büyük darbeyi ben Halk partisinden yedim. Şaşılası bir şeydir ki, kendim de Halk partili olarak ileri sürülüyordum… Solun S harfinden bile ürperiyordum. Sadece solcu olmak bile beni son derece tedirgin ediyordu…

        Benim bu Üçbaş medresesinden, okuttuklarımdan ya da öğrencilerimin öğrencilerinden biri geldi… İmamlık sınavına koydum ama kazanamadı. Bir baktım, imamlığı kazanamamış olan Kazım Özçiçek benim yerime müftü olarak atanmış, ben de Sinop’un Türkeli ilçesine sürülmüşüm. 300 haneli falan bir yer…

        Benim işte sol dünya görüşüyle tanışmam Sinop’un Türkeli ilçesinde oldu. Bir öğretmen Ali Şarapçı adında. Ben maaşım yetmediği için kentin çok uzağında bir kulübeciği seçmiştim, kiralamıştım. Orada bulunuyordum. Çok berbat bir durumdaydım. O Ali Şarapçı öğretmen, karnı burnunda karısıyla birlikte yardım etmişti. Onarılacak yerleri onarmıştı. Badana yapılacak yerlere badana yapmıştı. Onun için de komünist diyorlardı. Ben de diyordum ki, ne kadar iyi bir adam, keşke komünist olmasaydı. Sonra dedim ki, “Yahu bana hep komünist diyorlar, şu komünist kitapları nasıl şeylerdir bir bakayım göreyim.” “Ali Bey şu komünist kitaplarını getirir misin?” dedim. “Ben de onları okumak istiyorum.” İşte tanışmam ondan sonra oldu…

        Dünyayı tanımaya çalışıyordum. Elimdeki gereçler, İslam’dan vardı, Marksizm’den vardı, başka şeylerden vardı. Nereden hangi şeyi bulursam içinde bulunduğum toplumu, dünyayı daha iyi değerlendirmeye çalışıyordum, çünkü içimde çok birikimler vardı. Çözümlemek istediklerim vardı… Doğabilime yöneldim, etnolojiye yöneldim, çevrilmiş olan ne kadar kitap varsa onları elde etmeye yöneldim. Okudum. O ayrı bir dünya açtı önümde. Sonra inanç sarsılması oldu bende. Benim bu inanç sarsılmasıyla müftülükte kalmam olmaz. Yani mümkün değil. Şimdi ben halka ne söyleyebilirim? Müftülükten ayrılmaya karar verdim. Çöpçülüğe başvurdum. 1965 yılında. Bu arada Diyanet işleri başkanlığından çok değerli bir dostum Tevfik Ersan ile karşılaştım. “TRT var. TRT de sana göre yer bulunur” dedi. TRT ye geçtiğimde beni ambar memurluğuna verdiler. İşimi doğru dürüst yapamadım. Çünkü fiziğim elverişli değildi. Evrak memurluğuna verdiler. Onu biraz başarmaya yöneldim ama bir yayına geçeyim istedim, geçtim ve sınavlara girdim, prodüktör oldum…

        (2) (TRT de) “Yaptığım en ilgi çeken program “Başlangıcından bu yana insanlık.” Sonra “Akşama doğru.” “Tarihte Türkler.” Tarihte Türkleri bir anlatayım. İlginç bir anımdır o benim. Programı verdiler. Tam faşist nitelikli. Seçilen konular, kişiler hep böyle. Ben bu programı nasıl yaparım? Önce dedim ki, “Ben bu programı yapamam.” Anayasanın 125. maddesindeki direnme hakkımı kullandım. Onlar da yazılı emir verdiler. “Yapacaksın” dediler. Tamam dedim. Başka bir yol kalmamıştı. Yapacağım, o zaman ben de bildiğim gibi yaparım. İlk adlar Barbaros Hayrettin Paşa, Turgut Reis. Ben bir programcıyım. Sanatçıyım. Program nasıl yapılır biliyorum. Öyleyse program ustalığı, yöntemi içinde yaptığım zaman sorun kalmaz diye düşündüm. Bir program nasıl ele alınır? En ilginç yanları yakalanır. Peki bu kişilerin en ilginç yanı nedir? Korsanlıktır. İyi, güzel, korsanlık nedir? Açtım sözlüklerden tanımını verdim. Bakalım sözlükler ne diyor? Deniz hırsızı, deniz haydudu. Önlerine gelen program başka türlü oldu. Çok büyük ve ulu gördükleri kimseleri deniz hırsızı yaptım. Çok sevdiğim bir çocuk o zaman müdürdü. Yavuz Güven’in önüne götürdüm…

       ‘Başlangıcından bu yana insanlık’, sinyali bile bir devrim yaratacak nitelikteydi. Sinyalde maymunlar kaynaşıyor, sesleri filan. İnsanın maymundan geldiği anlamını vermek için. Deniyor ki, dinlere göre insanlığın başlangıcından bu yana geçen zaman ancak beş-altı bin yıldır. Oysa bilim milyonlarca yıla götürüyor bunu. Arada bilimle din arasında bu kadar uzaklık vardır…

        Muhammed’in miracından söz ediyoruz. Birinci kata geldiler. Muhammed ve Cebrail kapıyı çalıyorlar. Öbür tarafta bir bekçi var. “Kim o” diye bağırıyor. Kendilerini tanıtıyorlar. Ben o sırada efekt olarak bir şarkının sözlerini koyuyorum. “Hadi, hadi, yalancı, yalancı”. Herkes şaşkınlığa uğruyor. Bu nasıl program diye. Diyanete başvuruyorlar. Diyanet şaşkın. Diyanet en son şunu yaptı. TRT yüksek kurulu toplandı. “Bu programa derhal son verilsin” dendi. Bu 1977-1978 yıllarında oldu. 1976 da sürülmüştüm. Bir program yapıp, sürülüyorum.

          Bu benim önerdiğim bir programdı. 17 dizi gerçekleşti. Ama kestiler.

             İstanbul’a geldim. Bir sürgünüm de burasıydı. Bir sandalye verdiler. Oturdum, bir iş yaptırmadılar. Bir gün dilekçe verdim. “Ben vezneden para alıyorum, bunu bir hizmet karşılığında almıyorum, ya bana görev verin ya da görevime son verin” …

           Sürgünümde genel müdürü mahkemeye vermiştim. Genel müdürü ve Ankara bürosu müdürünü 15 er bin lira tazminata mahkûm ettirmiştim. 1982 de emekli oldum. Ayrıldım. Ben TRT den kurtuldum. TRT benden kurtuldu.

           Turan Dursun’un eşi kendi köyünden. Üç çocukları var. Eşinin ruhsal bunalımları olmasına karşın ona önem vermiş, ayrılmayı hiç düşünmemiş. Eşi ise Turan Dursun’a bir tür tapıyor. Turan Dursun’un babasına söylediği “Efendi baba, Allah Allah diyorsun ama ben senin oğlunu Allah’tan daha yüksek görüyorum” demesi buna bir belge.

             Abit Dursun’un anlatımıyla “Kapımızın önüne gelen Nur tarikatının yönlendirdiği silahlı bir genci gördüğümde ben altı yaşlarındaydım. Babam katledildiğinde (4 Eylül 1990) otuz.”

             Turan Dursun ile ilgili ayrıntılı bilgiyi turandursun.com-dinlerden özgürlüğün sesi’nde bulabilirsiniz. TRT programlarının videolarını bulamadık.

                                                                                                                                    Sağlıcakla,           

    En az 10 karakter gerekli


    HIZLI YORUM YAP

    SON DAKİKA HABERLERİ