Ne fark eder ki kör insan için
Elmas ta bir cam da
Sana bakan bir kör ise
Sakın kendini camdan sanma
MEVLANA
Çok sevdiğim İstanbul’un Demir Kapı semtine yolum düştü. Oradan yüksek sarayın yani Tekfur sarayının bulunduğu şişehane sokağa gitmek durumunda kaldık. Adından da anlaşılacağı gibi burada eski devirde bir şişehanenin bulunduğu bilinmektedir. Sur içinde bu küçük yolculuğu arabamızı park ederek yaya olarak yaptık. O zamanlar haliç temiz, fabrika yok, kanalizasyon yok, dolayısıyla Haliç doğal halinde, yüksek saraydan altın boynuz gibi görünüyor.
İstanbul alındığında şehir sur içinden ibaret ve nüfusu yaklaşık 35 bin civarında. Edirne’nin nüfusu devamlı büyüme gösteren Osmanlı başkenti olması hasabiyle yüz bini aşmış durumda. Şişehane sokağına gidilip de şimdilerde onarılıp çini müzesi haline getirilen Tekfur sarayını gezmemek olmaz tabii.
İstanbul alındıktan sonra Osmanlı tekfur sarayını kullanmıyor. Bugünkü Beyazıt meydanında müftülüğün oralarda Fatih kendine ilk devlet yönetim yeri yaptırıyor. Kullanılmayan Tekfur sarayı zamanla atıl hale geliyor, ta ki Lale Devrine kadar. Sur dibindeki bu saray Lale Devrinde işler hale getiriliyor ve ihya edilip çini imalathanesi haline dönüştürülüyor. İznik’ten çini ustaları buraya getiriliyor. Dünyanın en ünlü çinileri burada üretiliyor. Bugün pek çok kolleksiyonerin peşinde koştuğu çiniler burada imal ediliyor. Lale Devrinden sonra işler ters gidiyor. Osmanlı gerileme devrine girince çini imalatı yapılan yer kapanıyor. Tekfur sarayı metruk bina haline geliyor. Serkeşlerin barınağı oluyor adeta. Bir ara fil ahırı olarak ta kullanılan bu yer, bir çöplüğe dönüşüyor, metruk bir bina haline geliyor.
Tekfur sarayının ilginç bir hikayesi var. Kullanılmayan bina baldırı çıplaklara mekan oluyor. Baldırı çıplaklar o dönemde bu günkü kağıt toplayıcılarının karşılığı. Her semtin bir baldırı çıplağı var. Baldırı çıplaklardan biri metruk haldeki sarayda çöpleri karıştırırken bir ham elmas buluyor. Ne olduğunu pek anlamadığı cam parçası olarak gördüğü nesneyi deniz kenarına gidip güzelce yıkıyor, yıkanan elmas parıl parıl parlıyor. Bu nesneyi yakın çevrede yontulmamış tahta kaşık yapan bir esnafa gösteriyor. Kaşıkçı buna karşılık baldırı çıplağa üç adet tahta kaşık verip, elması alıyor. Kaşıkçı üç tahta kaşığa aldığı elması kapalı çarşıda bir kuyumcuya götürüyor. Kuyumcu bunu on akçeye alıyor, kaşıkçı üç tahta kaşığa aldığı elması on akçeye sattığı için çok sevinçli. Kuyumcu on akçeye aldığı elması saraya götürüyor. On akçeye aldığı elması bin akçeye Osmanlı sarayındaki kuyumculara satıyor. Kuyumcuda sevinç içinde. On akçeye aldığı elması bin akçeye satmıştır. Belki de Osmanlı hazinesinin en kıymetli parçası olan Kaşıkçı elması 86 kırat yani yaklaşık 17.5 gr ağırlığında, çevresi çift sıra olacak şekilde 49 elmasla saray kuyumcuları tarafından süsleniyor. Dünyada en çok bilinen elmaslar arasındadır. Değerini bulmuştur ve adını ilk satın alan Kaşıkçı’dan almıştır. (Dünyanın en ağır elması 969.8 kırat yani yaklaşık 199 gr ağırlığında Sierra Leone yıldızıdır.)
Bugün Topkapı sarayı müzesinde her gün yaklaşık 15 bin kişinin ziyaret ettiği kaşıkçı elması turistlerin ilk uğrak yeri.
Birçok kişinin değeri yontulmamış elmaslar gibi içinde saklıdır.