CHP’de kadim meşgale tüzük kurultayı heyecan yaratmışa benziyor.
Parti içi demokrasi yoksunluğundan mustarip üye, yeni tüzük sayesinde demokratik bir yönetimin tesis edileceği beklentisi içinde.
Parti içinde sözünü söyleme imkânı bulamayan üyenin ‘çalışma grubu’ addedilen parti dışında örgütlü zeminlerde uğraş verip geliştirdikleri öneri ve talepler basında ve sosyal medyada sıkça karşımıza çıkıyor.
Genel merkezin dijital ortamda doğrudan üyenin fikrine başvurduğu da biliniyor.
Sonuç pek ilginç…
CHP’nin Örgütlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Balıkesir Milletvekili Ensar Aytekin, Saygı Öztürk’e kurultay öncesinde yapılan çalışmaları aktarmış.
Parti örgütünden ve hatta demokratik kitle örgütleri ile vatandaşlardan gelen görüşlerin toplamı 8 binmiş. (Sözcü, 28 Ağustos)
Örgütlerden sorumlu genel başkan yardımcısının her şeyi bir kenara bırakıp önce şunu kavraması lazım: CHP’nin üye sayısı 1,5 milyon civarında ama gelen görüş 8 bin ki bir kısmı da demokratik kitle örgütleri ile vatandaşlardan.
CHP üyesi nerede, hangi örgüt?
Önce partililerini aramalı örgütlerden sorumlu başkan yardımcısı, hatta selefi Oğuz Kaan Salıcı’ya danışmalı ve ortadaki garabeti anlamaya çalışmalıdır.
Salıcı, “ben örgütü hiç sallamadım, benim için üye de sadece seçim dönemlerinde hatırlanan sandık görevlilerinden ibarettir” derse de şaşırmamalı.
Sanılmasın ki parti içi toplantılarda yeni tüzük hakkında üye düşünceleri, önerileri alınmaktadır. Laf olsun torba dolsun misalidir, şekilseldir o toplantılar.
Toplantılara katılım sayısını araştırırsa örgütlerden sorumlu başkan yardımcısı, acı gerçek yüzüne çarpacaktır fakat umurunda da olmayacaktır çünkü selefi gibi o da CHP örgütünün kontrol altında tutulmasını görev addetmek mecburiyetindedir yeni oligark zincirinin bir halkası olarak…
CHP merkez yönetimleriyle irtibatta TÜSES, Toplumcu Düşünce Enstitüsü, SODEV, SDD gibi fikir kulüpleri de CHP tüzük kurultayı sürecine katkı veren çalışmalar gerçekleştirdiler.
Toplumcu Düşünce Enstitüsü’nün çalışmasının tamamına bu linkten ulaşabilirsiniz. https://www.toplumcudusunceenstitusu.org/chp-eylul-2024-tuzuk-kurultayi/
Enstitü, CHP’de siyasal etik değerlerin rafta kalmaması için yaptırım öneriyor.
Partide örgütlenmenin sandık merkezli düzenlenmesine, aşağıdan yukarı bir parti işleyişine, katılımcı demokrasiye önem verilmesinin kaçınılmazlığını vurguluyor.
Sosyal demokrat bir parti iddiasındaki CHP’de üyenin temel taş, örgütün dönüşümcü güç ve merkez noktasının da etkin, saygın, nitelikli, inançlı bir üye tabanı görülmesi savunuluyor.
“Ödünsüz önseçim/çarşaf liste” mekanizması, genel başkanlık seçiminde tüm üyelerin doğrudan iradelerini yansıtan katılımcı anlayış, CHP’nin demokratik ülke yönetimi iddiasında turnusol kağıdı addediliyor.
Tüm üyelerin katılımına açık olan ve tüm üyelerin konuşma hakkına sahip olduğu aylık örgüt toplantılarının il, ilçe yönetim kurullarının asli görevleri sayılması, İl ve ilçe yönetimlerinin bir yıl içinde yapılacak olan örgüt toplantılarına ilişkin takvimi genel merkeze iletmesi ve üyelere duyurulması, bildirilen takvime üst üste 2 defa uyulmamasında görevden el çektirme sonucu doğurabilecek nitelikte bir disiplin suçu, Enstitü’nün yeni tüzüğe dair altı çizilmesi gereken önerilerindendir.
Enstitü, önerilerinin elzem yanını ise bir alıntıyla ifade etmiş:
//Ünlü siyaset bilimci Schattschneider’in dediği gibi “Aday belirleme sürecinin niteliği, partinin niteliğini tayin eder. Adayları kim seçebiliyorsa, partinin sahibi de odur.”//
TÜSES’in CHP merkez yönetimine sunduğu raporda da parti içi demokrasi vurgusu hâkim. Raporda, dillere pelesenk “değişim’ sözcüğünün içinin doldurulması gerektiğine dikkat çekiliyor; çarşaf liste, önseçim, seçilmeyle ilgili dönem sınırlaması öne çıkıyor.
Ayrıntılar, TÜSES Başkanı Altan Ertürk’ün Medyascope söyleşisinde…
Buradan, ilk bölümü bitirirken sorduğumuz soruya gelelim…
//CHP’de parti içi iktidarı ele geçiren zümrenin borusunun öttüğü bir parti yönetim
anlayışı/tarzı yeni bir tüzükle aşılmak mı isteniyor; demokratik/saydam/dürüst bir parti yönetimine yol verilecek mi?//
Zor görünüyor; CHP’deki oligarşik yönetim düzeninde ısrar edilecektir.
Neden mi? Çünkü muhalefet dozuna dahi ayar veren güç odaklarının vesayeti altındadır CHP.
Ancak, ülke geleceği açısından CHP’nin önemine vakıf partililerin, parti dışında tutulanların oluşturdukları çalışma gruplarının özverili ve geleceğe umutla bakmak adına oluşturdukları demokratik tüzük önerileri, merkez yönetim odaklı klikleri ifşa etmeleri, marazanın yaygın anlaşılmasını sağlayacak ve dolayısıyla oligarkların işini de zorlaştıracaktır.
Tüzük kurultayına giderken muktedirler arası buluşma trafiği, eski ve yeni oligarklar arasında hesaplaşma, parti içi iktidar kavgası görüntüsü, sadece partililerde değil seçmende de kafa karışıklığına, güvensizliğe ve hatta karamsarlığa sebebiyet veriyor.
Oysa 31 Mart sonrası CHP’den beklenen ülkeyi çıkmaza sokmuş bu iktidar karşısında daha etkin muhalefet yapmak ve ülkeyi düze çıkaracak politikalarını halka anlatarak alternatifliğini öne çıkarmak değil miydi?
Gelin görün ki, yeni tüzük yapım sürecinde ortaya dökülenler halkın beklentilerine cevap vermekten uzak.
Gevezelikte sınır tanımayan Kılıçdaroğlu’nun tüzük kurultayı sonrası öngörülen yeni program çalışmasına ilişkin püskürttüğü laflar, muktedirler arası çekişmeye başka bir boyut kattı.
Zamanlaması ve içeriğiyle tam bir provokasyon/mikserlik örneği Kılıçdaroğlu lafları şöyle:
//Her halükarda zaten Altı Ok’un gelişen dünya ile birlikte yorumunun yine parti programında yer alması lazım. O zaten bütün parti programlarında var. Yeni hazırlanacak parti programında da Altı Ok’la ilgili yeni yorumun, çağdaş yorumun konulması gerekiyor.// (Saygı Öztürk, Sözcü 29 Ağustos)
Yılmaz Özdil’in “Guguk Kuşu” benzetmesi, CHP’ye sokuşturulan Kemal Bey’in yumurtladığı bu lafların iler tutar ve ciddiye alınacak bir yanı elbette yok; ancak siyasette utanma duygusunu kaybetmemek gerektiğini birinin bu sabık genel başkana anlatması lazım.
Nitekim Örsan Öymen, Kemal Bey’e ders niteliğinde ve had bildiren şu sözlerle anlatmış…
//(…) “altı ok”un yeniden yorumlanmaya değil, uygulanmaya ihtiyacı var.
Cumhuriyetçilik ve halkçılık, monarşinin ve oligarşinin antitezidir.
Devletçilik, özelleştirmeciliğin ve neoliberal ekonominin antitezidir.
Laiklik, teokrasinin antitezidir.
Milliyetçilik, ümmetçiliğin antitezidir.
Devrimcilik, statükoculuğun antitezidir.
AKP iktidarında, monarşi, oligarşi, teokrasi, özelleştirmecilik, ümmetçilik, statükoculuk düzenin parçaları haline gelmiştir ve bunların çağdaşlıkla uzaktan yakından bir ilgisi olmadığı gibi, hepsi ilkelliğin göstergeleridir.
Dolayısıyla çağdaş dünyanın parçası olmak isteyen bir siyasetçi, altı oku yeniden yorumlamak saçmalığını bir kenara bırakır, bu ilkeleri olduğu gibi uygular.
Çağdaşlık dünyanın her yerinde bu ilkelerin uygulanması sayesinde elde edilmiştir. Sosyal demokrasi ve demokratik solculuk da özünde, altı ok ile çelişen değil, altı oku tamamlayan ilkelerdir. (…)Tüzük değişikliği sayesinde sağlanabilecek parti içi demokrasinin, partinin temel ilkeleri, ideolojisi ve programı ile dolaylı bir ilişkisi vardır. Çünkü parti içi demokrasinin sağlanması durumunda, partide, partiyi kurnazlıkla ele geçiren oligarşik güçler değil, üyeler egemen olur. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra CHP’de parti içi demokrasinin bir türlü tesis edilmemesinin temel nedeni de budur. Çünkü emperyalizmin uşağı olan alçak oligarşik güçler, medya, belediyeler ve delege ağalığı üzerinden, partiyi, özellikle son yıllarda, bu şekilde ele geçirmişlerdir.//
(Cumhuriyet, 2 Eylül)
Bu köşenin yıllardır dikkat çektiği mahut sorunu Örsan K. Öymen de layıkıyla ortaya koymuş; Kemal Bey’in yerinde olsam gevezeliği bırakıp kaçacak delik arardım.
Önceki bölümden ikinci konumuz; atamayla göreve gelen CHP Edirne İl Başkanı Harika Taybıllı’nın CHP’nin demokratikleşme ihtiyacına dönük çabalarına ve tüzük kurultayı sürecindeki çalışmalarına bakmaktı…
Baktık.
Taybıllı, gerçekleştirdiği ilk basın toplantısında CHP’yi iktidara taşımaktan öte bir hedefim yok demiş. Bu hedefin gerçekleşmesi için ne yapacağını ise söylememiş.
Edirne’de parti mührü Hamdi Sedefçi’ de iken onun kanatlarında ilçe başkanlığı yapan, uzun bir aradan sonra mührün yeni sahibi Recep Gürkan döneminde belediye başkan adaylığı ile ortaya çıkan Taybıllı, atama ile il başkanlığı koltuğuna oturtulmayı Genel Başkan ve MYK üyelerinin kendisini bu göreve layık görmelerinden kaynaklandığını belirtmiş.
Neden başkasının değil de kendisinin layık görüldüğünü söylememiş.
Selefi Samet Kahraman, ondan öncesinde Fevzi Pekcanlı da il başkanlığı koltuğunda ‘mevzuat uygulayıcısı’ ötesinde, iz bırakacak bir varlık gösteremediler.
Yerel mühür sahibinin kanatları altında görev ifa ettiler.
Taybıllı’nın ilk basın toplantısında sarf ettiği sözler de, “böyle gelmiş, böyle gider” anlayışına uygun düşüyor.
Tüzük kurultayı sürecinde de farklılığını görünür kılacak bir girişimi gözümüze çarpmadı.
İlçelerdeki tüzük toplantılarında üye katılımını ele alarak ve yukarıda referans gösterilen tüzük çalışmalarına kafa yorarak bir başlangıç yapabilir, mesela…
Dahası da var ama daha sonra olsun.