TÜSİAD’ın iktidar eleştirileri, iki başkanın hâkim karşısına çıkması ve adli kontrol, yurt dışı yasağı cezasıyla sonuçlandı.
Adliye koridorlarında, polis nezaretinde dolaştırılarak kendilerine kimin patron olduğu gösterildi. Sermayenin her daim iktidarın yanındaki sabit yeri, ‘büyük burjuva sorumluluğu’ da hatırlatıldı.
Bu sorumluluk Vehbi Koç’la başlar ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına dayanır.
Vehbi Koç’un, 1917 yılında işlettiği küçük bakkal dükkânından devlet eliyle büyük burjuva kimliğine yürüdüğü tarihin başlangıcı da 1919’dur.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında “sınıfsız toplum” yapısına uygun bir ekonomik ve sosyal düzen vardı. Ülke ekonomisinin çok zayıf, yoksulluğun yaygın olduğu bu dönem, 2’inci Dünya Savaşı sonrası değişti; sınıflar oluşmaya başladı. Koç’ların serpilme hikâyesinin başlangıcı da bu yıllardadır.
Ticaretle uğraşan Vehbi Koç’un yabancı sermaye ile tanışması 1928 yılında Ford Motor Company ve Standard Oil ile yerel temsilcilik düzeyinde başlar, sanayiciliğe adım atmasıyla hızla gelişir. General Electric’i ikna etmesi kolay olmaz ama 1948’de sağlanan anlaşma ile Türkiye’nin ilk ampul fabrikası 1952’de kurulur. 1950’li yıllardan itibaren, Koç ailesinin ülke sanayisinin gelişiminde öncü bir rol üstlendiğini biliyoruz. Tekstil, beyaz eşya, elektronik, otomotiv, enerji, gıda, turizm, bankacılık gibi birçok alanda gerçekleştirdikleri yatırımların günümüzde ulaştığı boyutu da…
Hiç kuşku yok ki, Türkiye’nin bu mümtaz kuruluşunun kaydettiği ilerleme ve başarıda, Koç ailesinde nesilden nesile aktarılan girişimci ruh, sanayici formasyonu, kapitalist toplum düzeninde temsil ettikleri sınıf kültürüne uygun tutum ve davranışlar önemli bir yer tutar. Diğer bir ifadeyle, ailenin büyük burjuva kimliğine uygun düşen yaşam felsefesi, sınıf bilinci görmezden gelinerek Koç’ların başarı öyküsünü anlamak mümkün değildir.
Ancak şurası da gerçek ki, Koç’ların serpilmesinde/büyümesinde devlet elinin rolünü dikkate almayan bir analiz eksik kalır. Devlet himayesinde gerçekleşen sermaye birikimi ve buna bağlı olarak devlet bürokrasisi ile iç içe geçmiş ve de ülke siyasetinde belirleyici bir konuma kadar uzanan bir tipik büyük burjuva etki çemberini iyi okumak gerekir. Devlet eliyle yaratılmış büyük burjuvazinin, ülke ekonomisinin gelişiminde önemli görevler üstlenmesi ile sınırlandırılamayacak yani siyasal ve sosyal yapımızda da yansımaları olan ve tabii ki devlet katında söz sahibi bir konumda varlığını sürdürdüğü de göz ardı edilmemelidir.
Yoğun koruma duvarları ile desteklenen ithal ikameci sanayileşme politikaları, sanayi yatırımlarının çeşitli teşviklerle desteklenmesi, gümrük ve gelir vergisinde indirimler, devlet yatırım bankalarından sağlanan krediler, devlete yaslanarak gelişen büyük burjuvazinin fotoğraf kareleridir. Devlet ile iç içe geçmişlik o denli örgündür ki, 1960’ların başında Vehbi Koç ve bazı büyük işadamlarının girişim ve talepleri sonucunda holdinglerin hukuki yapısı oluşturulmaya başlanmıştır.
Güçlenen büyük burjuvazinin siyasi, sosyal gelişmeler karşısında ve özellikle Soğuk Savaş döneminde ABD tarafından ülkemizde de pompalanan ‘komünizm tehlikesi’ karşısında örgütlenmesi de gecikmemiştir. Komünizm dalgasını kırmak ve özel teşebbüsün yararları hakkında kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla Nejat Eczacıbaşı önderliğinde, iş çevresi, akademisyenler, hükümet yetkililerinden oluşan Ekonomik ve Sosyal Etüdler Konferans Heyeti kurulmuştur.
Heyet’in, 1961 Anayasası’nın özgürlükçü yanının uzun yıllar bastırılmış olan halkçı ve sol hareketlerin yayılmasına karşı bir faaliyet olarak düşünüldüğü de söylenebilir.
Nitekim Mart 1971 darbesinden sonra TÜSİAD’ın kurulması da tesadüf değildir. İş dünyasının, çalkantılı siyasal dönemlerde toplumsal düzenin korunmasına yönelik sesini duyurma, hükümet üzerinde etkili olmak istemesiyle ilgilidir.
Ecevit hükümetinin (1978) düşürülmesinde TÜSİAD parmağını da unutmayalım.
Bunda Ecevit’in, IMF’nin 1978’de önerdiği istikrar politikalarını uygulamaması gerekçe gösterilse de, iş dünyasının devlet kaynaklı belirsizlikler ve toplumsal düzenin tehdit altında olmasından kaynaklı sorunları öncelikli gördüğünü de söylemek mümkündür. Büyük burjuvazinin ABD’nin ülkeye yön veren politikalarının ve dolayısıyla darbelerin yanında yer alması da bu çerçevede değerlendirilebilir.
Nitekim Ocak 1980’de Adalet Partisi, IMF’nin istikrar paketini kabul etmiş ama uygulamaya sokamadan 12 Eylül darbesi yaşanmış ve yeni liberalizmin ülkede önü açılmıştır. Cunta lideri Evren’in, yeni rejimin dışa dönük bir kalkınma stratejisi öngördüğünü ilan etmesi, ABD’nin Türkiye’de yeni liberalizme yol verildiğini duyurması şeklinde de okunabilir. Ekonomide istikrar ve kapitalist toplum düzeninden yana büyük burjuvazinin hem 1971 hem de 1980 darbelerini desteklemesine ve ABD’nin neoliberal küresel politikalarına eklemlenmesine şaşırmadık elbet.
ABD’nin Soğuk Savaş dönemi faaliyetleri arasında önemli bir yere sahiptir Komünizmle Mücadele Dernekleri. Kurucu önderlerinden Fettullah Gülen’in, ABD tarafından İzmir Kestanepazarı’nda 1966 yılında formatlanmaya başlanmış olması da gösteriyor ki, müttefikimiz ABD hiç boş oturmamış, Türkiye üzerinde uzun erimli plan ve projeler hazırlamış. Zamanı geldiğinde devreye sokacak güçleri yıllar önce oluşturmuş, donatmış, kullanıma hazır hale getirmiş. Türk Talebe Birliği, İlim Yayma Cemiyeti gibi türev kuruluşların da aynı amaçla devreye sokulduğunu, kullanıldığını da biliyoruz değil mi?
1971 yılında Vehbi Koç’un evinde bir toplantı düzenlendiği ve bu toplantıya Fetullah Gülen, dönemin MİT Müsteşarı Fuat Doğu, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagür ve aralarında TSK mensubu olan önemli isimlerin katıldığı, açık kaynaklarda sıkça karşımıza çıkmaktadır.
Daha 1950’de kurulan -ABD’nin çok partili düzene geçişi sağladıktan hemen sonra Türkiye için geliştirdiği Soğuk Savaş dönemi projelerinden- Komünizmle Mücadele Derneği (KMD),
1960 darbesi ardından kapatılır. Başına Türkiye eklenerek 1963’te tekrar devreye sokulan TKMD’nin, CIA destekli kontrgerilla operasyonlarıyla ilişkilendirildiği de sır değil.
Cemaati, MİT aracılığıyla ABD’nin kurdurduğunu; 1971 yılında Gülen’in Ankara’da Vehbi Koç’un evinde Fuat Doğu’dan aldığı direktiflerle cemaat örgütlenmesine girdiğini, Fethullah Gülen’in en yakınlarından biri olan ve orduda cemaatin “imamlığını” yapan Yeni Akit yazarı Latif Erdoğan’ın Ağustos 2016’daki açıklamalarından biliyoruz.
Burjuvazi siyasi erkin arkasında pek görünür olmadan etkin konumdadır; çıkarlarına zeval geldiğinde ise sahneye çıkmaktan geri durmaz.
AKP’nin kuruluşu ve iktidara getirilişinde de TÜSİAD’ın desteği vardı.
Kamu kuruluşlarının özelleştirmelerle patronlara peşkeş çekilmesi, yağan teşvikler, kökten piyasacı düzenlemeler, grev yasakları, emeklilik yaşının yükseltmesi, taşeron sistemi, sarı sendikalar vb. TÜSİAD’ı rahatsız etti mi hiç?
Peki, bugün eleştirdiği sorunların kaynağı cumhurbaşkanlığı sistemine geçişte TÜSİAD’dan bir karşı koyuş hatırlayanınız var mı?
Ülkenin içinde bulunduğu siyasal/ekonomik/sosyal kriz misyonu ve işlevi gereği büyük sermayeyi harekete geçirmiştir. Yaşanmakta olan budur. Büyük burjuvazi “sistem çöktü” diyerek sürdürülemez bir yönetim biçimini dile getirmektedir.
KOÇ Holding’in 2024’ün 3’ncü çeyreğinde 3.68 milyar net zarar açıklaması, 2024’ün ilk yedi ayında 1554 konkordato ilanı, durumun sermaye açısından özetidir.
Grup Kesmeşeker’den şu şarkı ise, sermaye sisteminin özüdür…
Kürt sorunundan anlamamız gerekenlere yönelik DEM Parti açıklamalarının analizi ile başlayacağız önümüzdeki hafta.