Gönül UYANIKTIR
Çocuk yaşta, komşunun kızının düğününde görmüştüm… O yıllarda düğünlerde ‘İnce saz’ ekipleri çalardı. Dönemin müzik anlayışı, biraz da zorunluk ve yoksunluk bunu gerektiriyordu. Keman, cümbüş, gırnata, kanun, tef, davul düğünlerin olmazsa olmazlarıydı.
Aşağı yukarı bütün düğünlerde aynı ‘ince saz’ heyetine rastlardınız. Zengin düğünlerinde eğlencede hiç mola verilmez, bir heyet dinlenir veya düğün yemeği yerken, yerini bir başka müzik heyeti alırdı. Genellikle düğünler bahçeli evlerin avlularında yapılırdı. Avlusu olmayanlar gün önceden talikalarla getirilen kiralık ahşap sandalyeleri sabah erkenden ya bir meydanlık ya da en yakın çıkmaz sokağa daire şeklinde dizer, sandalyelerin üzerine de alanı aydınlatmak için aynı nizamda ampuller çekilirdi. Yaz aylarında gündüz yapılan düğünleri de hatırlıyorum. Kış düğünleri ise genellikle Halk Evi salonunda yapılırdı.
İnce saz heyetlerinden birinde olgun yaşta cümbüş çalan ve şarkı söyleyen bir kadın vardı. Gerçi müzik aleti çalanların hepsi şarkılara da eşlik ederdi. Ama ben çoğunlukla o kadını izlerdim. İri yarı, şişmanca, yeşil gözlü bir kadındı. Şarkıların nakarat kısımlarında, ‘eeeeeeee’ diye ahenkli bir sesle şarkıya yol verirdi. Ekipte, aynı bu müzisyen kadına benzeyen bir genç de, çenesi ile omuzu arasına sıkıştırdığı kemanını, çalmaz adeta konuştururdu. Ben nedense cümbüş çalan müzisyen kadının oğlu olduğunu düşünürdüm. Bu genç müzisyen zaman zaman kemanı bırakır klarnet olduğunu sonradan öğrendiğim bir başka müzik aletine geçerdi.
O ince saz heyetinde bulunan tüm ‘alaylı’ müzisyenler doğaçlama olarak aslında tüm müzik aletlerine hakimdi. Yorulan şarkıcıyı dinlendirmek için bir diğer müzisyen devreye girerek söylemeye başlardı şarkıyı…Güzel günlerdi, hem biz çocuklar için, hem de bu doğuştan Allah vergisi yeteneğe sahip alaylı müzisyenler için… Gündüz gece, günde iki düğünde bile çaldıkları olurdu, onlar için bereketli günlerdi…
Çocukken ev düğünlerini çok severdik, arkadaşlarla buluşur pamuk helva, Hüseyin Amca’nın kof kurabiyesi, halka, horoz şekeri alır bölüşüp yerdik. Yaz mevsimi ise Nebi Güler bisikletli dondurma arabasıyla gelir, onun geleceği saatte cami önünde beklerdik. Düğün bitip gelin-damat gitmeden evlere dönmezdik. Gece veya gündüz mahallemiz her zaman bizim korunaklı alanımızdı.
O düğünlerin vazgeçilmezleri olan ince saz heyetinde keman, klarnet çalan, sonraları klarnette dünyanın sayılı virtüözlerinden biri olan o genç, bundan tam 30 yıl önce öldü. Şarkıların söz ve müzikleri kendisine aitti. Ancak gerçekten zengin olması gerekirken, o orta halli bir hayat yaşadı. Doğup büyüdüğü semtten, komşuları, müzisyen arkadaşlarından ayrılmadı. Kazandığını komşuları ile bölüştü. Ne böbürlendi, ne de, ‘ben starım’ havalarına girdi. Müziğini dinleyenler O’nu ‘caz ustası’ ve ‘gırnata virtüözü’ olarak tanımladılar…
Selim Kızılcıklar, Edirne’de 1 Şubat 1945’te doğdu, 30 yıl önce bugün 15 Ocak’ta henüz 50 yaşındayken kendi mahallesinde öldü. Vefatından birkaç ay önce Hollanda’da verdiği konserde birçok ünlü caz müzisyeninin hayranlığını kazandı. Değerini bilenler bildi. Ama o çok sevdiği Edirne’sinde hak ettiği saygınlık ve değerden yoksun kaldı. Değerini bilenlerle de bilmeyenlerle de fazla bir mesaisi olmadı… Bildiği, alışkın olduğu hayatı yaşadı. Tanrı vergisi yeteneği ile Edirne’den bir ‘Deli Selim’ geçti ve derin bir iz bıraktı…