09 Ekim 2025 Perşembe
Bak bu çok önemli!
23 yıldır Milli’si bitirilen her eğitim bakanın defalarca yaptığı‘devrim!’lere günümüz Eğitim Bakanı da katkıdan kaçınmıyor! 2025-2026 döneminde “zilsiz okul” uygulaması başlattı! Amaç; öğrencilerde sorumluluk bilincini artırmak.‘Çocukların zaman yönetimini öğrenmeleri, içsel motivasyon sağlamaları, kendi öz disiplinlerini kazanmaları için…’
Bakanın bu buluşu benimde yıllardır, ‘neden bu kadar sorumsuzuz?’ soruma yanıt vermiş oldu! Zilli eğitim gördük ya, ondanmış! Artık olmayacak. Derse giriş çıkışlarda nöbetçinin ‘zzıııırrrrrrrrrrrrrr…’ diyen zil sesini duymayacağız. Hemen anımsadınız dii mi Hababam Sınıfını, Hafize Ana’yı? Hafize Ana rolündeki Adile Naşit’in o sevecen gülüşüyle elinde zil ile merdivenlerdeki görüntüsü unutulmaz bir anıdır.
Buluşlar ihtiyaçtan üretilir. Sayın bakan veya danışmanları ‘zilsiz okul’ buluşunu hangi ihtiyaç sonrasında buldular bilmiyorum. Ama zil olmayınca ilk günlerde sorun yaşayanlar kendi buluşlarını sergilediler! Bir idareci kurala bağlılığını kanıtlamış olmak adına elinde düdük ile bahçedeki öğrencileri derse yönlendiren bir video yayınladı. Bir başkası “haydi, haydi” diyerek topladı öğrencileri. Daha kibar olanı; ‘lütfen lütfen’ dedi. Benzeri uygulamalar ile öğrencileri derse çağıran buluşlar da oldu.
Sanırım Mart ayında zil sesinden rahatsız olan bir kişi okul basarak müdürün kafasını kesmiş. Herhalde bu tekil olay sonrasında yasaklanmadı zil sesi. Seslerden rahatsız olma hastalığı yani Misofonya toplumun %20’sinde var ama şiddete dönüşen tek tük.
Milli Eğitim Bakanlığı yapmış eğitimsiz bakanlar çok geldi geçti. Ama sonuncusu eğitimden en az anlayandır. Öğrencilerin %20’sini kendi çocuklarının da okuduğu özel okullarda geleceğe idareci olarak hazırlamak, kalanını da dini eğitim veren medrese tipi okullarda kul yapmak görevini iyi yapıyor.
Eğitim Bakanlığı’nın eğitimsiz bakanının bu önemli buluşuna katkı sunmak adına kendi buluşlarımı da önerebilirim.
Trafikte ışık, radar, hız sınırı veya kasis gibi kurallar olmasın ki sorumluluk kazanalım!
Camilerde ezan okunmasın ki Allah’ın evine gitme sorumluluğu kazanalım!
Depremde, savaşta sirenler çalmasın ki tehlikeyi önceden hissetme becerimiz gelişsin!
Gibi… Gibi… Binlerce kuralı yok saymalıyız ki kişiler sorumluluk kazansın!
1800’lü yıllarda tabutların içine zil mekanizması yerleştirilirmiş. Çünkü o yıllarda insanların ölüp ölmediği tam anlaşılamadığı için böyle bir sistem geliştirilmiş. Gömülen kişi eğer ölmemiş ise kendine geldikten sonra tabuttan çıkarılması için zili çalarmış.
Yani zil, ölü diye tabuta konulana bile gerekiyor! O halde bakan ne istiyor?
Zil sesini unutalım ki; tabuta her girenin ölü olduğunu kabul edelim.
Zil sesini unutalım ki; iktidarın aç bıraktığı midelerimizin sesini duymayalım.
Zil sesini unutalım ki; okullardaki paydos zili gibi “bu düzene paydos” diyemeyelim.
Bakan bilmelidir ki zil uyandırma aracıdır. Okullardan zil kaldırılsa da uyanmak için yeni araçlar bulunur. Ki işte o zaman dünyada ziller çalacak. İşte o zaman bizim eteklerimizde ziller çalarken onların beyinlerinde gong çalacak.O günler yakındır…
Öncelikle geçen hafta T.Ü. Balkan Yerleşkesi’nde Hasan Ali Yücel Bulvarı adının kaldırıldığı duyumu üzerine yazdığım yazıdan sonra Sayın Rektör Mustafa Hatipler aradı. Hasan Ali Yücel adının kaldırılmayıp çevresindeki düzenleme sonrasında yerine konacağını söyledi. Ayrıca Eğitim Fakültesi binalarındaki iki yerleşke adının da sadece İsmail Hakkı Tonguç olacağını ekledi. Bu nedenle Sayın Rektöre duyarlılığı için teşekkür ederim.
Kentler her zaman aktiftir. Etkinliklerde sorunlar da olur ve bunlar kentlide değişik reaksiyonlar oluşturur. Kent sorunlarının çözümünde fısıltı bilgilerinin sona ermesi için yetkililerin açıklama yapması önemlidir. Bu nedenle Sayın Rektörün bilgi vermesi ve Belediyenin su ve Cuma Pazarı konusunda bilgilendirmesi önemlidir ve her konuda olmalıdır. Aynı beklentiyi valilik kurumlarından da beklemek kentlinin hakkıdır. Çünkü merkezi iktidarın böyle açıklamaları yok gibi.
Tarihi Kentler Birliği toplantısının kentimizde olması kent için bir önemlidir. Umarız dünyanın örnek eseri UNESCO korumasındaki Selimiye’nin onarımında davalık olan konu da gündeme gelir. Katılan başkanlar ve sunum yapacak uzman yetkililer bilgilendirilir ve doğrunun yapılması konusunda çağrı yapılır.
Selimiye onarımı uzmanların anladığı bir konu ise de hepimizi ilgilendirmektedir. Sorun kamuoyunda duyulunca her görüşten kentlinin doğrunun bulunması çağrısı güzel bir birliktelik olduğunu gösterdi. Bu duyarlılığın ve birlikteliğin oluşması en büyük etki 2012 yılında Edirne Kent Konseyi tarafından ‘Selimiye Camii ve Külliyesine, Mirasımıza, Kentimize, Sahip Çıkıyoruz’ adıyla düzenlenen etkinliktir. Etkinliğin amacı Selimiye ve alanının UNESCO koruması yanında asıl sahip olan kentliler tarafından korunacağına dair farkındalık oluşturmaktı.
Bugün ortak akılda hepimiz bu güzelliği yaşadık ki umarız yanlışlıktan dönülür. Bu süreçlerde emeği geçen, sözü olan, bilgi ve belge paylaşan kentlilere ve duyarlı uzmanlara hepimiz teşekkür etmeliyiz.
Kent sorunlarında gerekli bilgi eksik ise her türlü kirli bilgi bilerek veya bilmeyerek yayılır. Altyapı konusunda olduğu gibi. Altyapı konusunda detaylı bir inceleme yazısı olabilir ama şimdilik kısaca yazayım. 2019 yılı ilkbaharında belediye kendi olanakları ile altyapı çalışmalarına başladığını duyurmuştu. Bu merkezi iktidar ile salvo idi sanırım ve elbette bunun da katkısı ile aralık ayında merkezi ve yerel iktidar anlaşarak kuzey yolu üzerinde (Gazi Osman Paşa Okulu önü) devasa boruların görselliğinde siyasi ve kurumsal yetkililerin güzel vaatleriyle çalışmalar başladı. Üç yıl sözü verildi. Sonrasında merkezi ve yerel siyasiler birbirlerini suçlayıp durdu. Arama motorunda arandığında hepsi çıkıyor. Ancak her iki tarafın birlikte başladıkları bu işin bittiğine dair kim ne dedi sorusuna yanıt bulunamıyor.
Ve bugün altyapıda hiç sorun olmaması gerekirken devam etmesini anlamak zorlaşıyor. 2019-2023 arasında neler oldu, altyapı projesi sona erdi mi, bilen yok. Bu çalışmada olmaması gereken altyapıdan kaynaklı sorunların oluyor olmasının en masumu elbette bugünkü belediye başkanıdır. Başkanlığı demiyorum çünkü kurumsal sorumluluk devam eder. Ama varsa geçmişin hatalarının da kamuoyunca paylaşılması kurumsal ve siyasal anlamda zorunludur.
Geçmiş günlerde Dünya Hareketlilik Günü’nde belediyenin ve birkaç yerel bisiklet grubunun katıldığı etkinlik yapıldı. Elbette önemliydi ama kentimizde örgütlenmiş onlarca bisiklet grubu var. Dışarıdan proje türü etkinliklere gerek var mıydı? Kaldı ki kent içi ulaşım amacı olmayan bisiklet etkinlikleri hobiden uzak olmaz.
Geçmiş günlerde bir de yine proje olduğunu sandığım Dünya Temizlik Günü etkinliği vardı. Bunun da amacı kent kirliliğini birlikte yok etmeye dair farkındalıktı. Çünkü kentte onlarca yıldır yapılan temizlik etkinliklerine rağmen kent kirliliği devam ediyor. Kentli olarak kent ortak alanlarını evimiz gibi kent alanlarını temiz tutamıyor isek bunda sadece belediyenin değil biz kentlilerin de eksiği var. Her kişinin ardından belediye çalışanı mı gezecek? Bu konuda hepimizin sorumluluk duyması gerekir. Belediye de daha detaylı, planlı iş yapabilir. Kent temizliğinde kentlinin atıklarını düzenli toplaması ve kenti temiz tutmasıdır. Evlerde ayrıştırmanın zamanı çoktaaan geldi geçti, unutmayalım.
Üzülerek yazıyorum ki kentliler olarak özellikle de sosyal medyada dedikodumuz bol. Dolaşan söylentilerin doğru olamayabileceğini bilsek de taraf olabiliyoruz. Böylece karanlık odalarda boş tartışmalarla ayrışıp duruyoruz.
Kentte gündem olan su, altyapı, dünya hareketlilik gününde bisikletlilerle buluşma, dünya temizlik günü etkinliği gibi konularda yazmak ve fısıltılarla büyütülen sorunları konuşmak gerekiyor ama acil bir konu hepsini ilgilendiriyor. İlgilendiriyor çünkü her işimizde başarı veya başarısızlık aldığımız eğitim ile bağlantılı. ‘Her şeyin başı eğitim’ diyoruz ya eğitimde amaç doğru olmalı. Doğru ne? Eğitimi dinselleştirip özelleştirerek kul yurttaşlar yetişmesine ön açmak mı; yoksa düşünen, üreten ve özgür yurttaşlar yetişmesine olanak sağlamak mı?
Hasan Ali Yücel’i tanır mısınız? Tanımadı iseniz tanımalı, bilmelisiniz. Çünkü Hasan Ali Yücel Cumhuriyetimizin temel taşı olan eğitimin ana yapısını oluşturan kişidir. Dünya eğitim tarihi incelendiğinde 1938-1946 yılları arasında olan T.C. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ön sıralardadır. Bize unutturulmak istenen bu kişileri insanlık unutmaz. Kurdukları eğitim sistemi dünya ülkeleri tarafından örnek alınmıştır, alınmaktadır.
Hasan Ali Yücel Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en etkili Milli Eğitim Bakanıdır. Yoksul ve cahil bırakılmış coğrafyamız insanını çağdaş ülkelerle yarışır hale getirmek için sistem kuran, mücadele eden kişidir. Okuma yazmayı bilmeyen topluma önce eğitmenler sonra köy enstitüleri ile ulaşan bakandır. Devamında dünya klasiklerini dilimize çevirtmiş ve coğrafyamızın önemli kişilerini tanıtan eserleri çoğaltmıştır. Sözde değil özde bir ‘Yerli ve Milli’ eğitim politikası oluşturmuş dev bir insandır. Birçok iktidar gibi ülkemizin iktidarı da üreten, düşünen, özgür yurttaşlar yerine inançlı müşteri yurttaşı amaç edindiği için bu kişilerin dev atılımların karşı ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında atılan bu sağlam temellerin devamını getirmemek için her türlü karşı hareketi yapıyorlar. (Buna devrim diyorlar ki şahsen utanıyorum.)
Laik, çağdaş, cumhuriyetçi kentimiz aydınlanmayı sağlayan eğitim amacına ters çalışmaları yapmaya çalışıyorlar. Merkezi iktidardan cesaret bulanlar yerelden gelen cılız karşı duruşları görmezden gelebiliyor. Kentlilik bilincimiz gereği bu olumsuz çalışmalara karşı sesimizi duyurmalıyız.
Balkanlar’ın üniversitesi diyerek övündüğümüz Trakya Üniversitesi Rektörlüğü her nedense isim değiştirmeler ile uğraşıyor. Bu değişikliklere bugünlerde bir yenisi eklendiğine dair duyumlar kentte tartışma yarattı.Umarız bu duyumlar yanlıştır. Doğru ise de geçmişte Senato kararıyla yerleşkelerdeki cadde, bulvar, bina ve sokak adları verilmişti. Bugün değiştirilmesinin gerekçesi senatoda, akademide ve kentte tartışılmalıdır.
Daha önceki rektörler zamanında da bazı değişiklikler olmuştu. Özellikle Eğitim Fakültesi’nin bulunduğu alana yakışan İsmail Hakkı Tonguç adı değiştirilmek istenmişti. Kentin duyarlı kişi ve kurumları müdahale ettiler ve rektörlük kurnazca bir çözüm ile yanyana olan iki kapıdan biri İsmail Hakkı Tonguç kalmıştı. Yanındaki kapıya da ‘ısrar’ ile istenen yeni ad; Kosova adı verilmişti.
Gündemde olan Balkan Yerleşkesi’ndeki Hasan Ali Yücel Bulvarı’nın adının değişimi umarız sadece bir duyumdur. Sanırım bulvar görseli kalktı ama yenisi de konmadı. Bu değişikliği yapanlar kentteki tepkiyi ölçüp sonrasında icraat eyleyecekler! Umarız böyle bir niyet yoktur. Varsa da ilgili makamdan döner. Ayrıca kentin eğitim örgütleri, siyasi yapılar ve demokratik kurumları da bu değişikliğe karşı seslerini duyurmalıdır. Yazılı ve sözlü olarak gerekli girişimlerde bulunmalarıdır. Bu demokrasiye inanmışlar için olması gerekendir. Görev olduğu kadar bizim bu günlere gelmemizi sağlayan kurucu kadroya vefa borcumuzdur.
Rektörlüğe atandığında ‘Edirneli olması’ nedeniyle sevindiğimiz Sayın Rektör, umarız bu duyumun doğru olmadığını belirten bir açıklama yapar ve Hasan Ali Yücel’e olan saygınlığı vurgular. Dünya toplumları tarafından örnek alınan, evrensel ve doğal ilkelere dayalı yerli ve milli bir eğitim sistemi kuran Hasan Ali Yücel unutulmaz, unutturulamaz.
İnsanlık tarihine baktığımızda kırsaldan kentlere yığılma aşamasındayız. Kırsalı dayatmalarla kentlere sürükleyenler kentlerde de bile-isteye karmaşa üretmektedir. Böylece yoksulluk ve aidiyetsizlik sonucunda kırsalı bırakıp kente gelen yurttaş iyi hallere ermesin!
Farklı düşüncelerden olan tüm uzmanlar yönetimlerde sivil örgütlenmenin olmasını söylerler.İktidarlar şeffaflık, yerel demokrasi, yurttaş katılımı gibi vaatlerle iktidara gelirler, iktidar olunca da kentleri rant alanına çevirirler.Demokrasi yerelden başlar dememize rağmen demokrasiyi seçtiğimiz kişilerden bekleriz.Biz neden katılmayız? Katılamıyor muyuz, katılmıyor muyuz?
Adaylar ve siyasi partiler vaat eder de yapmaz ise kentliler olarak anımsatmalıyız. Bu anımsatma ne kadar örgütlü ve katılımcı olursa o kadar etkili olur.Yurttaş olarak değişil kişiler sorular soruyor elbette. Ben de birkaç soru ile kentte konuşulanlara aracılık edeyim.
Örneğin; Valilik Söğütlük ‘Millet Bahçesi’ için kaç lira harcadı, bilinmiyor.
Örneğin;2019 yılı Aralık ayında kentin alt yapısı için merkezi ve yerel iktidar anlaşarak işe başlandı. Üç yılda bitme sözü dile getirildi. Şu an altyapı bitti mi kimse bilmiyor. Çünkü merkezi iktidar da yerel yönetim de bir açıklama yapmadı. Bugünkü belediye yönetimini ilgilendirmiyorsa da bir açıklama yaparak kentliyi bilgilendirmelidir. Vaatlerin arasında 60 yıllık asbestli borular nedeniyle temiz su içemediğimiz söyleniyor ve buna son verileceği müjdeleniyordu. Zamanın başkanı musluktan su içileceği müjdesini veriyordu. Ama henüz musluklarımızdan su içemiyoruz.
Örneğin; Selimiye Meydanı da aynı şekilde.Yıllarca uyuşmazlık yaşandı ise de bir şekilde bitti. Ama bir açıklama yapılmadı ve maliyet bilinmiyor. Son günlerde yaşanan ise daha da tehlikeli. Bu tür yapıların özgünlüğü UNESCO tarafından kabul edilirken bunun değiştirildiği iddiaları var. Ki var ise tarihe, kente ihanettir.
Örneğin; kentin ulaşımını sağlayan minibüslerden ETUS adı yok oldu ve SERHAD BİRLİK yazıldı. ETUS’un yeni başkanı bir açıklama yapmaya çalıştı ama belediyeyi de bağlayan bu değişiklik hakkında yerel yönetimin de bir açıklama yapması gerekmez mi?
Örneğin; kentliye ait Milli Emlak emlakları valilik onayı ile adeta dağıtılıyor, bu doğru mu? Evet, merkezi ve yerel iktidar birlikte ve kentliden yana çalışırsa kentin hayrına olur. Ama merkezi yönetimin her talebini karşılamak da doğru değildir. Kentlisine güvenen yerel yönetim kentliyle konuşarak bu tür yaptırımları engelleyebilmelidir. Ki demokrasi yerelden başlar diyorsak bu demokratik tavırlar gösterilemez mi? Kaldı ki merkezi ve yerel iktidarların farklı siyasi yapılardan olması yerel demokrasi açısından bir şanstır. Bu durum kentlilerin de katılımıyla yaşanırsa demokrasi güçlenecektir. Yeter ki merkezi iktidar; ‘teslim alma’ pusuya düşürme niyetinde olmasın.
Birçok soru sorulabilir. Tüm bu soruların yanıtı bizler örgütlü ve güçlü olduğumuzda elbet verilecektir. Bunun böyle olacağını biz yurttaşlar da iktidarlar da biliyor. Sivil toplumun önemini herkes biliyor ve bu nedenle de her iktidar kendi sivil örgütlenmesini yapıyor.
AKP iktidarı da kendi sivillerini oluşturdu! Eğitimden sağlığa, çevreden kent yönetimlerini denetlemeye her alanda sözlerini söylüyorlar ve yandaşı olduğu iktidarı da koruyorlar. Bu sevindirici ama yetersiz ve aldatmaca. 23 yıldır her olumlu sözcüğü olumsuzlaştıran iktidar sivil olmayı, sendika, çevre, insan, hak gibi sözcüklerin evrensel anlamlarının içini boşalttı.
İnsan olma süreci uzundur. Biz bilimden, ilerlemekten yana olanlar uzun yolun yolcularıyız. Biz yurttaşlar geleceğin kent tercihini yapmayı görev edinmediğimiz sürece gelecek kuşaklara belki iyi bir teknoloji ve maddi zenginlik bırakabiliriz ama yaşanılır bir doğa ve kent bırakamayız. Ve bu görevi üstlenenler; bilimsel düşünceye, sosyal demokrat ve sosyalist düşünceleri izlemelidirler. Ülkemiz şu günler bir değişim umudu veriyor ki sosyal demokrat idareler kentleri kentliyle planlamalıdırlar. Geleceğe not düşmelidirler. Yolumuz gerçekten yol ve insana giden yol olmalıdır.
Katılmıyor isek katılmalıyız. Katılamıyor isek katılabilme araçlarını kullanmalı, zorlamalıyız.
Demokrasi maalesef yazmakla olmuyor, olmayacak da. Demokrasi adım adım, yaşaya göre toplumda oluşur. Yani ‘de’yi anlamadan ‘mok’ aşamasına gelinmiyor. ‘Demok’ kısmını anlamadan ‘ra’ kısmına ulaşamayız. ‘Demokra’ bölümünü anlamadan ‘demokrasi’ ye gelemeyiz. Başlıkta hece hece yazdığımız ‘demokrasi’nin daha kalıcı olması için harf harf; ‘d-e-m-o-k-r-a-s-i olarak hayata geçmesi gerekir ki kalıcı olsun.
Ülkemizin kuruluşu, tarihsel aşamalardan sonra; insanlığın yönetsel adımlarından süzülerek oluşmuştur. Kabilelerden topluluklara, aşiretlerden feodalizme, inanç devletlerinden imparatorluklara ve onların dağılması ile de ulus devletlere gelindi. Cumhuriyetin en basit tanımı; ‘halkın yönetime katılması’ olmadığında cumhuriyet sözde kalmaktadır. Cumhuriyetin herkes için olması ve demokratik olması gerekir.
Bu kısa anımsatma sonrasında bugün ülkemizde yaşanan duruma bakınca çok acı bir tablo ile karşı karşıyayız. Coğrafya olarak dünyanın önemli bölgesinde yer alan ülkemizde demokrasinin gelişmemesi için egemenlerin sürekli oyunları olmaktadır. Geçmişte denenen tüm ayrıştırma girişimleri bir şekilde bedeller ödeyerek püskürtüldü.
Bugüne geldiğimizde Halk Haber ve A Haber yanlısı olmayan biri olarak gözlüyorum ki; iktidar demokrasinin ‘d’ sinden bihaber davranışlar içindedir. Bugün kazanılmış insan hakları mevzuatını bile uygulamayan iktidar baştadır. İktidar hukuku talimatlarıyla yönlendirmekte ve bunu ‘yasallık’ kılıfı ile savunan destekçileri sayesinde algı yönetmektedir.
Henüz hiçbir suç ile suçlan(a)mayan ve seçilmiş olan belediye görevlilerinin aylardır cezaevinde tutulması hangi demokrasiye uygundur?
Çağrıldıklarında hemen emniyet mensuplarına giderek ifadesini verecek olan kişilerin evlerine şafak vakti baskın yapılarak taraflı yayın organlarında yayınlanması hangi demokrasiye uygundur?
Siyasi partilerin genel kurullarına iki yıl sonra müdahale ederek alelacele yok sayması hangi demokratik ve hukuk ile açıklanabilir?
Velev ki il ve genel merkez genel kurulunda hakkının yendiğini söyleyen ‘meczuplar’ oldu, neden genel kurul sonrasında genel kurul kararlarına şerh koyarak itiraz etmez de iki yıl sonra buna gerek duyar ve suç duyurusu yapar? Bu zavallıların gerçekten bağımsız akılları ile bunu yaptıklarına inanan var mıdır?
Diyelim ki bu durum iktidarın ‘CHP’yi yok etme’ operasyonu değil de gerçekten ‘hırsızların, arsızların’ CHP içinde odaklandığı ve birçok delegenin tuzağa düşürüldüğü gerçek olsun.O zaman bu sabit suçlar için neden savcılık iddianamesi hazırlanıp mahkemeye çıkarılmazlar da aylarca ‘ağır hasta’ olanlar dahi tutuklu olarak cezaevinde tutulurlar?
Demokrasi adalet ile olur. AKP’nin iktidara gelmesi adalet talebi ile olmuş iken geçen yıllar içinde adalet sözcüğünün bile ‘a’ sı kalmamıştır. Adalet; tek kişiye bağımlı-bağlı duruma gelmiştir. Azıcık tarafsız ve vicdani olan ama geçmişte iktidara oy vermiş kişiler de artık biliyor ki; Ankara’yı 25 yıl yönetmiş Melih Gökçek’e soruşturma dahi açılmamış bir ülkede bugünkü soruşturmalar haklı olabilir mi?
Cumhuriyetimizi savunmak ve yönetime katılarak demokrasiyi harflerden hecelere hızlandırmak için empati yapmalıyız. Bu haksızlık yarın bana da olabilir, benim diplomamı veya tapumu da geçersiz kılanlar olabilir gibi güvensiz yarınlardan kurtulmamız için haksızlıklara susmamak gerekir.
Yurttaş olmak zor iştir. Şikâyetçi değil katılımcı olmak gerekir. Yaşananları; ‘çıkar kavgası, siyasi güç kazanma çatışması gibi yorumlamak ve‘amaaaannn yine anlaşırlar’ gibi vurdumduymaz olmak yanlıştır. Bu tartışma sözde cumhuriyet özde otoriter bir yöne geçmektir. Hukuka uygun bir şekilde sona ermezse kazanılmış demokratik hakları yitirip her şeyi ‘kişi’ye bağlayarak demokrasinin ‘d’sine dönmemize neden olacaktır.
De’ye kadar demokrasi; kral her kişi ve kurumu kendine bağlar.
Demok’a kadar demokrasi; kral kendi atadığı kişileri kurumlara atayarak yönetime dahil eder.
Demokra’ya kadar demokrasi; kral güç dengelerini korumaya özense de ‘ra’ ile rekabetçi bir düzene boyun eğer.
Demokrasi’ye kadar gelişmiş demokrasi’de artık kral yoktur ki olsa da kültürel aidiyet içindir. Halk yönetime katılmaya çalışır, kurum ve kişiler görevlerini adil olarak yapmaya çalışır.
Katılımcı demokrasiye erişmiş demokrasilerde laik, eşitlikçi, adil, sosyal dengeyi koruyan, evrensel hukuka uygun bir yönetimdir.
Ya ben ya hiç diyen ve bunu sağlamak için devleti var eden kurumları yönlendirmek demokrasinin ilk harfini bilmemektir.