Hayatta bazen acı çekmen gerekir.
Kötü biri olduğun için değil
Nerede ve ne zaman iyi olmayı bırakacağını bilmen için
Türkiye 1950’de Kore’ye yardıma gittiğinde bir Türk Lirası iki WON (KWN) Kore parası ediyordu. Aradan yıllar geçti şimdi KWN’ı bizim paramızla yaklaşık ikibuçuk kuruş yani 1000 bin TL verdin mi 40 bin KORE WON’u alabiliyorsun.
Bu bizim Kore’den iyi olduğumuz manasına geliyor mu derseniz cevap vermek çok zor ama ekonomi olarak Güney Kore bizden çok ilerilere gitti. 2023 verilerine göre Kore ihracatta dünyada sekizinci sırada, Türkiye 29. Sırada. SAMSUNG, LG, HUNDAİ, KİA, HANKOOK, DOOSAN, KUMHO Tire gibi bütün dünyanın tanıyıp tercih ettiği markaları yarattılar. Bunlar elbette tesadüfen olmadı. Bizim ANADOL marka otomobilimiz yollardayken dünyanın en iyilerinden HUNDAİ henüz yollara çıkmamıştı. Ama devlet özel sektöre tereddütsüz destek verdi. HUNDAİ’nin Libya’ya sattığı otomobillerin aşırı çöl sıcağında boyaları bozuldu, satılan otomobillerin parasını devlet ödedi. HUNDAİ LİBYA’dan satılan araçların parasını almadı, bu müşteriye güven verdi.
Şimdi HUNDAİ markası bir dünya devi. Otomobilden ağaç biçme, çim biçme makinesine, elektrik malzemesinden kontaktöre, her türlü ürünü üretip satıyor.
Günümüzde alıcıların yani müşterilerin markayı tercih etmesinin baş sebebi güven yani ünlü belli mesafeleri katetmiş bir firma basit hatalar yapmaz, beni kazıklamaz diye düşünüyor. Servisi, yedek parçası vardır, beni yolda bırakmaz diye düşünüyor.
Kore’de işçilik maliyetleri yükseldi ve Kore markaları ÇİN de, TAYVAN’da VİETNAM’ da kendi mallarını ürettirip satar oldular.
Vahşi kapitalizmin kurallarına tam olarak uydular. Bir zamanlar BARIŞ MANÇO’ nun reklamını yaptığı DAEWOO diye bir otomobil markaları vardı, rekabete dayanamadı iflas etti. Amerikan GENARAL MOTORS’a satıldı, GENARAL MOTORS fabrikayı aldı ve CHEVROLET markasıyla otomobiller üretti. Ülkemizde de satışı yapıldı ama gerekli ilgiyi görmedi, artık Türkiye’de satılmıyor.
Kore’nin saydığımız markalarından başka global markaları da var, güzellik müstahzarı satan mağazalar zincirinden hava yolu şirketine kadar ama Koreliler kapitalizmin kurallarına tam uyuyorlar. Örneğin hava yolu şirketleri Asya’da çok önde ama TÜRK HAVA YOLLARIYLA rekabete girmiyor, yani havayollarında onlardan ilerideyiz.
Asıl konumuz paranın değerinin düşük olması bir ekonomik ölçü değil, dünyanın en büyük 3. ekonomisine sahip Japonya’nın YEN’i de düşük ama satın alma da onların asgari ücretlisi bizden daha iyi. Japon Yeni 22 kuruş ama yaşam kaliteleri bizden çok yukarılarda. Çoğu vatandaşımız günlük dertlerimizden bahsederken ‘bak BULGAR LEVASI eskiden elli kuruştu şimdi kaç lira ediyor’ diye feryat ediyor. Aslında söylemek istediği paramızın satın alma değerinin düşük olduğu.
Dün erken saatlerde işçilerimize tarlada yemek üzere peynir, ekmek, domates, biber, alalım diye markete girdiğimde ağzım açık kaldı. Domatesin etiketinde 70 (yazıyla yetmiş) lira yazıyordu. Araştırdım domates ihracata gidiyormuş. Eskiden domatesi aşırı ilaç kullanmaktan satamıyorduk, artık işi öğrendiler ama iç piyasa allak bullak oldu. Kuru fasulyeden domatese, peynirden helvaya, işçinin uygun fiyata ulaşabileceği gıda maddesi kalmadı.
Devletimiz bir türlü teknik devlet olmayı başaramadı. Bulgaristan her şeyini bizden ithal eden bir ülke ama devlet teknik devlet olmaya en azından gayret ediyor. Ülkede yerli üreticinin ektiği soğan bitmeden Türkiye’den soğan ithaline izin vermiyor.
Dövize ekonomik kriz günlerinde çok ihtiyacımız olduğu doğru ama iç piyasada fiyatlar dengelenmese enflasyonu önlemekte mümkün olamayacağı aşikar. Türkiye artık basit piyasa kurallarını ezberlemeli ve de uygulamalı.