DOLAR 42,7031 0.23%
EURO 50,1678 0.06%
ALTIN 5.901,440,77
BIST 11.311,310,69%
BITCOIN 3857686-2,12%
Edirne
10°

AZ BULUTLU

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

155 okunma

“Terörsüz Türkiye”

ABONE OL
9 Aralık 2025 17:57
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Geçerli görselin alternatif metni yok. Dosya adı: nurhan-isikseren-1.jpg

“Büyük Türkiye/Güçlü Türkiye/Yeni Türkiye” AKP sloganlarına bir yenisi eklendi.

Dördünün de ortak özelliği, geleceğe dair umut pompası slogan niteliğidir.

İlk üç sloganın artık vatandaşa hitap etmediği, uzay boşluğunda yankılandığı apaçık…                    

Vaat edilenlerin slogandan ibaret kalması yani ülkenin AKP ekonomi yönetiminde çok katmanlı ekonomik darboğaza girmesi ve düzlüğe çıkmanın hiç kolay gözükmemesi,  kolektif hafızada yer etmiş görünüyor.

PanoramaTR’nin geçen ayki anketine göre, ülkenin gidişatından memnun olmayanların oranı yüzde 70, ekonomiden memnuniyetsizlik ise yüzde 80 seviyesinde. Ekonomi ve terörün yanında adalet kavramı da seçmenin en acil çözüm beklediği alanlardan biri haline gelmiş. Yargıya güvensizlik, siyasi davalara ilişkin olumsuz algı, seçmenin rahatsızlık düzeyini artırmış.

Bahçeli’nin beklenmedik çıkışıyla yol alan “Çözüm/Barış” sürecine dair toplumda yüzde 70-75 oranında bir karşı duruş var PanoramaTR’nin anketine göre.

Haliyle “Terörsüz Türkiye” sloganı da şimdiden boşa düşmüş durumda.                              

Çünkü içinin doldurulması gereken, özenli kullanım ve inandırıcılık isteyen kavramları önemsemeyip algı yönetimine abanarak toplumu yönlendirmek, uzun soluklu olmuyor.

 “Terörsüz Türkiye” sloganın boşlukta kalması da diğer üç slogan gibi hem geleceğe dair bir temenni taşıması yani nasıl gerçekleşeceğinin çok faktörlü muhteviyatı, hem de AKP iktidarına karşı toplumdaki güvensizlikten ötürüdür.

Ülkeye saldıran, binlerce güvenlik görevlisi ve vatandaşın ölümünden sorumlu bir terör örgütünün silah bırakmasını tarihi bir fırsat addedenleri de yadırgamıyoruz.

Zira, PKK’nın silah bırakmasını: Türkiye’yi hedef alan terör eylemlerinden istenilen sonucu alamamasına bağlamak, bölge coğrafyasındaki gelişmeler, konjonktür bağlamında ele almak yerine bir lütufmuş gibi sunmanın, toplumu şartlandırmaktan öte bir anlamı olamaz.

“PKK ile son terörist kalana kadar mücadele edilecek…” türünden ifadelerin devlet refleksi yanını göz ardı edecek değiliz; fakat on yıllarca süren terör eylemlerinin durdurulamaması, durdurulmasının mümkün olmadığı da yaşanarak görülmüşken böylesi ifadelere yaslanmanın kolaycılığı da gözden kaçmamalı.

Neticede 1986’da kendini gösteren, Türkiye Cumhuriyeti ve vatandaşlarına tehdit PKK’nın silah bırakması, kendini lağvettiğini belirtmesi, tek taraflı bir irade beyanıdır; lütuf değildir, sürdürülebilirliğinin de garantisi yoktur.

Bunu da, çeşitli siyasal taleplerinin masaya sürülmesinden layıkıyla anlıyoruz.                       

Yani silah bırakmanın karşılığında siyasal talepler var ve pazarlık konusu yapılıyor.

Dolayısıyla, henüz açıkça ifade edilmeyen ya da “yarım ağızla” dillendirilen Kürt Siyasal Hareketi’nin talepleri karşılanmadığında PKK’nın tekrar silaha sarılmayacağının ya da Suriye’deki uzantısı YPG’yi göreve çağırmayacağının garantisi nedir?

Evet, “Terörsüz Türkiye” heyecanının altı ne kadar doludur?

“Tarihi fırsat”, “analar ağlasın mı istiyorsunuz”, “barış süreci” v. b. söylemler, toplumda rıza oluşturmak içindir; gerçeklerle bağdaşmamaktadır, duygulara hitap algı üretimidir.

Hele PKK’dan dolayı Türkiye’nin ekonomik kayıplarını gündeme getirerek ülke kalkınmasında sıçrama kaydedilemediğini ileri sürmek, sadece bilimsellikten uzak, ülkenin ekonomi tarihinden ders çıkaramamakla ilintili değerlendirilemez, basbayağı laf-ı güzaftır.

Terörün ülkeye maliyeti söz konusu 2 trilyon dolar kaybın geçmişte kaldığı ve bugüne bir faydası bulunmadığını kavramak için ne ekonomi eğitimi ne de mürekkep yalamak gerekir.

Terörün devam etmesinin ilerde ülke ekonomisine getireceği külfeti bahis konusu yapmak ise,  petrol, doğal gaz rezervi bulunmuş gibi sevinmeye benzer ki ülke kalkınması/gelişmesi başta ekonomi yönetimi olmak üzere çok çeşitli parametrelerin birbiriyle iç içe geçtiği, örgün bir alandır ve kolaycı yaklaşımları kaldırmaz.

Ülke ekonomisinde yaşanan kriz dönemleri, 24 Ocak Kararları, Kemal Derviş’in “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ve yanında “hediyesi bedava 15 Derviş Yasası” hatırlanmalı, gözümüzün önündeki 23 yıllık AKP iktidarı ekonomi yönetiminin sonuçları iyi kavranmalıdır. Görülecektir ki, sadece terörle mücadele nedeniyle harcanan 2 trilyon dolar değildir ülkenin ekonomi alanındaki acı gerçekleri.

Kaldı ki, silahlanmaya harcanan bütçe her ülkenin başına beladır ve artarak devam etmektedir. Bu açıdan bakıldığın da kapsamı geniş bir alanda ahkâm kesildiği fark edilecektir.

Sadede gelirsek, ortada bölgede etkin emperyal güç ABD’nin bir tasarı vardır ve Siyasal Kürt Hareketi, PKK/DEM de selden kütük kapmanın peşindedir.

Meclis komisyonundan AKP-MHP-DEM temsilcisi üç kişilik bir heyetin İmralı’ya giderek Abdullah Öcalan’a itibar kazandırması, 16 sayfalık görüşme tutanağının kamuoyuna sadece   4 sayfalık özetinin duyurulması, ‘temcit pilâvı süreç’ hakkında toplumdaki olumsuz yargıyı pekiştirmiş, terör nedeniyle yitirilen canların ailelerindeki acıları tazelemiştir.

Öyle sanıldığı gibi empati önererek yani karşısındakini anlamayı telkin ederek acıların unutturabileceği, geçmişin üzerine sünger çekilebileceği bir tarih kesitinden söz edilemez.

Arkasında emperyal güçlerin cirit attığı PKK’yı normalleştirmek, Apo’dan bir hak ve özgürlük savaşçısı çıkarmaya çalışmak, ciddi bir zorlamadır; toplumsal hafızadaki izlerin kolayca silinebileceğini zannetmektir.

Çünkü yalın mevzu, ülkede yaşayan Kürtler ve Türkler arasında bir husumet yaratarak siyasal hedefler peşinde koşan bir silahlı Hareket’tir.

Dikkate değerdir ki, ülkede yaşayan farklı etnik kökendeki vatandaşlar arasında bir iç çatışma: terör eylemlerine, tüm kışkırtmalara/zorlamalara rağmen karşılık bulmamıştır.

Bunun da, bir ulus devlet Türkiye Cumhuriyeti’nin çimentosundan ve yurttaşların ferasetinden kaynaklandığı şüphe kaldırmaz.

Cevabının açıkça belirtmesi gereken bir soru da şudur: “Terörsüz Türkiye”, “Barış Süreci” adı altında yürütülen görüşmelerin tarafları kimlerdir?

Öyle anlaşılıyor ki, PKK ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasındadır. DEM parti aracı bir siyasi kurumdur. PKK taleplerini duyurmakta, kamuoyu oluşturmakta ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile pazarlıkta ara yüzdür.

PKK’nın kamuoyuna doğrudan mesajları da yok değil.

Mesela…

Örgütün üst kuruluşu KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat’ın talepleri:                                   

“Af değil, demokratik siyaset ve özgürlük yasaları istiyoruz.”

Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) sözcüsü Zagros Hiwa da net söylemiş: “Türkiye ile PKK arasında çözüm müzakerelerinin başlayabilmesi için Öcalan’ın serbest bırakılması önkoşul.”

PKK’nin üst düzey temsilcilerinden Amed Malazgirt de katılmış kervana: “Öcalan serbest kalana kadar başka bir adım atmayacaklarını” söylemiş.

DEM Parti’nin İmralı’da yaptığı son görüşmeye dair yaptığı açıklamada Öcalan’ın iktidara yaptığı çağrı da çok açık: “Özgün ve bütüncül hukuka dayalı bir barış yasasının hayata geçirilmesiyle, siyasi şiddet ve demokrasi dışı müdahale olgusu Türkiye gündeminden çıkacaktır.”

Satır aralarında mesaj çok da talepler yapılan pazarlığı anlamak için yeter de artar bile. İçeriğin netleşmeye, ayrıntıların bilinmesine muhtaç yanı ise hemen anlaşılıyor.

Öcalan ve KCK muktedirlerinin ülkede serbestçe siyaset yapabilmek için af yasası değil de barış, demokratik siyaset, özgürlük yasaları istemeleri, TBMM’ye işaret etmeleri, bir güç gösterisi; DEM Parti yönetici elitlerinin bugüne kadar taşeron sıfatıyla kendilerine çizilen dairede hareket ettiklerinin de ifadesi değil midir, değerli okur?

Bahçeli’nin durduk yerde, 22 Ekim 2024’te Öcalan’a yaptığı çağrıyla başlamıştı süreç: “PKK kendini kendisini feshetsin, silahları bıraksın, ‘umut hakkı’ yasasını konuşalım” dediğinde şaşkınlık yaratmıştı; ancak zaman içinde kanıksandı ve bugün buzdağının altındakiler de kısmen görünmeye başladı.

Doğuracağı sonuçları şimdiden kestirmek zor; sürecin nasıl şekilleneceği ve bilinmeyenlerin gün ışığına çıkması gerekiyor öncelikle.

Ancak, bugün için netleşen bir husus varsa o da ısıtılıp ısıtılıp önümüze sürülen çaya çorbaya limon “Kürt Sorunu” kavramının artık tedavülden kalkma zamanının geldiğidir.

Tarihsel köklerinin devamı niteliğindeki günümüz Siyasal Kürt Hareketinin Türkiye Cumhuriyeti ile bir hesaplaşması, yanı sıra talepleri ve bölgede çıkarları bariz emperyal güçlere verdiği hizmet, aslında esası teşkil etmektedir.

Bu konuda köşemizin bakış açısını etraflı verme gayretindeki, 5 bölümden oluşan “DEM”lik” başlığı altındaki yazı dizisinin ilk bölümünün linkini, meramımızın daha iyi anlaşılmasına katkı babında hatırlatıyorum; ilgi duyanlar devamını getirebilir: https://hudutgazetesi.com/yazarlar/demlik-1/

Ülkede gerek demokratik siyaset,  gerekse hak ve hukuk alanlarında ilerleme kaydedebilmek için bölgedeki feodal düzene set çekebilmek, emperyalistlerin senaryolarına figüranlık yapmamak icap ettiği beyinlere nakşedilmeli öncelikle.

Selden kütük kapma anlayışında hareket etmenin Türkiye’ye demokrasi ve huzur getirmeyeceğini bilince çıkarmayı da ihmal etmemek lazım.

    En az 10 karakter gerekli