Anormal olan bir durumu olağan yani normal hale getirmeye deniyor sanırım bu kelime. Türkçe’de oldukça zorlama duran bu kelime İngilizce’nin etkisi ile maalesef son dönemde güzel dilimizde yer bulmuş durumda. Neyse bu serzenişten sonra Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin eski haline dönmesi için beyanatlar ardı ardına geliyor. Sanıyorum “eski haline gelme” ifadesi kj bantlarına sığmadığı için “normalleşme” ifadesi tercih edildi. Eh vardır bir bilinen elbette…
Şimdi dönelim Mart 2011 şartlarına… 17 Arlık 2010 yılı itibarıyla Tunus’ta başlayan ekonomik vaziyeti protesto bir müddet sonra Mağrip’teki Cezayir, Fas’ı ardından da Libya’yı etkisi altına alarak Mısır’a sıçrayan olaylar “Arap Baharı” olarak tanımlanmıştı. Hiç unutmuyorum; Libya’daki gösteriler sonucu yaralananların bir kısmının Türkiye’ye getirildiği görüntüleri izlerken babam “Bu nasıl bahar? Gemiden indirilenlerin haline bak, bahar, neşeyi, mutluluğu, güzelliği ifade eder.” demişti. Maalesef bu “bahar”da çiçekler açmadı. Sonu kan ve gözyaşı oldu.Mısır’da gerçekleşen olaylar sonrasında Muhammet Mursi ile Ahmet Şefik arasında gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçim yarışı Mursi’nin küçük bir farkla kazanması ile sonuçlanmıştı. Bunun neticesinde dönemin Mısır genelkurmay başkanı Sisi yapmış olduğu darbe ile cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu. O tarihte bir televizyon programında Mısır’ın başka bir devlet olduğunu belirterek bu hususta Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çıkarları bağlamında bir hareket tarzının tayin edilmesi gerektiğini bunun da güvenlik ve uluslararası politika çıkarlarımız için mühim olduğunu belirtmiştim. Tabii sonrasında “Doğu Akdeniz” sahasında Mısır ile ilişkilerin kötü olmasından kaynaklanan zorlukları hep birlikte takip ettik. Zira diplomasinin koridorları morg soğukluğundadır ve orada duygulara yer yoktur. O koridorlar devletin çıkarlarından ibarettir. Aynı koşullar elbette en uzun sınırımızın olan Suriye sınırı için de geçerli.
Yukarıda belirttiğim olaylar yaşanmadan önce ortak bakanlar kurulu bile düzenleniyordu bırakınız ortak tatbikatları… Elbette bu denli bir yakınlaşmanın da ne denli faydalı olduğu bir tartışma konusuydu. Ancak Suriye’de olaylar başladıktan sonra ortaya konan tutum bu durumdan çok daha zorlu bir koşul altında bulunulması sonucunu doğurdu. Başka bir devletin içişlerinin yönlendirilmeye çalışılması eğer güç yeterli ise uygulanması gereken bir politikadır. Ancak bunun için yumuşak güç kavramının tafsilatlı bir incelemesi yapılmadan “Mısır’da taksiye bindik Türk olduğumuzu anlayınca bizden para almadı”, “Suriye’de herkes dizilerimizi izliyor etkimiz çok büyük” gibi ifadelerle yumuşak güç ve güç uygulama şart ve aşamalarını oldukça yüzeysel ve popülist bir yaklaşımla ele alan görüşlerin popülist alana sunulması hiçbir anlam ifade etmemektedir. Bu süreçte Suriye’de gerçekleşen olaylar sürecinde ABD’nin bir askeri müdahalede bulunmayacağı, Irak’ta olduğu gibi bir harekat sonucu Saddam’ın devrilmesi örneğine benzer bir halde Esad’ın devrilmeyeceği de anlaşılamadı. Bu gerilimli süreçte Suriye devlet kapasitesinin düşüklüğü de birçok soruna yol açtı. Bunun en önemlisi Suriye’nin kuzeyinin daha Hafız Esad döneminde sorunlu yapısı gelişerek büyüdü. Bu noktada Türkiye Cumhuriyeti kendi güvenliğini sağlamak için bir dizi operasyon gerçekleştirdi. Bu operasyonlar Rusya-Suriye ikilisi açısından büyük tepkiyle karşılandı ancak ABD’nin Bölücü Terör Örgütü’nün Suriye uzantısına verdiği destek kadar görülmedi. Bu noktada tekrar tekrar ABD kadar Rusya-Suriye ikilisinin de BTÖ’ne verdiği desteği gözden ırak tutmamak gerektiğini belirtmek isterim.
Şimdi gelinen noktada moda tabirle “normalleşme” daha yerinde bir ifade ile ilişkilerin eski haline dönmesi çabaları sergileniyor. Yukarıda bahsettiğim gibi devletlerin kalıcı dost ve düşmanları olmaz çıkarları olur. Eğer Şam idaresi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin güvenlik kaygılarını karşılayabilecek, ülkemizin sırtında önemli bir yüke dönüşen yasadışı göçmen sorununun çözümüne bu ilişki katkıda bulunacaksa elbette çok önemli bir kazanım olacaktır. Bu şartların nasıl sağlanacağı yahut sağlanıp sağlanamayacağı hususunda çok dikkatli ve popülist olmayan adımlar atılmalıdır. Zira dış politika yapımı popülizmin ve iç politikaya tahvil edilecek konuların bir unsuru değildir. Haftaya görüşmek dileğiyle memleketimin güzel insanları.