Atatürk farklı bir çocukmuş. Biraz içine kapanık, dikkatli, öğrenme isteği yüksek. Fransızcasını eksik bulunca bir çözüm bulup Fransızcasını ilerletmiş. Matematikte sınıfın çok üstüne çıkmış. Bir arkadaşından özenerek bir ara edebiyata da sarılmış. Daha lisede Mustafa Kemal’in içine vatan kaygısı çökmüş ve okulu bırakıp kıtaya katılmaya bile kalkmış. Neyse ki annesini tanıyan bir Bulgar kadın onu bu düşüncesinden zorlukla vazgeçirmiş. Çocukluk aşklarını çekingenliği ve onurluluğu nedeniyle içine atmış…
(Çankaya’dan alıntılamaya devam edelim.)
“…Harp okulunda matematik merakım devam etti. Fakat birinci sınıfta saf gençlik hayallerine kapıldım. Dersleri gevşeğe aldım. Yılın nasıl geçtiğinin farkında olmadım. Ancak dersler kesilince kitaplara sarıldım.”
…Şiiri bırakmışsa da iyi okumak başlıca hevesleri arasındaydı. “Tatil saatlerinde hatiplik idmanları yapardık. Ellerimizde saat, bu kadar zaman sen, bu kadar zaman ben diye yarışma ve tartışmalar tertiplerdik.”
Üçüncü sınıfta, hele kurmay sınıflarında memleket kaygısına düştü. “Batıyorduk, kurtulmanın yolunu aramalıydık. Buna ordu önayak olacaktı. Subaylar aralarında teşkilatlanmalıydılar. Bir gün gençlik üzüntülerini şöyle anlatmıştı: Harp akademisinde bir subay. Henüz yirmi yaşında. Kendisini, ne olduğunu pek de anlayamadığı bir takım düşünce ve duygulara kaptırmış. Küskün, isyanlı. Neye ve kime karşı? Sorsanız pek de cevap veremez. Bir gün arkadaşlarından biri,
-Sen kalk borusunda hiç uyanmıyorsun. Nöbetçi subay karyolanı sarsmadıkça kalkmıyorsun. Neyin var senin diye sordu.
-Yatağa girdikten sonra uykuya dalamıyorum. Gözlerim sabahlara kadar açık. Tam uyuyacağım zamanda kalk borusu çalıyor.”
Daha harp okulunun son sınıfında yakın arkadaşlarıyla el yazısı bir dergi çıkarıyorlar. Lider Mustafa Kemal sorumluluğunda ve en ağır yük de onun omuzlarında. Kurmay sınıflarında derginin yayınlanmasına devam ettiler. Bir gün okul nazırı, dergiyi hazırladıkları ders odasını bastı. Hepsini suçüstü yakaladı. Değerli bir asker değildi. Ama vicdanlı ve namuslu biriydi. Eğer isteseydi hepsinin asker mesleğinin son bulacağına şüphe yoktu. Dergiyi görmezlikten geldi.
“-Ne diye başka şeylerle uğraşıp derslerinize çalışmıyorsunuz demekle yetindi.”
…Genç Mustafa Kemal arkadaşlarıyla Beyoğlu eğlence yerlerine giderdi. İyi giyinmeyi ve yaşamayı severdi.
…Rakıyı o akşam (Ali Fuat’ın aldığı bir şişe rakı, bir şişe bira, ekmek ve yemişle çamlığa yürüyüşlerinde) ilk defa denemiş. Başı dönmüş. Güneş batmak üzere, sigara paketinin altına resimler çizmiş. Sonra,
-Fuat demiş, ne iyi içkiymiş bu. İnsanın şair olası geliyor.
Bu ağır ve sert içki bir daha yakasını bırakmadı.
…Mustafa Kemal yalnız Rumeli folklor türkülerini mat sesiyle güzel ve tatlı söylemekle kalmaz, klasik alaturka makamlarını da bilirdi. Kafaca batı musikisine inanmış, zevkçe alaturkaya bağlı kalmıştı. Devrimcilik yıllarında her işte olduğu gibi zevkince değil, kafasınca giderek milli eğitimde yalnız batı musikisi öğretimi yaptırdı.
Yine bu tatil gidişlerinde Selanik’te vals etmeyi de öğrenmişti. “Bir kurmay dans etmesini bilmeli” derdi.
…1904 Aralık ayında Harp Akademisi’ni bitirerek kurmay yüzbaşı diploması alan Mustafa Kemal arkadaşlarına,
-Çocuklar şimdi her birimiz bir Osmanlı Paşasının yanına gideceğiz. Hepsi İslam alemi gafleti içinde. Olanca kaynaklarımızı Türk Anadolu ortasında toplamalıyız” diyordu…
Bundan sonra Çankaya’dan, Falih Rıfkı Atay’dan ayrılıp Atatürk’ün kendi anlatısı Nutuk’la devam edelim.
Sağlıcakla,