“Hanımlarımızı, kadınlarımızı tenzih ediyorum ama… Bir kısmı bayanlar olmak üzere erkeklerin de çoğunda öldüren kadar ölenler de suçludur. Bunu iyi irdelemek lazım. Çünkü insanlar… Bakın hanımlarımızın birçoğunu tenzih ederek dedim. O kadar çok…
Bu cümleyi kurmak bayağı marifet ister. Önce dil açısından; hanım, kadın, bayan sözcükleri aynı cümlede kullanılıyor. Cümleciklerin devamı gelmiyor. Bu önemli çünkü bu cümle sıradan bir kişi tarafından değil kent yöneticisi bir meclis üyesi tarafından söyleniyor. Nasıl bir ortamda söylendiği de önemli; kentlilerin geleceği, kadının toplumsal haklarının tartışıldığı bir ortamda, kamu kurumunda söyleniyor.
Söyleyen daha sonra geri adım attı ve 2002 yılından beri üyesi olduğu partiden (AKP)istifa etti veya ettirildi. Sorun, bu zatın yetiştiği iklim, içinde örgütlendiği, eğitildiği siyasi yapı ve kendisi dışında milyonların bu düşüncede olduğudur. Ataerkil, erkek egemen bir kültürel yapıda büyüyen bir erkek tarafından dile getirilen bu saçmalığın söylenebilme ortamını değiştirmek gerekiyor.
Henüz aydınlanmayı; dilde, dinde, cinsiyette özgürleşmeyi sağlayamadığımızın acı sonuçlarıdır bu söylemler. Cumhuriyet ile değiştirmeyi hedeflediğimiz ama henüz değiştiremediğimiz bu toplumsal yapımız nedeniyle her gün kadın ölümlerini sayılara döküyoruz.Sayılara dökmek; ne olduğumuzu anlamak, farkındalık yaratmak için önemli. Bunun için son on yılda öldürülen kadınları “anıt sayaç”tan alıp yazayım. 2015/294, 2016/292, 2017/354, 2018/408, 2019/425, 2020/419, 2021/433, 2022/408, 2023/417 ve 2024 yılında şu ana kadar 397 kadın öldürülmüş. Bu sayılar; kadınların erkeklerce katledilmesinin, cehaletin sayıları. Her sayı; insan, can, anne, dünya…(Anıt Sayaç, Türkiye’de 2008 yılından bu yana işlenmiş kadın cinayetlerinde ölen kadınlara ilişkin bilgi veren dijital arşiv.)
Kadın ölümleri her gün artarak devam ediyor. Bir yanda muhafazakarlığın egemenliğini oluşturmaçalışmaları diğer yanda özgürleşmenin mücadelesi. Cehaletin öldürme cesaretini bulmasında muhafazakarlığın iktidar olma sevdasının olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Bir 25 Kasım daha geliyor; Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü. BM Genel Kurulu 1999 yılında, kadınların aile içinde, sokakta, okulda, iş yerinde ve özel hayatında maruz kaldığı şiddete dikkat çekmek ve kadına yönelik şiddete karşı toplumda farkındalık yaratmak amacıyla 25 Kasım gününü Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak ilan etti.
Bugünün belirlenmesi ise gerçek bir hikâyeye dayanıyor. 1960’ta Dominik Cumhuriyeti diktatörüne bağlı güçler, baskıcı yönetime karşı çıkan üç kız kardeş Patria, Minerva ve Maria’yı 25 Kasım günü hunharca katletti. Yani gün hediye edilmedi, bedeli ödendi.
Osmanlı’da kadını saymayanlara karşı verilen kadın mücadelesinde de çok bedel ödendi. Cumhuriyetin gülen yüzü ülkeye geldiyse kadınların emek mücadelesi ve kurtuluş savaşına katkısı ile olmuştur.
Kapitalizm ile gelişen ve inançlarla beslenen ataerkil erkek egemen toplumda kadınlar haklarını kullanamaz duruma sürüklenmiştir. Bu nedenle asıl amaç eşit kişiler olsa da bir süre kadınlara pozitif ayrımcılık yapmak şarttır.
Şiir okumayan güzel cümle kuramaz. Yazının başında kötü örneğini verdiğimiz kent yönetiminde söz sahibi olan zatın cehalet cümlesine inat Hasan Hüseyin Korkmazgil’in şiirlerini okuyalım ve gürül gürül yolumuza devam edelim:
“Konuşamıyor musun? Konuş öyleyse!..
Sesin yok mu? Seslen öyleyse!..
Elin kolun yok mu? Kımıldat öyleyse!..
Al eline kâğıt-kalem, yaz derdini çarşaf çarşaf.”
Biz konuşursak cehalet susar.