Ağaç dalındayken bilmezmiş
yaprağın kıymetini
düşünce anlarmış
onu ne kadar çok sevdiğini
MEVLANA
Bizim işçimiz Hüseyin TAHİRİ Kazablanka’ya vardı. Bagaj hakkı olmayan ucuz bilet aldığı için herhangi bir eşya götürme hakkı da yok. Ama ailesine arı çiftliğinde çalıştığını söylediği için bal hediyemizi cebine sıkıştırdı. Lavanta keselerini de diğer cebine koyduk. Yani Lalapaşa lavanta keseleri ve Çallıdere balı çoktan Kazablanka’yı gördü. Bazen sessizlik en güçlü silah oluyor insana.
Kazablanka deyince: Humphrey BOGART ve KAZABLANKA filmi geldi aklıma. İkinci dünya savaşında Avrupa cayır cayır yanmakta ve bir aşk hikayesinin üzerinden savaş ve mültecilerin halleri anlatılmaktadır. Hayat ne garip, bugün Avrupa’ya göç etmeye çalışan, binbir güçlüğü göze alan Afrikalı, Asyalı insanların yerinde o günlerde Avrupalı insanlar özgürlüğün diyarı diye düşündükleri Amerika’ya kaçmak için her şeyi göze alıyorlar. Lizbon’dan Amerika’ya ulaşım var ama Lizbon’a kolayca varmak mümkün değil. Her yerde Naziler var. Önce Marsilya’ya, oradan Akdeniz’i aşıp Cezayir’e, oradan da Fransızların elindeki Fas’a gitmeleri gerekiyor. Fas’tan Lizbon’a geçip oradan da Amerika’ya uçacaklar.
İstanbul’da ikibuçuk milyon mülteci olduğu tahmin ediliyor. Kesin bir veri yok çünkü girişlerin yüzde yetmişi kaçak, kayıt dışı. Üretimde payları büyük. İşverenin işine geliyor, kayıt dışı çalıştırma, sigortasız, vergisiz, kontrolsüz. İstanbul İkitelli Organizede işçilerin yarısı yabancı uyruklu. Rekabet için ucuz işgücüne ihtiyaç olduğu doğrudur ama bu azgınca, vahşice olmamalı. Merkez Bankası’nda, borsaya kotalı şirketlerin verileri ortada, ciroları % 35 artmış, karları % 90 artmış.
Türkiye bu temel sorunları çözemezse daha çok Kayseri olayları yaşanacak. Türkiye artık 86 milyon nüfusuyla Avrupa’nın en büyük ülkesi. Yüz yıldır birikmiş sorunlar bir günde çözülemiyor. Vergi reformları, göçmen sorunları, çalışma hayatını düzenleyen kurallar.
İnsanımız her konuda gereğini yapıyor, en zor işlerin üstesinden geliyor. Hiç olmadığımız alanlarda öne çıkıyor, varlık gösteriyor, lakin kalkınma hızında dünyanın en iyileri arasındaki Türkiye, vergilendirmede üçüncü dünya ülkesi konumunda.
Konu halka tam anlatılamıyor, kuralsızlık da içimize sinmiş. Amerikan filmlerinde çok sık rastladığımız bir anekdot; ‘ben vergisini veren bir vatandaşım’ lafıyla başlar yani vergisini veren vatandaşın önceliği vardır. Kibirlenmek hakkıdır. Trakya’da bal üretiminde bizden üç dört kat büyük üreticilerin vergi kaydı yok. Hatta Trakya’da vergi dairesine kayıtlı arıcı yok. Adam Balıkesir’den geliyor Ford arabası var, kamyoneti ve özel karavanı da var. Lalapaşa’da üç ayda tonlarca bal üretiyor, satıyor. Fatura yok, vergi hiç yok. Adam milyoner.
65 milyon çalışanı olan ülkede 22 milyon 800 bin kayıtlı çalışan gözüküyor. Ev genci diye bir kavram var, ne eğitimde ne işte kaydı olmayan bir kesim bu gençler üç milyon. OECD ülkeleri arasında birinci sıradayız.
Türkiye’de şirketlerin % 13 ‘ü zombi olduğuna dair İMF’nin raporu var. Ucuz krediler almışlar, kredilerin sadece faizini ödüyorlar. Faizler yükselince batma düzeyine gelmişler. Katma değer, stopaj ödemiyorlar. Reel faiz % 6, vergi cezası % 4 neden vergi ödesin. Cezaları kredi olarak kullanıyorlar.
Türkiye bu yapısal bozuklukları kökten çözmek zorunda. %15 i depremde yerle bir olmuş bir ülke, şu veya bu şekilde sorunlarının çoğunu çözüyor ama buradan gelen yansımalarla şimdi yüzleşiyoruz. Geliri normalde günlük giderleri karşılamada yetersizken birde deprem felaketi giderleri eklenince ekonomik kriz kaçınılmaz oluyor. Bazıları bunu görüyor ve o yüzden temel sorunları çözmeden topa girmek istemiyor.