DOLAR 33,9818 0.11%
EURO 37,7251 -0.39%
ALTIN 2.726,78-0,69
BIST 9.771,16-1,67%
BITCOIN 18366960,50%
Edirne
27°

AÇIK

05:01

İMSAK'A KALAN SÜRE

367 okunma

Bir pilot proje ve gösterdikleri…(1)

ABONE OL
17 Temmuz 2024 12:19
7

BEĞENDİM

ABONE OL

Bugün bitip bitmediği üzerinde tartışmalar yürütülen neoliberalizm, liberal ekonominin ve kuşkusuz üst başlık olarak liberal devlet ve toplum yönetiminin bir türevidir.

Temelleri, Chiaco Üniversitesi ekonomistlerinden Friedrich Hayek, Milton Friedman, Arnold Harberg atmıştır.

Fikir babası, bir ekonomist-felsefeci Friedric Hayek’tir.

Arka plandaki tasarımcı ise ABD himayesindeki Uluslararası Para Fonu’dur (IMF).

II. Dünya Savaşı sonrası çöken ekonomileri ayağa kaldırmak üzere itibar gören Keynesyen ekonomi politikaların sermaye birikim süreci açısından sürdürülemez görülmesi sonucu devreye sokulmuştur yeni-liberalizm (neoliberalizm).

Dolayısıyla bittiği yönündeki ifadeler aslında tıkanan sisteme bir günah keçisi bularak durumu idare etmekle görevli sistem ekonomistlerinin işgüzarlığıdır, gerçeği çarpıtma manevrasıdır.

Dünyada ve ülkemizde neoliberalizme giden sürece, hatırlatma notlarıyla bir göz atalım…   

Osmanlı devletinin dönüşümü, kapitalist dünya ekonomisine entegre oluşu, 

Balta Limanı Antlaşması ve bunun devamı niteliğindeki Tanzimat Fermanı ile başlamıştır.

1838’de imzalanan Balta Limanı Antlaşması ticaretin serbestleşmesini,

Tanzimat Fermanı (1839) ise açık pazar şartlarının gerektirdiği yönetsel, mali ve benzeri reformları getirmiştir.

Balta Limanı Antlaşması’nda olduğu gibi Tanzimat reformları da İngiltere damgalıdır.

Osmanlı devletinin gelişmekte olan kapitalist dünya düzenine eklemlenmesi, daha doğrusu sömürgeleştirilmesi, 1923’te modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla son bulmuştu.

Sürecin yeniden başlaması, 50’li yıllardaki Demokrat Parti icraatları sonucudur.

Türkiye dünya kapitalist düzenine bu kez çevre ülke konumunda eklemlenme yoluna girmiştir.

Keza, II. Dünya Savaşı’nın yarattığı olumsuz koşullar nedeniyle Batı ekonomik düzeni ve toplumsal yeniden yapılanma sürecini ifade eden refah devleti şartlarının, tam istihdama dayalı kalkınma modelinin, 60’lı, 70’li yıllar Türkiye ekonomisine de yansımaları vardır. 

İthal ikameci/planlı ekonomi, ulusal kalkınmacı ekonomi politikalar Türkiye’de de kendini gösterirken, dünya kapitalizmine eklemlenme süreci de tıkır tıkır işlemiş, ülkemizde komprador burjuvazi de gelişmiş, serpilmiştir.

1945 sonrası Batı’da sanayileşme ile birlikte işçi sendikalarının güçlenmesi, gelişen sosyalist hareketler, kalkınma politikalarının akamete uğramasını (sermaye birikiminin de) istemeyen sermaye kesiminin birtakım haklara yol vermesi,  refah devletinin temelini oluşturmaktadır.

Sosyal devlet ile paralellik arz eden refah devletini, gelişen sosyalizmden endişe duyan ve tedbire yönelen sermaye kesiminin mecburi bir açılımı şeklinde okumak da mümkündür.

II. Dünya Savaşı’nın halklar üzerinde yarattığı tedirginlik, mutsuzluk nedeniyle ‘vahşi kapitalizm’e dayalı bir ekonominin işleyemeyeceğini fark eden sermayenin, Avrupa’nın yeniden inşasında “refah devleti/sosyal devlet” modeline yöneldiğine dair bir saptama da yapılabilir.

Vatandaşların konut, eğitim, sağlık, adalet gibi ana gereksinimleri temel haklar olarak gören ve bu hakların sağlanmasını gözeten bir devlet anlayışının yanı sıra serbest piyasa düzenini de tanımlar “refah devleti” kavramı.

Diğer taraftan, bu sistemin kapitalizm açısından sürdürülemez, eşyanın tabiatına aykırı olduğunun ve bu sistemin değişmesi gerektiğinin de bilincindeydi sermaye cenahı.

Nitekim neoliberalizmin, diğer bir ifadeyle finansal kapitalizmin küresel ölçekte boy göstermesi, sermaye birikiminin, kapitalizmin rasyonel işleyişinin sekteye uğramasının sonucudur ve 70’lerin ikinci yarısından itibaren bariz şekilde sahaya inmiştir.

ABD’de Reagan, İngiltere’de Thatcher, Almanya’da Kohl, küresel kapitalizme yön veren üç ülkenin başındaki siyasi aktörler konumunda üzerlerine düşeni layıkıyla yapmışlar, neoliberal düzene geçişin temel taşlarını dünya ölçeğinde döşemişlerdir.

Ülkemizde ise kanlı bir dönüşüm söz konusudur ve Kenan Evren diktatörlüğünde, süngü gücüyle gerçekleştirilmiştir.

24 Ocak 1980 programının uygulayıcısı Turgut Özal ise, süngüye geçirilen sivil eldivendir ve gerekli yapısal dönüşümlerin baş mimarıdır.

Ancak neoliberal küresel düzende çevre ülke Türkiye’nin, ta 1838’de II. Mahmut ve İngiltere Kraliçesi Viktorya arasında imzalanan Balta Limanı Antlaşması ile başlayan sürecin çeşitli evrelerini yaşayıp ama her defasında dışarıdan daha fazla kaynak gerektiren bir borçlanma ile karşı karşıya kaldığı da ortadadır.

Süleyman Demirel’in 1977’de dillendirdiği 70 sente muhtaç Türkiye, 12 Eylül darbesi, ‘Turgut Özal reformlarıyla’ güya batmaktan kurtarılmıştır.

Gelin görün ki, Özal döneminde de yani neoliberal dönüşümün kuvvetle kendini gösterdiği dönemde de kamu borçlanmasının önü alınamamış ve Ecevit Hükümeti 1999’da IMF programına tabi olmuştur.

Bu da yetmemiş, 2001 krizinin baş göstermesiyle Kemal Derviş sahneye çağrılmıştır.

Ülkenin çöken finans sistemi 50 milyar dolar dış kaynakla güya kurtarılmış, yanında da ‘bonus olarak 15 Derviş yasası’ yürürlüğe girmiştir.

Neoliberal ikinci dalganın yol haritası bu 15 yasanın uygulanması ve geliştirilmesinde AKP’nin iktidara geldiği 2002’den beri üzerine düşeni büyük bir istekle yerine getirdiği bilinen bir gerçek. 

Ilık ılık akan yabancı sıcak paraya dayalı büyüme modeli, yanlış ekonomi politikalar sonucu bugün çok katmanlı ekonomik bir darboğaza yol açmıştır.  

2001 krizini, finans sektörünü 50 milyar dolar gibi bir dış kaynakla yeniden yapılandırarak atlatmıştı Türkiye. Bugün ise sadece cari açığı karşılamak için yılda 50 milyar dolar civarında dış kaynak gerekiyor.

Evet, ekonomi büyüdü de büyüdü, büyümekten helâk oldu ama ne dış borçlar azaldı, ne de ülke ekonomisi düzlüğe çıktı.

Önümüzde duran: Özal ve sonrasında Derviş imzalı neoliberal ekonomi politikaları iştahla ileriye taşıyan AKP’nin dışa bağımlılığı, daha fazla borçlanma ihtiyacını makus talih haline getirdiği Türkiye tablosudur. 

Bugün ekonomideki darboğaz, 2001 ile mukayese edilemeyecek kadar derindir ve Kemal Derviş’in yerini alan Mehmet Şimşek’in ekonomiyi düzlüğe çıkarması hiç de kolay olmayacaktır çünkü kaynak sorunu had safhadadır.

2024 bütçesinde 8 trilyon 437 milyar lira gelir, 11 trilyon 89 milyar lira gider öngörüldü. Bütçe açığı ise 2 trilyon 652 milyar lira.

2024 bütçe gelirlerinde vergilerin payı yüzde 88,12’dir ve geçen yıla göre yüzde 95 artmıştır.

Vergilerin büyük kısmı da vatandaşın omuzlarındadır.

Dolaylı vergiler kapsamında vatandaş bütçedeki toplam vergilerin yüzde 69’unu karşılamaktadır.

Kamu personeline 2024’te ödenecek 2,6 trilyon lira, bütçenin yüzde 23’üne denk gelmektedir. 2000 yılında 2 milyon olan kamu çalışanı sayısı bugün 5 milyonu geçmiştir.

2024 bütçesinin 1 trilyon 254 milyarı faiz harcamasına gidecek. Yani bütçenin her 100 lirasının 11,3 lirası faize gidecek. (Türkiye son 20 yılda faize 563 milyar dolar ödedi!)

Yatırımlar için bütçede ayrılan ise sadece 1,5 trilyon lira.

Diğer bir ifadeyle, ülkenin kalkınması ve gelişmesi için bütçede para çok az.

Ama 2,2 trilyon lira vergi gelirlerinden muafiyet var; hem de 2,7 trilyon lira bütçe açığı ortadayken.

Bu kadar teferruatın gelelim çıkarımlarına…

Türkiye’nin uygulanan neoliberal ekonomi politikalar sonucunda bir çıkmazda olduğu hem dönemsel yaşanan krizler hem de bugün katmanlı bir ekonomik buhrandan kolayca anlaşılmaktadır.

2024 bütçesine neoliberal ekonomi politikaların damgasını vurduğu çok açık ve bu cendereden nasıl çıkılacağı, Keynesyen ekonomi politikalara dönüşün mümkün olup olmadığı, elbette kapsamlı bir irdeleme gerektirmektedir.

Ülke ekonomisinin kaynak yetersizliğine çare görülen ve  “devletin kasasından bir kuruş çıkmayacak” denilen bir Devlet-Özel sektör İşbirliği “Yap-İşlet-Devret” modeli kapsamındaki şehir hastaneleri,  otoyol, tünel ve köprülerin yüksek maliyeti gözümüzün önündedir.

Devletin kasası, milletin cebi değil mi?

Bu yatırımlar gerek kullanılırken gerekse Hazine’den karşılanan garantili ödemeler üzerinden büyük ölçüde yurttaşın cüzdanından karşılanmıyor mu?

 (YİD) projeleri için 2024 bütçesinde öngörülen 162 milyar lira ödeme neyin nesi?

Evet, neoliberal ekonomi politikalar sonucu yaşanmakta olan kaynak sorununun aşılmasında (YİD) modelinin çare getirmediği, aksine ‘kara delik’ oluşturduğu aşikâr.

Ülkenin ihtiyaç duyduğu yatırımlarda, bayındırlık hizmetlerinde ihtiyaç duyulan kaynak ihtiyacının karşılanmasında (YİD) ötesine geçildiğini gösteren bir pilot proje, önümüzdeki haftanın konusu olacak.

Edirne Enez ilçesi Gülçavuş ve Sultaniçe sahil sitelerine içme suyu ve kanalizasyon yatırımı, “Devlet(Kamu)-Yurttaş İşbirliği Pilot Proje” kapsamında gerçekleşiyor.

Ne demek oluyor? Üzerinde durmak lazım…   

    En az 10 karakter gerekli


    HIZLI YORUM YAP

    SON DAKİKA HABERLERİ