İsmail DEMİRAY yazdı…
15 yaşında mahalle takımında oynarken giyer Ticaret Lisesi formasını. Aynı yıllarda Tuncaspor’da başarılarla dolu bir 5 yılın ardından büyük umutlarla çıkılan Edirnespor yolculuğunun daha başında yaşanan talihsiz bir sakatlık engeli dikilir Hüsnü Paşa ağabeyimizin önüne.
Ondan sonrasını kendisinden dinliyoruz:
“1947 yılında Geçkinli köyünde doğdum. İlkokulu köyde okuduktan sonra Edirne yılları başladı. Orta ve lise aynı okulda Ticaret Lisesi’nde okudum. Okulumuzun bir maçında okul kalecimiz çok hatalı bir gole engel olamayınca beni önerirler okul takımı hocamıza. Ben arkadaşlarla kendi aramızda yaptığımız maçlarda kalede oynuyordum. Seviyordum kaleciliği.
TİCARET LİSESİ, TUNCASPOR, EDİRNESPOR
Kalesine geçtiğim Ticaret Lisesi’nden mezun olana kadar kalesini korudum. Başarılı olduğumu düşünüyorum ki Tuncaspor’a beni önerdiler. Hem lise takımında hem de Tuncaspor’un kalecisi olmuştum. Son yılımda da öyle devam ettim, iki takımda birden. Okuldan mezun olduktan sonra da toplamda 5 yıl boyunca Tuncaspor’un kalesini korudum 1963 yılından 68 yılına kadar.
1968 yılında Edirnespor’un 2. Lig’de olduğu yıl genç kaleci olarak transfer edildim. Naci Erdem takımımızın hem kaptanı, hem antrenörüydü. 3 yıl boyunca Edirnespor formasını giydim. Bizlerin ensesini sıvazlayıp, ‘Hadi sen bizim evladımızsın görelim seni’ diyerek bizlere sahaya sürüyorlar, ama dışarıdan gelenlere bir çuval para veriyorlardı.
Edirne’nin gençleri bunları gördü, küsenler, futbolu bırakanlar oldu o dönemlerde. Üvey evlat muamelesi gördü Edirne’nin gençleri o yıllarda yani. Edirnespor’a geldiğim daha ilk günün antrenmanında büyük bir talihsizlik yaşadım, kolum kırıldı. Gittim çıkıkçıya kolum iyileşsin diye. Kolumda içi kanama oldu. Naci Erdem aldı beni Fenerbahçe’nin doktoru Reşat Dermaner’e, iyileştim ama kolumun kırılması hiç iyi olmadı. Ondan sonra 3 yıl boyunca elimden geleni yapmaya çalıştım. 1970 yılında Edirnespor 3. Lig’e düşünce benim de askerliğim geldiği için takımdan ayrılıp askere gittim.
BİR AYAGIMDA 41, DİĞERİNDE 40 NUMARA AYAKKABI
Tuncaspor’da geçen günlerim aynı zamanda Kıyık ile bütünleştiğimiz günlerdi. Takım arkadaşlarımın içinde Ahmet Ahmet Maltepe, Ergül Alter unutamadığım arkadaşlarımdı. 60’lı yılların Kıyık semtinde futbola inanılmaz bir ilgi, bir o kadar da görünen yoksulluk vardı. Formalarımız çok yıpranmış, eski. Ayakkabılarımızın biri 41, biri 40 numara. Bu şekilde sahaya çıkıyorduk, sahaya çıktığımızda da 9 kişi ile başlıyor, sonra biri geliyor 10 kişi, sonra biri daha gelince 11 kişi oluyor ve takım tamamlanıyordu. Ama cansiperane oynuyorduk, karşımızda çok güçlü takımlar vardı. Edirnespor, Suspor, Meriçspor gibi. İlk yarıda dişe diş mücadele ediyor, devreyi 0/0 bitiriyor, rakiplerimiz çıldırıyordu ama ikinci yarıda gücümüz tükeniyor maçı 5/0 kaybedebiliyorduk.
Şartlarımız diğer takımlara göre çok kısıtlıydı. Kısıtlı olanaklarımız ancak bu kadarını gerçekleştirebiliyorduk. Haftada ancak bir idmanla çıkabiliyorduk maçlara. Antrenmanlarımız da profesyonellikten uzak amatörce yapılıyordu. Başımızda hoca olmasa da takım kaptanı bize hem hocalık, hem kaptanlık, hem de ağabeylik yapıyordu.
Kulüp olarak kullandığımız sabit bir yer yoktu. Çok yer gezdik. Sadece Kıyık’ta değil Saraçlar Caddesi’nde bile kaldığımız bir kahve vardı. Özcan’ın kahvesi diye bir yerdi, şu anda yıkıldı oraları, şu anda İş Bankası’nın olduğu yerin altındaydı. Kıyık’ta da belli bir yerimiz olmadığı için kahve kahve gezdiğimiz yıllar oldu.
MAÇTAN SONRA BATAN DİKENLERİ AYIKLARDIK
Bütün maçlarımız diğer takımların da olduğu gibi 25 Kasım Stadı’nda oynanıyordu. Toprak saha, çıktığımız zaman mevsimine göre yazın zımpara gibi, düşmeye gör her yerin yara bere içinde, o yetmezmiş gibi böğürtlen dikenleri, maçtan sonra her yerimizden dikenleri ayıklıyorduk teker teker. Kışın ayrı bir dert, çamur, yağmur, soğuk hepsi ayrı bir çile, ama amatörlük güzel işte. Futbol sevgisi bizleri o sahada ayağa kaldırıyordu.
Askerlik dönüşü tekrar Tuncaspor’da başladım futbola. Futbol ve kalecilik aşkının yanında bitmeyen Tuncaspor sevgisi dönüşte yine bağrına basmıştı beni. Mutluydum, eldivenlerime ve takımıma kavuşmuştum. 1972 yılında döndüğüm askerliğim sonrasında döndüğüm Tuncaspor’da kalite yükselmiş, hedefler de yükselmişti. Artık o sahaya çıktığı zaman 5 yiyen takım gitmiş, rakiplerinin korkulu rüyası haline gelmiş bir Tuncaspor çıkmıştı ortaya.
TUNCASPOR MARŞI BENDE
Şampiyonluk hedefi ile çıktığımız 1974/75 sezonunda çok çekişmeli maçlar oynadık. Tuncaspor’un kuruluşunda bir komiser varmış Arap Tahir. Şampiyon olduğum o yılda yine bizim yanımızda bir komiser vardı Fehim Sevinç komiserimiz. Kendisi futbola ve Tuncaspor’a çok düşkün, yakından ilgilenen birisiydi. Ve Fehim komiserimizin yazmış olduğu bir Tuncaspor marşı vardı, o bende saklı halen. Kaybolacağını bildiğim için teksir yaptım halen saklıyorum.
Bu marşın bize ulaşmasının ilginç bir hikayesi vardır. Ben yöneticiyim. Komiser Fehim ağabeyimiz marşı muhtarımız Hayri ağabeye göndermiş. Ona ulaşamamış, Ferhat’a ulaşsın diye uğraşmış ama bir şekilde benim elime ulaştı, saklıyorum bu marşı Tuncaspor için.
TUNCASPOR’UN İLK ŞAMPİYONLUĞU
İsmail Köksoy’la birlikte Tuncaspor’un kalesini koruyoruz o şampiyon olduğum yıl. Dönüşümlü olarak. İkimizin de formda olduğumuz dönem, ikimiz de takımın aynı zamanda kaptanlığını yapıyoruz. Birçok maçta bir devre İsmail, bir devre ben geçiyorduk kaleye. Son maçımızda Keşan’dayız. Şampiyonluk için son maça çıkıyoruz ve rakibimiz de Keşanspor. İlk yarıda İsmail kalede çok iyi bir maç çıkardı. Kalmasını, devam etmesini istedim. Rahmetli Akif maçın sonlarında bir gol attı ve maçı da aldık şampiyon da olduk. Ama maçın ilk dakikalarında öne geçseydik o sahadan zor çıkardık. Maçtan sonra dakikalarca taşlar yağdı üzerimize. Maçın sonlarında gelen golle Tuncaspor tarihinde ilk şampiyonluğunu yaşamış oldu, bizler de buna ortak olduk, katkı sunduk. Şampiyonluk sonrasında ben faal futbol hayatıma son verdim, ondan sonra yine de Tuncaspor ile ilgimi kesmedim, bundan sonra idarecilik dönemim başladı.
KÜME DÜŞTÜK, ŞAMPİYON OLDUK
Takımın şampiyon olduğu yıl kadrosunda olduğum gibi idarecilik döneminde takımımızın küme düşmesini de yaşadık yönetim olarak. Ama geri adım atmadan, nasıl bu takım bizim dönemimizde düştüyse, bizim dönemimizde çıkmalı diyerekten bazı transferler yaparak bir yıl sonra düştüğümüz yerden takımımızı eski yerine çıkarmayı da başardık.
İdarecilik dönemimin yanında aynı zamanda takım çalıştırmak için antrenörlük belgemde olduğundan bir dönem Tuncaspor genç takımını da çalıştırdım. O yıl çalıştırdığım takım aynı zamanda şampiyon olmuştu. O şampiyonluk sonrasında idarecilik ve genel kaptan olarak Tuncaspor’da katkı vermeye devam ettim. Tuncaspor’da bu çalışmalarım 1984 yılına kadar devam etti, ondan sonrasına gençlere devrettik.
Sonraki yıllarda da yönetime gelen ve Tuncaspor’un başarısı için mücadele eden arkadaşlarımız oldu. İlk aklıma gelenler Günay, Gülistan ağabey, İrfan, Mehmet Örgün. Emekleri çok geçmiştir bu arkadaşlarımızın da.
ÇEKİLİŞTE ARABA BANA ÇIKINCA
1973 yılında Tekel’de çalışmaya başladım 1998 yılında emekli oldum. İrfan Deniz‘le birlikte çalışıyorduk. Bir de 12 Eylül 1980’i yaşadık birlikte, bırakamadık zaten, devam ettik. Yönetimde olduğumuz dönemler maddi olarak sıkıntılar da çektik. Yönetimde olduğum dönemlerde yönetimdeki arkadaşlara daha sezon başlarken şart koşardım, yönetim olarak ortaya bir şeyler koyardık. Sonrasında bütün Kıyık esnafını dolaşırdık, gücü yetenden bir aidat isterdik. Her ay bu şekilde sürerdi bu. Ama yüzü ekşiyen esnafa da gitmek istemezdik. O yıllarda biz bu şartlarda yürüttük, ayakta tutmaya çalıştık Tuncaspor’u.
Takım için yemek geceleri düzenledik, tombala çekilişleri yaptık, ve Edirne’de kimsenin cesaret edemediği bir şeyi yaptık araba çekilişi düzenledik. Çok büyük reklamımız olmuştu o dönemde. Düşünün bir amatör takım alıyor sıfır bir arabayı milli piyango çekilişi sonrasında kazanana teslim ediyor. O çekiliş öncesinde arabalarımızla köy köy dolaştık bilet sattık, son yüz bilet bende kalmıştı ve araba da bana çıkmıştı. Sonra ortalık karıştı arabayı kendime çıkartmışım diye. Mümkünü mü var? Sonuçta Milli Piyango çekilişiyle belirlenen bir rakam bu.”
(Yarın: İrfan DENİZ)