28 Kasım 2024 Perşembe
Bir asır oldu Cumhuriyetimiz. Heyecanımız birinci yılın heyecanından yüzlerce kez fazla. Bu nedenle güvenimiz tam ve asırlar boyunca ilelebet sürecek. Hem de amasız, fakatsız. Çünkü birinci asır sonunda gördük ki sahiplenilmedikçe, demokratik katılım olmadıkça ilerleyemiyor ve kayıp gidiyor elimizden.Derslerimizi öğrendik; yaparak, yaşayarak.
Osmanlı tebaasından çaldığı tüm zenginlikleri anlaştığı uluslararası sermayeye devretmişti. Yetmemişti, topraklarımızı da istediler.
Günün şartlarına uygun Cumhuriyeti kan dökerek kurabildik. Bize ait olup bizden alınanları geri aldı Cumhuriyet. Olması gereken sanayi tesislerini, üretim merkezlerini kurdu. Bir yandan da Osmanlının çaldıklarını ödedi.
Geliştirmek, demokratikleştirmek biz yurttaşların görevi idi. Tebaadan kurtulamamış kültürel yapımız yetmedi bu görevi tamamlamaya. Yine de iki ileri bir geri, seke seke yürüyordu mücadele.
Ve 1980. Önce esaret koşulları ile 24 Ocak 1980 kararları dayatıldı. Ardından ‘bu kararlar ancak baskı yönetiminde uygulanabilir’ diyen iktidar ve 12 Eylül 1980 faşist cuntanın darbesi. Cumhuriyetin ekonomik kazanımlarını sermayeye devretme yarışı hızlandı.
Ve 2002 Kasım ayında iktidara gelen AKP Cumhuriyete dair her şeyi yok etmek görevini üstlendi. Her şeyi “babalar gibi” satanlara Cumhuriyet yatırımları elbette yetmezdi ve yetmedi. İktidara geldiğinde devleti şirket mantığı ile yöneteceğini ve kendisini de bu şirketin ceo’su olarak gördüklerini söylemişlerdi. Oysa ceo başında bulunduğu şirketi zenginleştirmek görevini yürütür. Aksi halde sermaye sahibi o ceo’yu bir dakika görevde tutmaz. Ama bu ceo devletin başında olunca kamunun her şeyini asıl bağlı olduğu uluslararası şirketlere aktarma, yeni yerli yandaş yaratma amacını güdüyordu. Başardılar!
Biz kaybettikçe onlar zenginleşti. Sonunda sattıkları da yetmedi. Beş kuruş vermeden yatırım yapıyoruz diyerek özel sektöre yaptırılan yol, tünel, köprü, hastane gibi kamusal hizmetler için 20-30-40 yıl her ay milyarlarca ödeme yapmayı bizim adımıza garanti ettiler. Yapılan işin yüzlerce katı para aktarıldı yandaşlara. Hastane patronları sağlık bakanı, özel okul sahipleri Milli Eğitim Bakanı oldu. Yetmedi. Yeni vergi kalemleri üretmeye başladılar, görüyoruz. Evdeki tuvaletlere bile ölçme aleti koyup vergi çıkarma niyetleri oldu!
İşin özü; bir asır önce kadınlarımıza, çocuklarımıza, emekçimize, çiftçimize, üreticimize umut olan Cumhuriyet, bugün felakete dönüştü.Kadın cinayetleri her gün artıyor. Çocuklarımız yoksulluktan okuldan ayrılıyor. Kadın ve çocuklar cinsel saldırı, taciz korkusuyla yaşıyor. Her yaş yurttaşın emeğinin sömürüsü sınırsız hale geliyor.Mafyalar her adımda cirit atıyor. Ülke nüfusu komşu ülkelerden gelenlerle yeni demografik yapılar oluşuyor ve kentler gettolaşıyor. Tarım ve hayvancılık ithalat şirketlerince sıfırlanıyor…
Bu ahval ve şerait içinde bizlerin umudu tükenmedi. Bir asrın sonunda eksiklerimizi görerek yeniden yeni bir cumhuriyet; demokratik cumhuriyet için direncimiz, umudumuz ve kurucu anlayıştan kalan teslim olmayan irademiz büyüyor.
İkinci yüzyılın başında ilk günün heyecanı ile görevlerimiz ağır ama başarma irademiz ve durumumuz vardır. Hatalardan dersler çıkararak kul olmaya yönlendirilen nüfusumuzu yurttaşlığa kazandırmalıyız. İktidarın çaldıklarını geri almalıyız. Kadınlarımızın haklarını kullanmalarının önündeki engelleri kaldırmalıyız. Çocuklarımızı özgürleştirecek adımları kamusal görev bilmeliyiz. Emekçini hakkını alabilmesi için evrensel hukuk kapsamında kapıları açmalıyız. Laikliği herkes için her zaman ve her yerde savunmalıyız.
İşimiz çok. Ama yapamayacak durumumuz yok. Önce niyet edelim. Samimi olalım. Üzerimize düşeni özverili olarak karşılıksız yapalım. Uyanalım. Uyumak için önümüzde sonsuzluk var. Anlayalım. Ders alalım. Liderlere değil kendimize, örgütlerimize güvenelim.
En önemlisi de bir arada olalım. Çünkü biz ya sırtımıza alıp taşıyoruz liderimizi ya ayağımızın altına alıp çiğniyoruz düşenimizi. O nedenle en büyük ders; yan yana yürümeyi öğrenmeliyiz.
Bunu başaracağız ve bu coğrafyada demokratik bir Cumhuriyet olarak asırlarca yaşayacağız. Yüz yıl önce bunu istemeyenler ve bu gün de istemeyen varsa bir daha gelmemek üzere gidecekler.