DOLAR 37,9996 0.06%
EURO 41,1386 0.01%
ALTIN 3.762,870,87
BIST 9.659,480,49%
BITCOIN 3188072-3,47%
Edirne
13°

HAFİF YAĞMUR

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Ziya Gökerküçük

Ziya Gökerküçük

13 Mart 2025 Perşembe

    FARKINDA MIYIZ?

    FARKINDA MIYIZ?
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Toplumlar görünce sarsılır ve sorar bazen. Resmî kurumların, hepimize atalarımızdan miras kalan taşınmazlarımızı kendileriyle uyumlu olan kurumlara vermesi ve bunun mevzuata uydurulması. Bugüne kadar bunu düşünmemiştik belki de. Hani “devlet baba” tanımı, güveni var ya, ama bu taşınmazların dinci tarikat iltisaklı derneklere verilmesi tepki topladı.

    Bin yılların “devlet baba” kültürü gibi kendimiz de sorgulanmaya başladık sanırım. Farkında olduk da diyebiliriz.Hepimiz can dost olarak gördüğümüz, yeni yitirdiğimiz Edip Akbayram şarkısında dendiği gibi; “güzel günler göreceğiz çocuklar” sloganını dilimizden düşürmeyiz. Bir yanda Osmanlı’nın borçlarını 1954 yılına kadar öderken her alanda geleceğe dair sanayi tesisleri kuran, övündüğümüz Cumhuriyet kuşağından kalan mirası çocuklarımıza aktaramazken yüzümüz kızarmayacak mı? Bana ne diyebilir miyiz? Sokaktan başlayıp kente dair her şeyin farkında olmak gerekiyor. Elbette yerellerin geleceğini belirleyecek dünyada olan bitenin de farkında olmalıyız.

    Dünya Emekçi Kadınlar Günü etkinlikleri sonrasında Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf (TAKSAV)da İbrahim Varlı vardı. TAKSAV; kente farklı hava getiren bir yer. Benzerleri kitap cafelerde var. Sürekli farklı etkinliklerle tekliğe karşı farklılıklar sunan etkinliklerle düşünme alanımızı geliştiriyorlar.

    İbrahim Varlı konusunda uzman bir dış politika yazarı ve Birgün Gazetesi sorumlu yazı işleri müdürü. Ülkemizden Ortadoğu’ya, Yemen’den Ukrayna’ya, Asya’dan Çin ve Rusya’ya, Grönland’dan Afrika yerli kabilelerine gelişen durumların hiç birisinin tesadüf olmadığını örnekleriyle anlattı bizlere. Bilgilendim, bilgilerimi paylaşayım dedim.

    Hepimiz duyduk; Trump Grönland’ı istedi. Oysa Grönlanda Danimarka’ya bağlı ve Danimarka ABD’nin Avrupa’daki en sadık dostu. Ama reis Trump olunca sus pus. Trump, “Panama Kanalı’nı da alacağım” dedi. Diğer ülkelerin bir şey diyemeyeceğini ekledi. Çünkü Panama Kanalı Çin’e yarıyor. Ya Kanada? Başkanıydı sanırım, ağladı ama çare yok. Oysa Kanada İngiliz Milletler Topluluğu’ndan ve örnek demokrasi olduğunu sandığımız bir devlet diye bilirdik. Trump; askeri operasyon tehdidi de yaptı. Farkında olmalıyız.

    Bizim kuşak dünya gidişatı ve cumhuriyet aydınlanması dönemine denk geldi ve demokrasi, katılım, şeffaflık gibi güzel talepleri dinleye anlata bu günlere geldik. Geldik ama bu talepler hayata geçmediği gibi tam aksi tek kişilerin öne çıktığı seçilmiş(!) otoriter rejimler her yerde.

    Tek kişilik yönetimlerin başkanları ülkelerini ve dünyayı şirket gibi yönetmekte. Erdoğan bunu söylemişti zaten. Putin ve Trump veya diğer liderlere bakınca dünyada çok varlar. Cumhuriyetin kuruluştan öncesi kurtuluş sürecinde meclisin birlikte yönettiği gerçeği var iken bugün cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminde meclisin anlamı kalmadı.

    Dünyada etkin olan tek kişili yönetimleri yeni tekno-sermaye grupları tarafından el üstünde. Dünya yenilenmeli diyorlar. Neden sorusunu İbrahim Varlı örnekle anlattı: Telefonun pilinden tut birçok parçası ve bilişim, iletişim teknolojisi için bazı madenler gerekli. Bu madenler Kolombiya, Bolivya gibi ülkelerde ama hem azaldı hem de ülke halkı bıktı bu sömürüden. Aynı madenler Ukrayna, Kanada ve Grönland’da var. O nedenle bunlar olacak.

    Ukrayna ile maden anlaşması yapılması amaçlanan buluşmada zorba Trump dilini, diğer zorba Zelenski’ye nasıl kullandığını gördük. İnsanlığın bittiği an olmalı, kınanmalı.Ama…

    İbrahim Varlı Ortadoğu’ya da değindi. Ortadoğu’da herkesin birkaç planı olduğunu ve herkesin bir tarafa yanaşmak zorunda olduğunu söyledi. Bu yeni paylaşımın Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)nin güncellenmiş hali. Anladığım kadarı ile bize düşen de PKK’nin silahlı mücadeleyi bırakması. Öte yandan Cumhurbaşkanının da bir dönem daha aynı görevde kalabilmesi umuduna yeşil ışık yakılması.

    Dünyanın yeniden kurgulanması elbet toprak ve kan ile oluyor. Her yüz yılda bir küresel pazarlıklar olduğunu ve bunun sonucunda dünya planlamaları yapıldığını bu bilgi çağında hepimiz farkındayız da ona göre davranış sergilemiyoruz sanki.

    Bir Bektaşi anlatısı vardır; Bektaşi Babaya sormuşlar, “Cenaze giderken tabutun neresinde olmalıyız?”  Bektaşi; “Valla içinde olmayın neresinde olursanız olun” demiş.

    İyi de hepimiz tabutun içindeyiz? Farkında mıyız?

    Farkında olmadığımızda geleceğin yüz yılı emlakçı turp Trump ile falcı muskacı Musk ve aidiyetlerinin egemenliğinde geçecek.

    Devamını Oku

    YEŞİL ALANDA KİTAP OKUMAK

    YEŞİL ALANDA KİTAP OKUMAK
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Her toplantının amacı vardır. Kent Konseyinin “yeşil alanlar nasıl olmalı?” sorusuna yanıt aradığı panelde konuşmacıları dinlerken kurduğum hayal; evimizin yakınında yeşil alandayım. Alanda bank, oturak gibi donatılar var. Yerlere de uzanabilirsiniz. Çünkü tertemiz. Burada oturup kitap okumak istemez misiniz?

    Yeşil alanlar kentlerin akciğerleridir denir. İnsan akciğerini yok eder mi? Etmişiz maalesef. Yıllardır bizim olan yeşil alanlardan birileri ceplerini doldurmuş, eşini dostunu memnun etmiş. Bizle yani belediyeye verdiği “kira” veya belki de “işgaliye bedeli” devede kulaktır. Bazıları var ki kiracı olduğu yerde kiraladığı bölgeler var. Kiracının kiracısı da yapısını yapmış; bazen börekçi bazen balıkçı. Ya da alan bakılmamış,izbe ve korkunç şekilde duruyor, insanın yararlanmasına engel bir durum var yani.

    Kentlerde yeşil alanların yararlarını yazarak kimsenin kafasını şişirmek istemem. Zaten bilmeyen yok ve isteyen de bulabilir.

    Toplantıda ilginç fikirlerden birisi de dere yataklarının değerlendirilmesi. Bugüne kadar birçok yerde kurumuş dere yatağı hemen imara açılır ve kademeli apartmanlar dikilir. Herkes kazanmıştır. Bir gün olur bir sel gelir; kader!

    Kentimiz yeşil alanlar konusunda çok şanslı diye düşünüyorsanız yanılırsınız. Meriç, Tunca kıyıları da dahil kişi başına düşen yeşil alan ülke ortalamasından az. Bu da imara yeni açılan yerlerin yeşil alan düzenlemesi daha düşünülerek olmalı demektir. Yeşil alanı olmayan mahallelerde de bir şekilde yeşil alan üretmek gerekir demektir.

    Bugüne kadar hepimizin olan yeşil alanlar amacı dışında kullanılmıştır. Bugün bu anlayışın yanlışlığı anlaşılmış olmalı ki kentlilerin yıllardır talep ettiği gibi yeşil alanlar hepimize açık ve insanca yararlanılacak şekle geçecek. Bekliyoruz. Yine toplantıda bir öneri; çok mantıklı. Her yeşil alanın korunmasını, bakımını yapacak alan gönüllüleri oluşturmak. Belediye ve Kent Konseyi bilgisi dahlinde bu gönüllü ekipleri kurulmalı. Mahalle Meclislerinin de temeli olur bu tür oluşumlar.

    Ya diğer ortak alanlarımız ne durumda?

    Hepimize ait olan sadece yeşil alanlar yok. Hazinemize ait olan binalar, arsalar, meydanlar, tarihi yerlerimiz var. Bunlar maalesef merkezi iktidarın tasarrufunda. Bürokrat olarak ile atanmış kişiler merkezin aldığı kararı uygulamaktadırlar. Kentimiz ile hiç de ilgisi olmayan kişi veya kurumlara bu yerler verilmektedir.

    Bu günlerde gündemde olan yurt alanı son değil, olmayacak da. Çünkü bizler bunlardan haberdar bile değiliz. Olay neydi? Hepimize ait olan bir arsamız var. Valilik yukarıdan gelen bir emirle burasını yurt yapmak üzere bir derneğe, vakfa 49 yıllığına veriyor.

    Verebilir mi? Hukukta yeri var diyelim, etik mi? “Bana yer verin ben orada yurt açayım ve devletime katkım olsun” düşüncesi doğru gibi gözükse de etik olmaz. Sonuçta bu kurum veya kişi burasının yapılması, işletilmesi hizmeti sürecinde ticaret yapacak, para kazanacak ve iş, iyilik, sevap gibi sınırları aşacak.

    Belediyenin konut alanı olan bu yerin durumunu yurt olarak değiştirmesi kentlinin varlığı üzerindeki yanlış kararıdır. Buraya yurt yapmak isteyen kurumun aidiyeti, asıl amacı gibi soruları sormuyorum bile. Dini inançları kullanarak ortak alanları kapatmak devrindeyiz.

    Bize düşen hisse; biz kentin sakini değil sahibiyiz deriz yıllardır. Yetmez; ülkenin veya dünyanın de sahibiyiz.Sahiplik aklarımızı öğrenip bu tür işlem ve uygulamalara karşı hakkımızı aramalıyız. Panelde bu da anlatıldı. Kent, çevre, barış gibi birçok konuda hak üçüncü kuşak haklar olarak ülkelerin mevzuatlarında var. Kullanmak için de önce birinci, ikinci ve şimdi de üçüncü kuşak haklarımızı bilmemiz gerekiyor. Devletler bu hakları mevzuatlarına işleyip uygulamakla yükümlü. Ama bu mevzuatların uygulanmasını sağlayacak olan bizlerin baskısı, hakkını aramasıdır.

    Bize en yakın yeşil alanlarımızı kamusal yarar için kullanabiliyor isek diğer ortak zenginliklerimize de ana-babamızdan gelen hakkımız gibi sahip çıkarak bizden sonraki kuşaklara aktarılmasını sağlamalıyız. Toplumlar geçmişi ile mutlu, gelecek ile umutlu olur.

    Hepimizin olan yeşil alanlarda bir kitap değil çeşitli kitaplar okuduğumuzda ve kent alanlarından hepimiz eşit yararlandığımızda biz mutlu, kentler huzurlu olacaktır.

    Devamını Oku

    MEMNUNİYETSİZLİK VAR

    MEMNUNİYETSİZLİK VAR
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    “Memnuniyetsizlik varsa ben şunu da yaparım; vatandaşa ‘gidin sağlık personelinin gırtlağına yapışın, ben devlet olarak üzerime düşeni yaptım, hizmeti vermeyen onlar” cümlesini hem de avukat olan bir vekil kuruyor. Evet sayın vekil memnuniyetsizlik var. Senin gibilerin bu tür cümleleri memnuniyetsizlik yaratıyor.

    Pınarhisar’da, Sayın Erdoğan’ın hapis yattığı ilçede, AKP vekili A. Gökhan Sarıçam, önderlerinden öğrendiği bir konuşma ile yurttaşı sağlık çalışanlarının üzerine yönlendirdi. Bu mantığa göre iktidardan memnuniyetsiz olanların da iktidarın gırtlağına yapışabilir! Ama bunu yaptığınızda karşınızda ya güvenlik güçlerini ya da adliye personelini buluyorsunuz.

    Gelen tepkiler üzerine; “sağlık çalışanlarımız bizim baş tacımızdır. Onlar gece gündüz demeden fedakârca çalışırken, benim ya da herhangi birinin onların emeğini görmezden gelmesi asla mümkün değildir” dedi. Bir avukat olarak ne konuşacağını, neyin suç olup olamayacağını vekil bilir. O nedenle bile-isteye söylenen tahrik cümlelerinin özrü, pişmanlığı olmaz. Cezası olur, yaptırımı olur.

    AKP yetkililerinden bu vekile kınama türü cezai durumu da duymadım. Bakanlık ise bu skandal konuşmaya, toplumu şiddete yönlendiren sözlere “müşteri memnuniyeti” olarak bakmış; “Sağlık hizmetinde memnuniyetin, hizmet alanın ve hizmet verenin memnuniyetine bağlı olduğunu biliyoruz; vatandaşlarımızın ve sağlık çalışanlarımızın memnuniyetini bir arada gözetiyoruz; bu iki değeri birbirinin ayrılmaz parçası görüyoruz” demiş. Yani şiddete yönlendiren vekile bir şey yok! Sonra bakanlık sitesinde “şiddete hayır” videoları yayınla!

    Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde biliyoruz ki bakanlar partili değil. Onlar bürokrat ve Cumhurbaşkanının çalışanı denebilir. Gel denince gelirler git denince giderler ki zaten gelip gitmeleri de çoğunlukla SMS üzerinden kendilerine bildirilir veya haberlerden öğrenirler.

    Neyse ki duyarlı kişi ve kurumlarımız var ve davacı oldular. Oldular da bu suçu işleyen iktidar yanlısı, soruşturmaya – kovuşturmaya yer olmayabilir. Ya da adliye personelinin bu işlere bakan kişileri muhalifleri takip ettiklerinden Sarıçam gibilerine zaman bulunamayabilir.

    Her ne olacaksa, tarihe not düşüldü, meydan o kadar da boş değil dendi. Çağdaş ve örgütlü toplumlarda bu tür konuşmalar olmaz, olsa bile hemen istifa ettirilir, elinden hakları alınır. O kişi pişmanım demek için bile sokağa çıkamaz.

    Ülkemizin her tarafında memnuniyetsizlik var. Mustafa Coşturoğlu’nun “Toplumsal Çözülme” durumu var. Bu bir plan ve bölgemizde uygulamada. Coğrafyamız bataklık durumunda. Bu duruma rağmen küçücük mutluluklarla büyük hayaller kurmak, kurabilmek var iken onları da yıkan davranışları yapmasa muhalefet edenler.

    Memnuniyetsizliği hastalık sanmıyoruz. Bizim memnuniyetsizliğimiz duyarlılığımızdan. Devletimizi temsil edenler üstlerinden aldıkları cesaret, yetki ve akıl ile kentlerin her zenginliğini değerlendirme yetkisine sahipler, malum. Bana göre, sana göre yanlış ama, böyle. Atanan bir Vali veya müdür 400 binden fazla insanın, kentlinin taşınmazlarını kentle alakası olmayan, kenti ticari mekân olarak gören kişi veya kurumlara sadece fikri yakınlık nedeniyle devredebiliyor.

    Bu aşamaya kadar biz kentliler olarak maalesef pek bir şey yapamıyoruz. Onu sandıkta oy verirken veya sokaklara dökülerek yapabiliriz. Ama sonrasında devredilen, satılan bu yerlerin yeniden planlanması gerekiyor ki resmiyet kazansın. Değil mi ya, burası Dingo’nun ahırı değil, yasa var, mevzuat var!

    Mevzuata uydurmak için yerel yönetimin de “mevzuata uydurması” gerekiyor. Başta avukat var usulsüzlük olmaz diye güveniyoruz belki ama bu yanlışlar meslekle ölçülmüyor demek ki bu kez gerçekten uydurulmuş!

    Kent planlamasından hepimiz anlayacağız diye kural yok. Ama konunun uzmanlarına güveniriz. T.Ü. eski rektörü Prof. Osman İnci’nin itirazına aynen katılıyorum. Ayrıca TMMOB üyelerine de güveniriz. Yeter ki bakış açısı kamudan yana olup bireysel çıkarlar peşinde olmasın.

    Evet 04 Şubat 2025 günü Belediye Meclisimiz toplumda memnuniyetsizlik yaratan bir karar aldı. Konut olan yerleri yurt yaptı. Neden? Valiliğin verdiği yerlerde birileri yurt yapsın diye. Geçmişte planlama yaparken nereleri yurt olur diye plana konmuş iken bunun dışında konutların olduğu yerlere yurt veya ticari alan yapmak yanlıştır.

    Umarız bu yanlış karar, kararı verenler tarafından düzeltilir ve adliye çalışanlarımıza iş düşmez.

    Devamını Oku

    YAŞAMIN KENDİSİ TEMİZDİR

    YAŞAMIN KENDİSİ TEMİZDİR
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Kendine, yaşadığı ortama en çok zarar veren kimdir diye sorsak sanırım büyük çoğunluk insan der. Bu yanıtı verirken de kendimizden başkasını tarif ederiz.

    Son 60-70 yıldır toplumsal insani değerlerimiz yıprandı ve bazı kesimler tarafından bile-isteye yozlaştırıldı. Ulus devlet olma amacı sonrasında bu toplumsal çatışma kaçınılmazdı; değişmek isteyenler ve istemeyenler. Değişim istemeyenler her zaman olduğu gibi geçmiş yaşamı savunurken; isteyenler her yerde olduğu gibi geçmişten ders alıp yeni bir yaşam hayalini kurdular.

    Mitolojik Habil-Kabil durumu burada da yaşandı ve toplumu yönetenler bir kesimden yana oldu; değişimi, güzellikleri isteyenleri yok etti.

    Bu yok ediş abartılarak ve acımasızca devam etmektedir. Malum, çağımız bilgi çağı, iletişim çağı. Yeni adı ile enformasyon çağı. Ama bu çağ aynı zamanda kirliliğin çağı. Güzel olan; teknik olarak iletişime herkes her an ulaşabilmekte. Yanlış ve tehlikeli olan; bu çağın içine hepimiz her şeyi koyabilmekteyiz. Bu her şey; bilmeden konanlar değil, iktidarlar tarafından klozet gibi doldurulanlardır.

    Bir televizyon kanalında konuşmacı henüz M.K.Atatürk’e bir şey diyemediği için olsa gerek 11 Kasım 1938 günü Atatürkçülüğün CHP’liler tarafından yok edildiğini söyleyebiliyor. İnönü’nün hemen cumhurbaşkanı olmasını, paraların üzerinden Atatürk’ün resminin kaldırılmasını buna kanıt sunabiliyor. Amaç; yalan bilgi ile toplumun sahiplendiği kişileri değersizleştirmek. O da biliyor ki; makamlar boş kalmaz, hemen birisi o makamı yüklenmek zorundadır. Bu kişinin de İsmet İnönü olacağını ve cumhurbaşkanı olduğu için de kanun gereği banknotlarda İnönü’nün portresinin olması gerektiğini de biliyor.

    Geçmişte bizler ailelerimizin ve toplumun içinde onların kuralları ile büyürdük. Şimdiki kuşaklar enformasyon çağında yaşıyorlar ve etkisi büyük. Çağ kirli bir çağ aynı zamanda. Birgün yazarı L. Doğan Tılıç’ın bu dediği gibi çağ çığ durumuna gelmiş ve “enformasyon çığı” olmuştur. Toplumu çürüten, cehaleti teşvik eden bu çağ/çığ kişisel hataların, çocukça cesaretlerin işi değil.

    Bu kirlilik içerisinde toplumun demokrasi algısını; “bir kişi yeter ve yönetir” şeklinde kurgulamak gelecekteki toplumunun altına benzin ve ateş koymaktır. Ani ve sebepsiz öfke patlaması olarak tanımlanan amok hastalığını topluma yaymaktır. Saldırgan, düşüncesiz, ezici, yıkıcı ve acıma duygusundan arınmış insanlardan oluşan bir toplum yaratmaktır.

    Ne yapalım derseniz örneklere bakalım. Sel tehlikesi karşısında ateş karıncaları vücutlarını birbirine bağlayarak yüzen sallar oluşturur ve böylece hep birlikte hayatta kalmaya çalışırlarmış. Ya da Antarktika’da yaşayan penguenler aşırı soğuk ve fırtınadan korunmak için sıkı kümeler oluşturur, fırtına sertleştikçe birbirlerine daha fazla sokulurlar ve sürekli dönerek hiçbir penguenin uzun süre dışarıda kalmasına izin vermezlermiş. (L.D.Tılıç-Birgün)

    Ne yapalım sorusunun yanıtı bu. Karınca ve penguenlerin yaptığıdır. Ha bir de‘partide sözüm geçmiyorsa ne olursa olsun’ deyip tufanı davet etmemektir. Ben değil biz, siz değil toplum vedoğa için mücadele etmektir. Bu tartışmalar ilkel çağların çirkin gösterisinde olduğu gibi sosyal medya arenalarında değil ev içinde olmalıdır. Çünkü ev bizimdir ve kırılan her camında, yakılan her halısında emeğimiz vardır, sakinleşebiliriz.

    En önemlisi de karşı olduğumuz ve yanlış bulduğumuz davranışları yapmamaktır. İktidar güç elindeyken hepimize ait olan kamu kaynaklarını dinci sermaye veya tarikat-cemaat geleneğini meşrulaştırdıkları dernek veya vakıflara aktarmakta iken;muhalifler etkili olduğu yerlerde, her ne şart ve zorunluluk olsa da buna direnmeli ve alet olmamalıdır. Her davranışımızı, harcamamızı, kararımızı şeffaf olarak karar öncesinde ve sonrasında kamuoyu ile tartışmalı, paylaşmalıdır.

    Demokrasi sadece düşünme ve söyleme özgürlüğü değildir. Demokrasi eylemsel olarak hayatı yaşamak ve yaşatmaktır. Bunu ilke olarak her alanda uygulamaktır.Yaşamın kendisi, doğal hali temizdir. Onu kirleten bizleriz. Her an üstümüze gelen örgütlü enformasyon çığından kurtuluşun tek yolu; doğru bilgiyi doğayı inceleyerek edinmek ve örgütlü olarak buna uygun davranmaktır.

    Devamını Oku

    ŞEHİRLER

    ŞEHİRLER
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Şehir veya kent hakkında yazı yazmak uzmanlık ister. Ama bir kentli olarak yaşadıklarımız hakkında fikrimiz ve taleplerimiz olmalıdır. İşte bu yazı da öyle bir şey. Şehir daha eski yerleşimleri anlatmakta kullanılırken kent daha modern yapılaşmaları anlatmak için kullanılır.

    Şehirlerin ruhu vardır denir ya evet vardır. Önemli olan; her şeyin para olarak değer gördüğü günümüzde şehrimizin ruhuna piyasa değeri olarak bakmamak. Kişilerin ömründen kat be kat uzun olan şehirler aşırı kazanç amacıyla değişiyor ise sakıncalıdır.

    Şehirler ağaca benzer.Nasıl ki ağacın dalları, yaprakları, çiçekleri, tohumları, meyveleri ve kökleri varsa kentlerin de sokakları, meydanları, caddeleri, binaları, çevresi, geçmişi vardır. Bizler bu alanlarda kısa bir dönem yaşayan canlılarız. Kalıcı olan şehirdir, şehrin ruhudur, şehrin yapıları ve doğasıdır. O nedenle kent içi yapılar hele tarihi olan mekanlarda çok önemlidir. Kentin ruhunu anlatan semtlerde dikkatli olurken yerleşmeye açılan alanlarda ise geleceğin doğaya uygun kurgusu yapılmalıdır.

    Kent düzenlemelerinde doğallığın olabildiğince fazla olması canlıların sağlığı açısından olumlu olur. Günümüzde yoğun iş hayatının insanlar üzerindeki olumsuz etkileri giderek artmaktadır. Bireyler olumsuz koşullardan hem daha az etkilenmek hem de kendilerini daha hızlı yenileyebilmek için doğa ile iç içe olabilecekleri açık yeşil alanları tercih ederler.Kentlerde doğa ile ilgili sivil örgütlerin fazlalaşmasından da bunu anlayabiliyoruz.

    İnsanlar ve diğer canlılar doğal ortamlara uygun alanları daha çok tercih etmektedirler. Kent parklarının kentlilere sunduğu en önemli olanak kullanılabilirliğidir. Park ne kadar kullanılabilir olursa kullanıcı sayısı ve sıklığı da o kadar fazla olmaktadır. Park alanı içerisinde kentlilere sunulan konfor durumuna göre kentlinin parklarda zaman geçirme süresi de artmaktadır. Bu da sağlıklı kent ve kentliler demektir.

    Edirne’de yeşil alan veya park tanımına uygun 40 civarında alan olduğunu sanıyorum. Ama özgürce oturup serinlediğimiz kaç tane var denirse çok azdır.Son 20-25 yılın kentleşmesine bakıldığında yeşil alanlar ve parklar kişilere verilerek ticarethane oldu. Meriç, Tunca kıyıları iktidarın birilerine para devretme alanı gibi. Bugün bazı yeşil alanlara rahatça ve ücret ödemeden girilebiliyor ise kentlilik bilinci olan çevreci kentliler sayesindedir. Bu mücadelede en büyük pay elbette Edirne Kent Konseyi ve Çevre Gönüllüleri Derneği’ndedir.

    Yerel yönetimin bu alanları bir plan kapsamında kentlilerin hizmetine sunma hedefi bugün alkışlanacağı gibi gelecekte de saygıyla anılacaktır. Umarız bu başarı ile sonlanır. Öte yandan Söğütlük İzzet Arseven Kent Ormanı da bu amaca uygun açılır ve kentlinin hizmetine sunulur ise elbet sevinebiliriz.

    Geçmişte kentimizde çok hatalar yapıldı. Bugünden sonra olmaması dileğimiz. Geçmişin hatalarından dersler almak önemli. Yerel yönetimin olumlu işlerine destek vermek ve yanlışlarını da sorgulamak kentli olarak hepimizin görevidir.

    Bizler kentli yurttaşlar olarak evimizi ve odalarımızı nasıl ki özenle donatıp koruyor isek sokakların da bizim olduğunu bilerek özenle korumalı, sahiplenmeliyiz. Kenti kent yapan, şehre ruh veren yaşayanlardır. O halde şehri/kenti korumak ve sahiplenmek hepimizin görevi.

    Kentte yaşamak böyle bir şey ki bu şehirlerin ruhudur aslında.Yerel basın şehrin ruhunu besler ve geleceğe devreder. Hudut Gazetesi 55 yıldır bu işi yapıyor. Kutluyor ve nice yıllar diliyorum. Bu günler aynı zamanda benim de 20 yılı “Solduyu” olarak bitirdiğim günler. HUDUT Gazetesi’nde 2005 yılı 5 Şubat günü ilk yazım yayınlandı ve “Neden Solduyu?” sorusunu açıklamıştım. Bu süre içinde kentlinin ve şehrin solduyusunun güçlenmesine katkım olduysa ne mutlu bana.

    Birlikte nice yıllara hudutsuz HUDUT…

    Devamını Oku