DOLAR 42,9688 0.06%
EURO 50,6176 0.15%
ALTIN 6.006,890,24
BIST 11.220,170,62%
BITCOIN 37937251,14%
Edirne

PARÇALI AZ BULUTLU

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

235 okunma

Avusturya’da başörtüsü yasağı (2)

ABONE OL
23 Aralık 2025 18:20
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Geçerli görselin alternatif metni yok. Dosya adı: nurhan-isikseren-3.jpg

İlk bölümü şu soruları öne çıkararak tamamlamıştık…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefini yeniden dillendirmesi, “AB üyeliği stratejik önceliğimizdir” beyanı, Avrupa ülkelerinde yaygınlaşan “örtünme yasağı” çerçevesinde ne ifade ediyor?

Yıllardır AB’nin bekleme odasına hapsedilmiş bir ülke için etkili ifadeler, retorik çare midir?

Her şeyden önce, sosyokültürel açıdan farklılıklar/zorluklar nelerdir?

Doğrudur, Türkiye’nin AB’ye alınmayacağı yönünde yaygın bir kanı var. Dayanak noktası olarak da sosyokültürel farklılıklar, özellikle de din faktörü gösteriliyor.

Yine de kesin bir yargıda bulunmamak, ihtiyat payı bırakmak lazım; çünkü ekonomik dinamikler temelindeki gelişmeler, küresel güç dengeleri, jeopolitik gerilimler dikkate alınmadan Türkiye-AB ilişkilerinde kestirip atmak kolaycılık olur. Kuşkusuz, zaman alacak bir süreçten söz ediyoruz.

Avusturya’da ve elbette Avrupa genelinde kendini gösteren başörtüsü/ örtünme yasağı, dinden neşet eden sosyokültürel farklılıklar, Batı’nın Doğu’ya indirgemeci bakışının temelini teşkil eden İslami yaşam biçimi ile ilgilidir özünde.

Dinler arası hoşgörü, küreselleşmeci yaklaşımların mecburi bir çıktısı idi sadece, yani din temelindeki yaşam kültürü farklılıkları, ortak yaşam alanlarında uyum sorununa çare getirmedi.

İslami terör örgütlerinin Batı ile hesaplaşma atılımları, Avrupa’da gerçekleştirdikleri terör eylemleri de İslamofobiyi tırmandırdı.

Avrupa’da artan yabancı düşmanlığı, yükselen yeni sağ, faşizm tınısı, elbette sadece dinsel doku uyuşmazlığına bağlanamaz.

Neoliberal küresel ekonomi temelindeki gelişmelerin Avrupalıların yaşam standardına olumsuz yansımaları da yabancı düşmanlığını ve İslamofobiyi beslemiştir.  

Fakat her şeyden önce, tarihsel boyutu yansıtan modernizm kavramı çerçevesinde ele alınması gereken bir sorun bahis konusudur. Batı’nın Doğu’ya indirgemeci yaklaşımının altında bu yatar aslında. Bir geri kalmışlık hikâyesi gözüyle bakılır Doğu’nun İslam dinini referans alan devlet ve toplum düzenine

Atatürk Cumhuriyeti’nin Ortadoğu ülkelerine referans gösterilmesi, Batı dünyasının yeri geldiğinde sıkça başvurduğu ve kendini anlatmakta kullandığı bir yöntemdir.

Gerçi ülkemizde Tanzimat’la başlar ve “Osmanlı modernleşmesi” diye nitelendirilir modernleşme hamleleri ve Batı kültürünün bir izdüşümüdür.

Türk tefekkür tarihinde önemli bir yere sahiptir bu izdüşümü; İslamcılar ile Batıcılar arasında iki farklı toplum tasarısı zeminindeki tartışmaların da kaynağıdır. 

Bu tartışmalarda kadının konumu önemli bir yer tutar. Çünkü Müslüman ülkelerde kadının toplumdaki yeri, modernleşme dinamiklerinin sınırlarını belirler; bir “kültür/medeniyet” meselesidir aynı zamanda.

Atatürk Cumhuriyeti’nin modernleşme hamleleri, İslamcı patrimonyal (Latince kökenli: “atadan/babadan” kalan) bir imparatorluktan laik bir ulusal devlete geçilmesi, kadının kamusal alanda görünürlüğü,  kadın-erkek eşitliği, bir medeniyet projesidir.

İslamcıların toplum tasarısına zıttır modernizm/modernleşme; Batı kültürünü benimseme, “milli kültür” karşıtlığı addedilir.

Kentleşme olgusu, bireyselleşme, inancın zayıflaması, yaşamın her alanında (günümüzde iyice belirginleşen) bilim ve teknolojinin kullanılması, kapitalizmin insanı ve toplumu dönüştüren dinamikleri, modern toplumun yapı taşlarıdır. Muhafazakâr dünya görüşünü temsil eden, geleneklere, adetlere, alışkanlıklara, inançlara bağlı bir yaşam biçimine bağlı olmayan yeni bir toplumsal modeldir bu.

Modernizmin ortaya çıkışı 19’uncu yüzyıldadır;  felsefe, sanatsal ve toplumsal alanda kanıksanmışın yerine yeniyi koymaya odaklı bir akımdır.

Aydınlanma değerlerini, seküler, hümanist, bilime dayalı, rasyonel, ilerlemeci bir dünya görüşünü temsil eder.

Köken, Latince bir kavram “Modernus” sözcüğünden gelir. İlk kez 5. yüzyılda “dinsizliğin reddedilmesi (paganizm)” anlamında Hıristiyan toplumlara işaret etmek üzere kullanıldığı biliniyor.

Bu da, modernizm kavramının ilerlemeci yanını anlaşılır kılmaktadır. Paganizme karşı Hırıstiyanlık, ona karşı da sekülerizm…

Kilisenin toplum üzerindeki belirleyiciliğini, baskısını gerileten, dünyevi ile uhrevi olanı yaşamda ayırmaya olanak sağlayan modernizm, Skolastik felsefenin yerine, bilimsel yönteme dayalı düşünce üretimini esas alır.

Avrupa’nın Ortaçağ karanlığından çıkması, sekülerizm, laik devlet, bilim dünyası, özgür birey: Aydınlanma’nın sonuçlarındandır ve modernizmin/modernleşmenin alt yapısıdır.

Sekülerizm, insanların özgürlük ve eşitlik ideallerinin yasa ile korunduğu bir anlayışın adıdır. Kralın veya ruhban sınıfının dogma, ilahi hak ve yargılara dayalı toplum düzenini ortadan kaldıran bir devinimdir.

Dini öğelerin hukuksal, siyasal, sosyal alanda belirleyici etkisini reddederek dünyevi olanı, dünyanın nesnel halini vurgular sekülerizm. Din ve doğaüstü inançların dünyayı anlamakta temel alınmayacağını kabul eden bir sosyal perspektiftir.

Ve sıklıkla karıştırıldığı gibi,  ateizm ile aynı anlama gelmez.  

Çünkü ateizm tanrının varlığını sorgular, sekülerizm ise dini otoritenin dünyevi işlerde belirleyici olamayacağını, olmaması gerektiğini savunan bir sosyal dünyadır.

Seküler dünya görüşüne sahip bir birey, dindar da olabilir. Ayrım noktasını, dini kendi kutsal alanında değerlendirmek, uhrevi olarak görmek ve dünyevi işlerden ayrı tutmak oluşturur. Dinin kamusal meselelere ve işleyişe karışmaması, bunlarla iç içe geçmemesi esastır.       

 Batı toplumunun siyasi ve sosyal gelişiminde önemli bir yer tutan, Aydınlanma ürünü sekülerizm, ABD’deki kilise ve devlet ayrımı ve Fransa örneğindeki laik devlet anlayışının (bizde de böyledir) kaynağıdır.

Tam da bu nedenle dinden beslenen muhafazakârlığın hedef tahtasında seküler dünya görüşü ve sosyal yaşamdaki pratikleri vardır. Laik devlet yapısının altını oymanın yolunun buradan geçtiğini de iyi bilir teokratik devlete özlem duyan kesimler.

 Modernleşmenin dikey uygulamalarla toplumu dizayn ettiğini, birey özgürlüğünü baskıladığını savunan, münhasıran laik devlet düzeninden rahatsız muhafazakâr kesimlerin severek yaslandıkları kavram, postmodernizmdir. Modernlik sonrası bir dönemi, ömrünü tamamlamış, anlamını yitirmiş, kötünün yerine iyinin geçtiğini iddia eden bir muğlaklık üzerinden ‘yeni’yi tanımlar.

Modernleşmenin dönüştürücü etkisi kuşkusuz bir müdahaledir siyasal ve toplumsal yapıya. Özünde feodalizmden kapitalizme geçişin, yeni düzenin dinamiklerini temsil eder.                   

Beğensek de beğenmesek de dönemin uygarlık yönünde atılan adımlarını ifade eder.

 Oysa “post“a bürünmüş modernizm, üstelik özgürlük ve eşitlik iddiası taşıyarak geriye gidişin adıdır. Dinlerin düzenin işleyişinde, toplumsal dinamiklerin kontrolünde köküne kadar istismar edildiği, iktidarın iyice merkezileştiği bir siyasal yapının, bir bakıma Ortaçağ dünyasının çerçevelediği koşulların fotoğrafıdır.                                                                                

Haliyle uygarlık yolunda bir ilerleme de değildir.

Sosyolog Nilüfer Göle’nin, yeni bir modernizm, Türk modernizmi, mevcut modernizmin anlayışına alternatif geliştirdiği geleneksel toplumların gelişimleri üzerinde duran, Batı dışı modernlik tezlerini de postmodern bir yaklaşım kapsamında görürüz.

Göle’nin, alternatif modernlik, yerel modernlik, çoğul modernlik gibi yaklaşımları, Batı dışı modernlik kavramı, modern olanı yerel değerlerle harmanlama, geleneksel ile modern arasında bir köprü kurma çabası, kuşkusuz bir bilimsel çalışma kapsamında önemlidir.

Nilüfer Göle, “Modern Mahrem” adlı kitabında erkeklerin şapka ile Osmanlı kimliğinden sıyrıldığını, kadınların da peçe ve çarşafı atmalarıyla dini otoritenin, şeriatın sınırladığı mahrem yaşamdan uzaklaştığını belirtmiştir.                                                                                           

Türban da kadının kamusal alana çıkabilmesini sağlayan bir başörtüsüdür, modernleşmedir Göle’ye göre.

Yaşamsal pratikler açısından böyle bir değerlendirme yapılabilir belki ama bunu modernizm kapsamında değerlendirmek, teorik açıdan bir zorlamadır.

Sermaye sisteminin, kadınların istihdama katılmaları yönünde faydacı girişimlerinin tezahürü şeklindeki bir değerlendirme de göz ardı edilmemelidir.

https://www.facebook.com/ShowAnaHaber/videos/haydarpa%C5%9Fada-tesett%C3%BCr-defilesi/778743295594653

Haydarpaşa garında tesettür defilesi

Nitekim başında ipek türban Teşvikiye’de jiple dolaşan, tesettür defilelerinde, marka kıyafetlerin peşinde, kışın kayakta, yazın “tesettür mayo” ile denizde kadınlar;   kahvehanelerde nargile içip okey oynayan, vücut hatlarını teşhir eden dar kıyafetler içindeki genç kızlar, Göle’nin türbanı modernleşme aracı gören tezinin karşılığı mıdır?

Sermaye sisteminin dinamiklerini iyi okumak gerekiyor, yani…

    En az 10 karakter gerekli