Edirne Kent Konseyi
Roman Çalışma Grubu Başkanı
Turan ŞALLI
‘Millet’, ‘devlet’ kavramları birbirleri ile iniltilidir. Milletin olmadığı yerde devlet, devletin olmadığı yerde de millet olmaz. Bu kuramsallık günümüzün koşulsuz anlayışıdır. Devleti oluşturan halklar kendi içlerinde dinsel/dilsel ve kültürel çeşitlilik içerebilmektedir. Devletler bu farklı toplumları kendi içinde harmanlayarak ulus devletlerini inşa etmiştir. Ulus devleti, tek bir milletten oluşan veya tek bir millet tarafından yönetilen bir devlete genellikle ulus-devlet denir. Millet tanımı; ortak bir dile/dine, tarihe, kültüre, genel bir yaklaşımla coğrafi bölgeye sahip bir halk topluluğudur. Devlet ise; oluşturduğu yasalarla, kalıcı toprak sınırları ve egemenlik (siyasi bağımsızlık) gibi resmi yönetim kurumlarıyla karakterize edilen örgütlü bir yapıdır.
Ulus devletinin inşasında genelde aynı kökenden, ortak bir tarihi olan, dinsel, dilsel ve aynı kültürel bağlara bağlı sahip kimlikler ön plana çıkar. Ve devletin asli milleti olarak kabul edilir. Farklı etnik halkları devletin bütünselliğinde bütünleştirmek için vatandaşlık tanımı getirilmiştir. Bu durum Amerika, İtalya, Almanya, İngiltere ve demokrasinin hâkim olduğu ülkelerde de böyledir. Kimliğin bütünselliği ulus devletidir, vatandaşlık bağı ile bağlamsallık kazanır.
Türkiye Cumhuriyet’i madde 66’ya göre: “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” İşte bu tanımlama birleştirici olmak üzere konulmuştur. Diğer kimlikleri dışarıda bırakma amaçlı değildir. Türkiye Cumhuriyet’ini oluşturan halklar kendi içerisinde farklı etnik kimlikleri sahiptir. Dinsel, dilsel ve kültürel farkların olmaması mümkün değildir. Meseleye bir bütün olarak baktığımızda, kültürel çeşitlilik, kültür zenginliğimizi yansıtır. Araplar, Arnavutlar, Boşnaklar, Ermeniler, Çerkezler, Gürcüler, Hemşinliler, Kürtler, Lazlar, Pomaklar, Romanlar(Çingeneler), Zazalar ve azınlıklar Türkiye’nin halklarıdır. Bunların her biri devletin bütünlüğünü bozacak siyasi uzantı haline geldiğinde devleti Ulus Devleti olmaktan çıkarır.
Ülkemizde tarihsel bağlarından dolayı azınlıklar (Hristiyan halklar) ve İslamiyet’te olmak üzere farklı dini inanç grupları bulunmaktadır. Günümüzde her biri Anayasa’nın belirlediği vatandaşlık temelinde hukuk kuralları ile korunmaktadır.
OSMANLI SARAY HANEDANLIĞI TÜRKLERE ÜVEY EVLAT GİBİ DAVRANDI.
Bir devletin tarihi sadece kendi çevresiyle sınırlı kalmamış, tarih boyunca farklı milletlerle yakın temaslar kurulmasını sağlamıştır. Yakın temaslar genelde yaşanılan savaşların bir sonucudur. Örneğin; Osmanlı’nın 1453 yılında İstanbul’u fethetmesi, Bizans İmparatorluğu’na son vermesi ile İslam inancı dışında yaşayan halklarla tanışmıştır. Dinsel/dilsel ve farklı kültüre mensup halklardı. Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Çingeneler dikkat çeken unsurlardı. Bu duruma kimlik çeşitliliği veya farklı etnik unsur çeşitliliği de denebilir.
Osmanlı, Rum, Ermeni ve Yahudilere tanıdığı imtiyazlı fermanlarla, dini ve ekonomik özgürlükler sunmuştur. Bu halklar bir zaman sonra, kendi içlerinde geliştirdikleri siyasi ayrımlar ve eylemleri devletin bütünlüğüne zarar verdi. Sebebi; ortak bir tarihe, dinsel/kültürel bağımızın olmayışıdır. Osmanlı’nın en büyük hatalarından biri, Türklere üvey evlat olarak görmesiydi. Devletin iktisadi ve sosyal işleyişini yabancı unsurlara teslim etti. Türkleri Çingeneler gibi dışarıda bıraktı.
KAVRAM TARTIŞMALARI ULUS DEVLETİNİ BÖLME ÇALIŞMALARIDIR.
Osmanlı’nın çöküşü sonrasındaki kurtuluş mücadelesinde Osmanlı’nın gayri Müslimleri(Ermeni, Rum, Yahudi) Kurtuluş savaşında etkin bir şekilde Türk halkının yanında olmadılar. Kurtuluş Mücadelesinde Anadolu ve Trakya’nın vatana sahip çıkan yoksul ve kendilerini vatana adayan milletler vardı. Onlar kimliklerini geri bırakarak vatan mücadelesi verdiler. Bedenlerini toprağa gömmüş bu milletler “önce vatan” sevdasıyla aramızdan ayrıldılar. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyet’i emperyalistlere karşı direnmenin gücünün Ulusal Devlet yapısı ile mümkün olacağına karar verdi.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 66. maddesinin şekillenmesi ulusal birliğin korunması esasına dayanmaktadır. Vatandaşlık tanımı bunun üzerine kurulan ruhi bir anlayıştır. Vatana sahip çıkma ruhudur.Kurtuluş mücadelesini yok etmeye çalışan emperyalist ülkeler, Anadolu’da farklı etnik yapıları ayrımcı düşüncelerle sürekli besledi. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan etnikleri Cumhuriyet’e karşı sürekli kışkırttılar. Avrupalı emperyalistler ve ABD halen bu coğrafyadan elini çekmiş değiller. Türk varlığını ve dolayısıyla bu coğrafyayı Türkiye’den ayırma hedefindeler. Devleti Türkler, Kürtler, Araplar yönetsin istiyorlar. Bunun altından sağlıklı bir toplumsal uzlaşı çıkması mümkün değildir. Türkiye’nin ulusal bağımsızlığı yolunda toprağa bedenlerini veren kimliklerin kökünü ortadan kaldırmaktır. Günümüzün Ortadoğu bölgesine baktığımızda kimliklerin totaliter rejimin altında ezildiğini, şekillendiğini görürüz. Bu ülkelerde genelde Arap kökenliler egemendir. Diğerleri yok sayılmaktadır, çekmedikleri eziyet kalmamıştır. 66. maddenin yeni bir tanım altında şekillenmesi,Türklük ruhunu ortadan kaydırmaya yönelik siyasi düşüncelerdir, Cumhuriyet’i eritme planlarıdır.
Maalesef, günümüzde millet ve millet kavramları siyaset eliyle yön bulmaya, devşirilmeye çalışılmaktadır. Ve hatta 66. maddededeki vatandaşlık tanımı tartışmalara açılıyor. Yerine Osmanlı’nın yönetim şekli gizliden yörüngeye sokulmaya çalışılıyor. Türkiye’de yeni rejimin adı,“Millet Sistemi” olsun, demeye getirilmeye çalışılıyor. Tek devlet, tek millet, tek bayrak söyleminin ortadan kaldırılma planlarıdır.
Osmanlı’nın çöküş nedenlerinden biriydi Millet Sistemi. Tarihsel emellerinden vazgeçmeyen küresel işbirlikçiler yine işbaşında. Türklüğü kaldırmak isteyenler bize hiç de yabancı değiller. Günümüz siyasi iklimini anlayabilmek için Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin iyi analiz edilmesi gerekir.