DOLAR 35,6384 -0.02%
EURO 37,1928 0.11%
ALTIN 3.143,10-0,50
BIST 10.099,07-0,06%
BITCOIN 37739961,68%
Edirne
11°

AZ BULUTLU

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

41 okunma

MEMLEKETİMİZİ NE KADAR SEVİYORUZ

ABONE OL
22 Ocak 2025 13:09
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Şikayet ettiğin zor iş, işsiz birinin hayalidir.
Sabrını sınayan yaramaz çocuk, çocuksuz birinin rüyasıdır.

Derdimiz memleketse ve yaşadığımız memlekette medeni ve huzurlu bir ortam istiyorsak; kendi tarafımızı tutmadan, kayırmadan, objektif bakabilmeyi başaramadığımız sürece durumu düzeltemeyiz. Eğer yaşadığımız yerde huzur yoksa; gelişim de olması mümkün değil.
Her şeyin başı siyaset. Biz ülkemizi yönetenleri seçerken gönlümüzdeki partiye ‘bu ülkeyi en iyi sen yönetirsin’ diyerek eline anahtarları veriyoruz. Gerisi iktidar olmuş partiye kalıyor. Yeni seçim dönemine kadar işler doğru gitmişse hele ekonomi iyiyse ne ala, yoksa halk gerekeni yapıyor. Bazıları halkı aşağılayıp ‘yok soğan aldı, makarna aldı, patates aldı’ gibi yakıştırmalar yapsa da bu doğru değil. Doğru olsa bunları dile getiren muhalefetin de açık ara kazandığı mahalli seçimlerde soğan, patates dağıtmış olması lazım ki böyle bir şey yok. Mümkün olduğunca siyaset yazmama gibi bir duruşumuz oldu ama siyaset yaşamın her zaman içinde.
Bu güzel ülke ekonomik sıçramaları hep istikrarlı olduğu zamanlarda başarmıştır. Türk insanı bütün olumsuz koşullara rağmen hala ayaktaysa sebebini en başta aile yapısında aramalıyız. Hala çocuklarımız aile büyüklerine saygılı, hala aile bağlarına sıkı sıkıya bağlı oluşundandır. Bunun açık ispatı bütün babaların hala çocuklarının ev almasına katkıda bulunmaya çalışması bir örnektir. Batıda çocuk 18 yaşını bulduğunda anne babanın işi biter.
Etrafta başı bozuk hareketler, olaylar suç işleme oranları hızla yükselse de suç işleme oranlarında Avrupa’nın hala en iyi ülkesiyiz. Bakmayın beyni yıkanmışların laflarına, suç işleme oranlarını en medeni ülke olarak gördüklerinizle karşılaştırın durumu görürsünüz. Ama aile bağlarının kuvvetli olması, saygı mesafesinin korunması bazen aleyhimize işliyor. Şöyle ki; bizim neslimizi göz önüne alalım. Babamızın önünde ayaklarımızı uzatamadan, asla yüksek sesle konuşamadan, çocuklarımızı sevemeden, eşimize güzel bir cümle söyleyemeden ömür tükettik. Evde baskı altındaki çocuklar, okula gidince öğretmenin önünde dayak korkusuyla büyüdüler, askerlik çağı geldiğinde komutan baskısı gördüler. Bizim yaşımızda olup ta askerde ıslah edilmeyen, dayak yemeyen azdır. Derken askerden gelip işe giren birey, işveren ne verirse ona rıza gösterir, asla sigorta yaptın mı sigortasız çalışmam denmez. Hal böyleyken yetişkin evli barklı bireyden kendi başına sağlıklı kararlar vermesini beklemek fazla iyimserlik olur. Dolayısıyla bu toplumu oluşturan bireyler evinde babası Demirelciyse Demirel’i, Ecevitçiyse Ecevit’i seçer. Bunu değiştiren çok az insanımız vardır. Öğrenilmiş çaresizlik burada da yakamızı bırakmaz.
Memleketimizde görülen olumsuzlukların kökünde en çok bu sebep yatar. Bizim seçtiğimiz vekilimizin önünde ceketimizi ilikleriz. Onlar ne yaparsa doğrudur teranesi başlar. Her yere siyaseten girilir olur, oysa liyakatı göz ardı edemeyiz. Bürokrasi siyasi değil teknik makamlardır. Deneyim ve birikim gerektirir. Altı ayda bir hükümetlerin değiştiği günleri gördük, istikrarın olmadığı gecelik faizlerin yüzde binbeşyüz olduğu günler geçirdik. Tıpkı şimdiki Bulgaristan gibi her altı ayda bir seçim olduğu günler yaşadık. Bunları unutmadan gelecek günlerde bizleri yöneteceklerden isteklerimizi net olarak belirtmeliyiz. Altı ayda bir hükümetin değiştiği yerden randıman çıkmaz. Genel müdür siyasi, il müdürü siyasi. Tüketim tarzına hiçbir çekince koymuyoruz. Avrupalılardan daha güzel giyiniyoruz. Benim adamım, senin adamın, sil baştan kadrolar değişmemeli. Avrupalılar gibi yönetilme, en büyük belalımız enflasyonu yenme, gibi işlerle ilgilenme yönümüzü, isteğimizi geliştirmeliyiz.
Bizim kuşağımız Osmanlı imparatorluğunu öğrenemedi, dolayısıyla anlamadı. Koskoca imparatorluğun başarılarını hissedemedik. Sadece çöküşünü bilir olduk. Sadece kötü yönlerini konuştuk. Hele son padişahlar yerden yere vurulmuştur. Ne kızıllıkları kaldı ne hainlikleri.
Kendi kendime hep sormuşumdur, neden resmi politikalara inanıyoruz? Beni resmi rüyadan uyandırıp gerçeklerle tanıştıran yoksulluklar oldu. Yanlış yöne götürüldüğümüzü anladığımda çok geç olmuştu.
Almanya, Japonya, İkinci Dünya Savaşında atom bombası yedi, yerle bir oldu ama savaştan 15 yıl sonra bizleri işçi olarak çalıştırmaya başladı. İnsanlarımızı muayene edip kabul ediyorlardı. Dişinden gözüne kadar kontrol edip çöpçülüğe bile razı insanları kapılardan geri çevirdikleri oldu. Bulgaristan bize 18 km, orada portakal bile yetişmiyor ama insanımız onların Levası daha değerli diye düşünüyor. İnsanımızı olumlu, moralli düşünceye sevk etmeden iyi yol almamız çok zor. Ne etmeli de bunu başarmalıyız? Asıl soru bu olmalı.

    En az 10 karakter gerekli


    HIZLI YORUM YAP

    SON DAKİKA HABERLERİ