NATO, 2. Dünya Savaşı’nın hemen ardından kurulmuş bir güvenlik yapılanması önermesinde en önemli sorun güvenlik yapılanması ifadesinin uluslararası politika analizinden ayrı tutulmaya çalışılması. Uluslararası politika analizinin sosyolojik, ekonomik ve güvenlik boyutları birbirinden ayrıldığı takdirde çok da tatminkar bir sonuç elde etme mümkün değil. Evet, bunu Robert Cox’a dayanarak eleştirel güvenlik yazarken bile yapmak oldukça zor. Üzgünüm. Zira güvenliğin diğer politik bağlamlardan ayrılması ve uzaklaştırılması hayli sorunlu bir alanı ortaya çıkıyor. Örneğin ekonomik güvenliği ve terörizmin finansmanını nereye koyacaksınız. ABD’nin müttefikleri üzerindeki baskılayıcı gücü olmasa terörizmin finansmanı için bir yandan Türkiye diğer yanda Almanya öte taraftan Avustralya’yı aynı ortak paydada birleştiren şey güvenlik çalışmaları mı olacak? Bitmedi peki ya sağlık güvenliği?
Çok değil iki yıl öncesine kadar büyük bir pandemik etkinin altında kaldık. Sağlık güvenliği politikası açısından uluslararası politikayı mı incelemek lazım yoksa yahu bunun uluslararası politika ile ne alakası var deyip NATO’nun felaketler sırasında ve sonrasında Birleşmiş Milletler bünyesindeki unsurlarla birlikte müdahale etme yetkisinin devletlerin uluslararası alanda tanımladığı politik kodlar üzerinden gerçekleştirildiğini mi? Sadece güvenlik alanı yeterli diyenler için bir perspektif önerisidir.
Gelelim NATO meselesine…
Bu güvenlik çalışmaları uluslararası politika alanından ayrı incelenebilir mi sorusu hakkında bir iki misali ortaya koyduktan sonra öncelikle şunu söylemek lazım; NATO bir devlet değil! Zaman zaman sosyal medya ve konvansiyonel medyada arzı endam eyleyen “uzmanlar”dan NATOcu gibi bir ifade duyuyorum. Bir analizin temelinin o konunun tüm boyutlarının mümkün olduğunca objektif ele alınması suretiyle gerçekleştirilmesi olduğunu unutmamak gerekir. Aksi hali bir propagandistin konuşmaları dışında bir anlam içermez.
NATO bir devlet değil öncelikle bunu bilmek lazım. NATO, ABD’nin liderliğinde ABD’nin 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde ortaya koyduğu politik hedeflere ulaşmak üzere ortaya konmuş ve bu hedeflerin sürdürülmesi için genişlemeye devam eden bir güvenlik yapılanması. Ancak bu güvenlik yapılanmasının temelinde politik hedeflerin korunması ve genişletilmesi yatıyor.
Bu ne demek? Hatırlarsınız Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği söz konusuydu… Türkiye üstelik pek çok haklılık da barındıran gerekçelerle her iki devletin de üyeliklerini veto etti. Sonucunda her iki devlet de belli başlı bazı değişiklikleri gerçekleştirdikten sonra bu teşkilata dahil oldu. Bu noktada ABD’nin girişim ve ısrarları çok önemliydi. Bu iki devletin de teşkilata katılımı gerçekleşti. Zira ABD’nin 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde geliştirdiği en önemli strateji SSCB’nin çevrelenmesiydi. Şimdi yeni dünyacılar çığlık atarak SSCB yıkıldı artık Rusya Federasyonu var diyecektir elbette. Neyse SSCB başka şey Rusya Federasyonu başka şey (Gülen surat emojisi). ABD’nin Rusya Federasyonu’nu çevreleme faaliyetleri sonucunda Karl Deutsch ve arkadaşlarının Kuzey Atlantik Topluluğuna Türkiye ve Yunanistan bile dahil ama Finlandiya İsveç neden dahil değil “eee abi onun adına Finlandizasyon denir” diye sonuna “asyon” ekleyip siyaset bilimine “kavram” kazandırma çabaları da artık geçersiz.
Geçersiz olan bir şey daha var SSCB’nin dağılması ile NATO’nun gerekliliğinin ortadan kalkacağı önermesi. Stephen Walt dahil pek çok akademik bu ifadeyi benzer şekillerde kullandı. Bunu da ayrıntılı bir şekilde açıklamama gerek var mı yoksa NATO’nun dağılmadığını bu yazı kaleme alınırken devam eden liderler zirvesinden anlamak gibi dahiyane bir yaklaşım sergileyecek “uzman” çok mudur? NATO’nun dağılmaması alan dışılık yaklaşımı ile ilişkilidir. Bu yaklaşım ile Avustralya’dan Suudi Arabistan’a, Suudi Arabistan’dan İsrail’e oradan Katar’a NATO üyesi olmayan güvenilir müttefik statüsü de bunun bir göstergesi.
20. Yüzyıl’ın başında ABD Devlet Sekreteri John Hay Açık Kapı Politikası bağlamında Çin ve Japon limanlarına savaş gemilerini gönderip top namlularını bu devletlerin başkentlerine çevirdiğinde derdi gücün kullanılarak ekonomik çıkarın bu devletlerle birlikte ABD tarafından yönlendirilmesiydi. Bu temel strateji hiç değişmedi. Şu anda da NATO üyesi devletlerin GSYH’sının %2’si kadar askeri harcama yapma taahhüdünün ABD tarafından zorlanması savaş gemilerinin yerini artık başka faktörlerin aldığını ancak stratejinin gelişerek devam ettiğini gösteriyor. Hülasa 3. Dünya Savaşı çıkmayacak ancak güvenlik faaliyetleri ekonomik çıkarın sürdürülebilmesi ve bu üstünlüğün devam ettirilmesi üzerine kurulu. Bu faktörü gözden kaçırınca analizin “âlâsı” yapılıyor elbette. Haftaya görüşmek dileğiyle memleketimin güzel insanları.