Bugün bile bilim insanlarının tartıştığı “zaman” kavramını ben daha ilkokul yıllarımda babamın sözlerinden somutlaştırmıştım. Briket yapıyor ve satıyorduk. Değişik insanlar gelirdi briket almaya. Kendini beğenmiş bir müşteri geldiğinde pek yüz vermezdi babam. Böyle insanları sevmezdi sanki. Bazen bize, biz yoksak da kendi kendine söylenirdi: “Niceleri geldi neler istediler, sonunda dünyayı bırakıp gittiler. Sen de hiç ölmeyecek gibisin değil mi, o gidenler de senin gibiydiler.” Hırslı değildi, kesin. Ama çocuklarını okutacak parayı da kazanmalıydı.
Bazen zenginliğini gösteren bu tür kişilerin ardından; “Mal sahibi mülk sahibi /Hani bunun ilk sahibi / Mal da yalan mülk de yalan /Var biraz da sen oyalan” der eğlenirdi.
Bu iki şiir alıntısından zamanı somutlaştırmıştım. Merakım bu sözler babamın mı idi? İlkokuldan sonra Kepirtepe’ye gidince edebiyat öğretmenine cümleleri okudum. Öğretmenim şaşırdı ezbere söylediğim sözleri duyunca. Anlattım, sevindi. Sonra ilk sözün Ömer Hayyam ikinci sözün de Yunus Emre şiirlerinden olduğunu söyledi. Zengin okul kütüphaneden her iki şairin de kitaplarını bitirmiştim kısa zamanda. Bu durumu babama anlattım ve bu şiirlerin yazarlarını ona da söyledim. Mutlu oldu, sarıldı, öptü.
Bilim insanlarının zamana dair tanımlamaları, tartışmaları beni aşar. Ömer Hayyam ve Yunus Emre ile anladığım zaman, okuduklarımdan sonra daha somutlaştı. O yıllarda ve bugünde okul kütüphanelerine konulmayan Nazım Hikmeti’ tanıdım. Yaşama bakışımı değiştiren şairin; “Birlikte eskimek çok güzel eksilmedikçe” sözü bu yılbaşında bende daha anlam kazandı. Belki de yaş almaktan.
Yeni yıl. Adı üzerinde; yeni. Her yeni bir umut ise onu temiz tutmak, sayfalarını kalıcı ve anlamlı doldurmak, umudumuzun gerçek olması uğruna anlam katsak ne iyi olur. Doğa kuralıdır; doğduk, yaşıyoruz ve yok olacağız. Doğmak elimizde değil, anne baba kararı ile olmuş. Gitmek de öyle. En çok belki uzatabiliriz!
Ama yaşamak; yaşadığımız zamana anlam vermek bizim elimizde. “Ne yazıldıysa öyle yaşarız” kalpazanlığı, inanmışlığı bazen psikolojik rahatlama sağlasa da doğru değil. Ezelden ebede uzanan zaman içinde insan olarak yaşayacağımız zaman dilimi çok kısa. Bu kısa zaman dilimini anlamlandırmak elimizde olmalıdır.
Son yıllarda çok söylenen; “Bizi kirlettiler maalesef. Hepimizi çamura çektiler. Kuralsızlık ve bencillik cezasız kalınca kirlendik ve çürüdük. Eğer siz temiz kalmaya çalışırsanız kaybeden olursunuz” yargısı doğru değil. 2025 yılında bu toplumsal çaresizlik algısını, çaresizliğini aşmalıyız.
Mutluluğun sadece ve sadece tüketimden ve zenginlikten geçtiği zihinlerimize yerleştiriliyor. Egemen sistem paranın ve tüketimin yerine başka bir mutluluk formülü de bulamadığı için bireysel ve toplumsal çürümeye zemin hazırlıyor. İşin kısası zamanı anlamlandırmak yerine çürümeye bırakıyor ve “kader” dememiz isteniyor.
Zaman; kimimiz için hızla geçerken bir başkası için durmuş saat gibidir. Zamanı yöneten, değiştiren, etkileyen, dolduran bizim davranışlarımız, davranışlarımıza anlam katan da yaşadıklarımızdır. Yaşadıklarımızı yönlendiren ise kültürel durumumuzdur. Kültürümüz okuduklarımızdır bazen, bazen ilişkilerimizdir ama en önemlisi egemenlerin dayatması ve bu dayatmaya karşı gelişen güçtür.
Bildiklerimize bilgi katılması, bilginin eyleme dönüşmesi, kişisel ve toplumsal bir hareket ile değişim yaşanması gibi dileklerimizi dilek olmaktan çıkarıp kazanım ve değişim yapabildiğimizde zamanı insanlık lehine kullanabiliriz. Aksi halde toplumları yönetenler; insanlığı coğrafya ve toplumsal yapılara göre tüm insanları etkileyecek şekilde “kader” sisteminde biat etmemiz üzerine kurguluyorlar. Red ediyorum, etmeliyiz.
Zamanı yönetebilir miyiz? Elbette. Başarı da bu zaten. Zamanımızı kendimiz kurgulayıp; dünya için kısacık ama insan için bir ömür olan yaşamdan geriye iz bırakalım. Amacımız; 2025 sonuna anlamlı eskiyerek ama eksilmeyerek varmak olmalıdır.