Ülkedeki acil sorunların çözümüne odaklı bir yönetimin geri plana itildiği, iktidarda kalma taktiklerinin ağır bastığı bir süreçteyiz.
Halbuki cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri 2028’de; ama bir yıldır erken seçim atmosferindeyiz.
Ülke siyasetini normalleştirme/yumuşatma çabalarının abesle iştigal olduğunu nihayet kavrayan CHP’nin iktidar değişikliğinin kaçınılmazlaştığını vurgulayan çıkışları, erken seçim atmosferinin süreceğini gösteriyor.
CHP’li belediyelere yapılan operasyonlar, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığının önünü kesmek için peşi sıra açılan soruşturmalar/davalar ise, AKP’nin ülke gündeminden erken seçimi düşürme, zaman kazanma hamleleri şeklinde değerlendirilebilir.
Fakat ok yaydan çıkmıştır. Yaşananlar CHP için adeta varlık sebebidir. Önümüzdeki ay cumhurbaşkanı adayı sıfatıyla İmamoğlu’nun sahaya ineceği kesinleşmiştir.
Bu da CHP üzerindeki baskıyı arttıracak, iktidarın oylarını koruma/çoğaltma yönündeki çabalarını hızlandıracaktır.
Erdoğan’ın “Turpların büyükleri heybede” sözü üzerinden yürürsek: özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi odaklı soruşturmalar üzerinden İmamoğlu’nun oyundan düşürülmesine dönük yeni gelişmelerle karşılaşabiliriz.
Hiç kuşku yok ki en büyük turp: Kürt kökenli seçmenin desteğiyle Erdoğan’ı ebed müddet iktidarda tutacak yolun açılmasıdır. ‘Yeni İmralı Projesi’, bu yönde bir teşebbüs addedilebilir.
DEM Parti’nin Kürt sorununu kolay anlaşılır şekilde ortaya dökmesi; Bahçeli’nin dillendirdiği Erdoğan’ın yeni tasarrufuna İmralı’dan gelen olumlu cevap ve PKK’nın derhal uyum sağlaması, Kürt siyasal hareketinin mevzi kazanabileceği ortamı bulduğunu düşündürmektedir.
Bunda Erdoğan’ın sıkışmışlığının rolü olmakla beraber BOP ve onun Suriye ayağındaki yeni gelişmelerin etkisi, mutlaka hesaba katılmalıdır.
DEM Parti’nin açıklamaları üzerinden ayrıntıya girelim…
Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması, özgür çalışma koşullarının sağlanması, toplumun barış ve demokratikleşme sürecine dair gelişmeleri doğrudan öğrenmesi, onurlu bir barışın sağlanması, hayati önemde addediliyor.
Yıllardır Kürt sorunu şeklinde dillendirilen Kürt siyasal hareketinin esas talepleri ise şu iki maddede açık seçik ifade edilmiş:
//Demokratik yeni bir toplumsal sözleşme: Kürt halkının demokratik ve siyasi haklarının anayasal güvence altına alınması sağlanmalı; Türkiye’de demokratikleşmenin önünü açacak çoğulcu ve katılımcı kapsamlı bir inşa süreci başlatılmalıdır.
Ortak vatanda eşit yaşam: Türkiye’de yaşayan herkes, eşit haklara sahip yurttaşlar olarak ortak bir geleceği birlikte inşa etme hakkına sahiptir. Kürtler, Türkler, Araplar, Ermeniler, Süryaniler, Romanlar; Sünniler, Aleviler, Êzidîler, Hristiyanlar, Museviler ve diğer tüm halklar, inançlar ve kimlikler hiçbir ayrımcılığa uğramadan, anadilinde eğitim ve kültürel haklar başta olmak üzere tüm demokratik haklara sahip olmalıdır.//
Doğrudur, yeni bir anayasa talebi var ve Kürt halkının demokratik ve siyasal haklarının anayasal güvence altına alınması isteniyor.
Peki, Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının mevcut Anayasada demokratik ve siyasi hakları güvence altında değil mi?
Türkiye’de yaşayan herkes Anayasada (Madde 10) eşit haklara sahiptir, evet, bazı vatandaşlar daha fazla hak kullanıyor denilebilir belki ama bunu etnik kimliğe dayalı tarif etmek doğru bir yaklaşım mıdır? Değildir; hesaplı bir düşüncenin dile dökülmüş halidir.
Nitekim birçok etnik kimliği sıralayıp anadilde eğitim ve kültürel haklar başta olmak üzere tüm demokratik haklara sahip olma istemi, özünde üniter devlet yönetiminin terk edilerek yerine federatif bir yapının kurulması talebidir.
Bazı kavramlardaki muğlaklığı bir kenara bırakırsak anılan tüm etnik gruplar için ana dilde eğitimin sağlanması kolay mıdır, ayrıca?
AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in, DEM Parti’nin 4 Maddelik “Barış ve Çözüm Bildirgesi” ve Öcalan mektubunun yarattığı tartışmalar nedeniyle yaptığı açıklama ise şöyle:
//Devletin nitelikleri konusunda ve milletimizin değerleri konusunda herhangi bir pazarlık süreci yoktur. Esas olan, bütün sorunlarımızın demokrasi ve siyaset yoluyla çözülmesidir (…)Tek vatan, tek millet, tek devlet, tek bayrak ilkesi bizim her zaman yol göstericimizdir. Türkiye Cumhuriyeti hepimizin çatısıdır. Hepimizin adları farklı olsa da yegane soyadımız Türkiye Cumhuriyeti’dir.//
Görüldüğü gibi, Çelik’in açıklamaları ile DEM Parti’nin talepleri arasında doku uyuşmazlığı var.
Süreç nereye varır ve hangi sonuçlar çıkar, bugünden kestirmek elbette mümkün değildir.
İstanbul Küçükçekmece’de Halkların Demokratik Kongresi (HDK) tarafından 8-9 Şubat tarihlerinde düzenlenen ‘Halkların Eşit ve Özgür Yaşamı Yolunda Çözüm Barışta’ başlıklı konferansta da Kürt sorunundan anlamamız gerekenlere dair samimi açıklamalar yapılmış. Birkaçına yer verelim…
Namık Kemal Dinç şunları söylemiş:
//Kürt sorunu dediğimiz sorun, öz itibarıyla Kürtlerin ve Kürdistan’ın hak ve hukukunun tanınması sorunudur. Bu da demek oluyor ki, günümüze kadar gelen süreçte Kürtler ve Kürdistan’ın hak ve hukuku tanınmamış, görmezden gelinmiş, teslim edilmemiş ya da gasp edilmiştir.//
DEM Parti Erzurum Milletvekili Meral Danış Beştaş farklı bir açı sunmuş: // Kürt sorunu sadece Kürtlerin sorunu değil, Türkiye’nin demokrasi ve hukuk sorunudur. Yapılan baskı, sadece Kürtlere değil bütün topluma yönelik bir baskıdır.//
Sebahat Tuncel’in Kürt sorununa yaklaşımı ise şöyle : // Kürtler kendi kendini yönetecek. Ama cumhuriyette de yerini alacak. İkili yönetim olacak. Bu çözüm projesidir. Bu ayrıştıran değil birleştiren bir projedir. Asıl ayrıştıran proje Kürtleri reddeden projedir. Bayram değil seyran değil Devlet Bahçeli neden Öcalan’a çağrı yaptı? Çünkü Orta Doğu meselesi var. Bu defa olacaksa Sayın Öcalan’ın koşullarının düzeltilmesi sonrasında bir süreç başlar. Kürtlerin hakları pazarlık konusu dahi edilemez. Devlete, Erdoğan ve Bahçeli’ye değil, Sayın Öcalan’a bakın. Umut orada.//
Konferansta dile getirilenlerden yaptığımız kısa alıntılar da gösteriyor ki, Kürtlerin talepleri açık ve nettir; özerk yönetim veya federatif bir devlet yapısı istenmektedir.
‘DEM’LİK başlığı altında beş bölümden oluşan yazı dizisinde bu konuyu etraflı ele almıştık. Dördüncü bölümde belirttiğimiz gibi Kürt siyasi hareketine Anayasanın 10’uncu maddesi yeterli gelmiyor: //Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. (Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir.//
Anayasanın 66. maddesi ise, ırkçı ve antidemokratik bulunuyor. //Türkiye devletine vatandaşlık bağıyla bağlı herkes Türk’tür// ibaresinin yani diğer etnisiteleri dışlayan, milliyetçi ve ırkçı görülen maddelerin değişmesi, Anayasanın etnik kör olması ve herkesi eşit derecede kapsaması isteniyor.
Meselenin özü anlaşılmış olmalı: üniter devlet yerine federatif yapı, Türkiye devletine vatandaşlık bağıyla bağlı herkesi Türk saymamak, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ifadesini kullanmak! “Türk”iye Cumhuriyeti ‘ndeki “Türk” ne olacak? Onu şimdilik bilmiyoruz.
Devlet bahçeli nereden nereye…
Sebahat Tuncel’e göre Bahçeli’deki köklü değişimin nedeni Orta Doğu meselesi.
Kuşkusuz yerinde bir tespit lakin buna Cumhur ittifakının iktidarda kalma hesabını da eklemek lazım.
Kürt siyasal hareketinin önde gelen isimlerinden Bahçeli’ye övgü de dikkat çekici.
Tayip Temel : //Şu an Türkiye’nin gerçek anlamda karşı karşıya bulunduğu riskleri, Orta Doğu’da ve dünyada gerçek anlamda güç olmasının önündeki pranganın Kürt sorunu olduğunun en bilincinde olan lider Sayın Bahçeli’dir. Ben bir gün bu değerlendirmeyi yapacağımı hayal edemiyordum.//
Tuncer Bakırhan da, kısa süre önce ameliyat olan Bahçeli’ye geçmiş olsun dileklerini ileterek “Barış ve kardeşlik için Türkiye’nin size ihtiyacı var” demiş.
Meclisteki tokalaşma sonrası Bahçeli’nin latif sözlerinden bir demet sunmayı da ihmal etmeyelim.
“Kürtleri sevmeyen Türk, Türk değildir; Türkleri sevmeyen Kürt, Kürt değildir” (Ekim, 2024)
“Kürt’ü Türk’ten ayırmak dünyayı güneş sisteminden ayırmak kadar imkânsız ve deli saçmasıdır.”
“Türk ile Kürtlerin birbirini sevmesi her iki taraf için hem dini hem de siyasi bir farzdır.” (Kasım, 2024)
Biri Türk, diğeri Kürt milliyetçisi iki partinin yakınlaşması, liderlerin şefkat dili, kuşkusuz önemlidir. Çözüme ilişkin yeni sürecin hangi açılımları doğuracağı ise, yine yaşanarak görülecek.
Sonraki bölüm, AKP operasyonlarının CHP’ye yansımaları üzerinden yürüyecek.