
Zafer Partisi Edirne Merkez İlçe Başkanı Arda Meriç, uluslararası istatistik kurumları tarafından yayımlanan 2024 yılı Küresel Servet Eşitsizliği Verileri, Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik koşulların yalnızca geçici bir dalgalanma değil, yapısal bir çöküş ve yanlış birikim modelinin sonucu olduğunu bir kez daha ortaya koyduğunu söyledi.
Zafer Partisi Merkez İlçe Başkanı Arda Meriç, yaptığı yazılı açıklamada, Türkiye’nin 32 ülke arasında 11. sırada yer aldığını ve Gini katsayısının 0.73 olarak belirlendiğini belirterek, “Gini katsayısı; Bir ülkenin gelir dağılımını ölçen istatistiksel bir gösterge olup 0 (sıfır) ile 1 arasında değer alır. Bu değerin 1’e yaklaşması demek o ülkenin gelir dağılımının ve gelir eşitsizliğinin ne derece arttığını gösterir. AB için kabul edilen ortalama 0,33, ABD için ise 0,35 iken ülkemizde bu oran 0,73 olarak ölçüldü. Bu oranı daha yalın hale getirmemiz gerekirse kazanılan her 100 birim paranın 73 lirasını yalnızca belli bir bölüm alırken 27 lirası ise milyonlarca vatandaş arasında bölüşülüyor. Oran, ülkemizin servet eşitsizliğinde dünyanın en bozulmuş ekonomilerinden biri hâline geldiğini göstermektedir. Bu veriler, yüzeysel değerlendirmelerle geçiştirilecek nitelikte değildir Türkiye’deki eşitsizlik; iktisadi tercihlerin, siyasi yönetim anlayışının ve kurumsal zafiyetlerin doğrudan sonucudur” dedi. Arda Meriç açıklamasında şunlara yer verdi:.
EKONOMİK MODEL ARTIK ÜLKEYİ TAŞIMAMAKTADIR
Türkiye’de uygulanan ekonomik düzen, uzun yıllardır: Finansallaşmayı, kredi genişlemesini, inşaat ve arsa rantını, ucuz işgücü politikalarını,üretim dışı büyüme mekanizmalarını temel almıştır. Bu modelin ürettiği sonuç bugün açıktır: Çalışan yoksullaşmıştır. Orta sınıf erimiştir. Gençler geleceksiz bırakılmıştır. Servet giderek daha küçük bir kesimde yoğunlaşmıştır.
FİNANSALLAŞMANIN SESSİZ YIKIMI
Türkiye ekonomisi son 15 yılda, üretim artışıyla değil, hane halkı borçlanması ve tüketim kredileriyle ayakta kalmıştır. Bu süreçte: Gelir artışı enflasyon altında yok olurken, hane halkı borcu tüketimi finanse eden ana araç hâline gelmiş, banka bilançoları büyürken, çalışanların gelirleri gerilemiştir. Bu, sürdürülebilir bir büyüme modeli değil; borçla ayakta durmaya çalışan bir toplum modelidir.
KONUT BALONU
Türkiye’de konut fiyatları, gelir artışının çok üzerinde değerlenmiş ve konut, barınma ihtiyacı olmaktan çıkıp bir servet depolama aracına dönüşmüştür. Bu durum: Gençlerin ev sahibi olmasını imkânsızlaştırmış, kiraları astronomik seviyelere taşımış, berveti yalnızca gayrimenkul ve arsa üzerinden biriken sınıflara aktarmıştır. Türkiye’de servet eşitsizliğinin ana kaynaklarından biride üretim değil, arsa-konum rantıdır.
ÜCRETLERİN BASKILANMASI
Reel ücretler izlenilen plansız içi boş ve hatalı ekonomi politiği neticesinde son 10 yılda ciddi oranda gerilemiştir. Ancak bu gerileme ne hikmetse halkın çalışan, emekçi ve emekli kesiminde olurken özellikle iktidara yakın kesim ve kesimlerce hissedilmediği gibi tam tersi yalnızca onların cebine hizmet etmiştir.
Bunun nedeni yalnızca enflasyon değildir, ki bir ülkenin ana iktisadi sorunu da hiçbir zaman tek başına enflasyon değildir; aynı zamanda: Asgari ücretin genel ücret seviyesine dönüşmesi, sendikal yapının zayıflatılması, ucuz ve kayıt dışı işgücü kullanımı, sosyal devlet mekanizmalarının zayıflatılmasıdır. Bu politikaların sonucu: Çalışan kesim gelir artışından değil, enflasyonun altında ezilen ücretlerden pay almaktadır.
KURUMSAL EROZYON
Servet eşitsizliği, yalnızca ekonomik değil kurumsal bir sorundur. Özellikle Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişimizden sonra kurumlarımızın temel muhasebe ilkelerinden uzaklaşması, şeffaf, hesap verilebilirlik ilkesinden uzaklaşması, tabiri caizse kararların bir yöneticinin iki dudağı arasında olması ve bozulan adalet ile toplumsal güven anlayışının da etkisi göz ardı edilemez. Maliye sistemi açısından baktığımızda ise Türkiye’de:miras vergisi etkisizdir. Servet vergisi yok denecek seviyededir. Kamusal konut üretimi yetersizdir. Sosyal devlet mekanizmaları zayıflatılmıştır.
Gerek toplumsal gerek kurum mekanizmalarındaki bozulmalar gerekse de mali politikalardaki yetersizlik eşitsizliğin kendisini yeniden üretmesine neden olmakta ve gelir eşitsizliği için kurumsal zemin yaratmaktadır.
ULUSAL GÜVENLİK BOYUTU
İktisat yalnızca gelirin tasarruflara oranı ya da toplumun refah ve mutluluğunu baz almaz iktisat Atatürk’ün de dediği gibi; ‘Ekonomisi zayıf bir millet fakirlik ve yoksulluktan kurtulamaz; toplumsal ve siyasi felâketlerden yakasını kurtaramaz’ ve ‘Tam bağımsızlık ancak iktisadi bağımsızlıkla mümkündür’. Bu durumda servet eşitsizliğinin bu düzeye ulaşması, yalnızca ekonomik refahı değil;
toplumsal uyumu, güvenlik algısını, siyasal istikrarı, gençlerin ülke bağlılığını doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle servet eşitsizliği, ekonomik bir mesele olmaktan çıkmış, ulusal güvenlik ve sosyal barış meselesine dönüşmüştür.
ZAFER PARTİSİ’NİN ÇÖZÜM PROGRAMI
Zafer Partisi olarak kamuoyuna taahhüdümüz şudur: Üretim ekonomisine dönüş. Reel ücretlerin güçlendirilmesi. Kamusal üretim ve planlama stratejileri. Etkin miras ve servet vergisi düzeni. Yabancı işgücünün denetimi ve ucuz emek sömürüsünün sonlandırılması. Kamu bankalarının üretim dostu yapılandırılması. Rant ekonomisinin sona erdirilmesi. KOBİ’lerin ve teknoloji girişimlerinin desteklenmesi.
Türkiye üretmeden zenginleşemez; üretmeden eşitlik kuramaz. Bu tablo kader değil, değiştirilebilir bir politik tercihtir. Bugünkü durum kaçınılmaz değildir. Doğru politikalar, adil bir servet dağılımı ve güçlü ve planlı üretim modeliyle Türkiye yeniden ayağa kalkabilir. Zafer Partisi; Türk milletinin emeğini, refahını ve geleceğini koruyan bir ekonomik düzen için mücadelesini kararlılıkla sürdürecektir.”