DOLAR 36,1110 0.17%
EURO 37,6310 0.62%
ALTIN 3.373,020,47
BIST 9.779,57-1,04%
BITCOIN 35208901,51%
Edirne

AÇIK

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

401 okunma

Çocukluk ve Muradiye Mevlevihanesi

Şevket Süreyya'nın Romanı Hacı Nuri Bey vakasıyla başlar (Ahmet Gökhan DEMİRER'in kitabından alıntılar)

ABONE OL
26 Aralık 2024 17:33
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“….Şevket Süreyya Aydemir’in anıları, çocukluğunun Edirne’sinden sembolizmi hayli güçlü iki manzara tasviri ile; uzaktaki bir köy yangını ve bir kalabalık cenaze anlatımı ile başlar. İlk çocukluk hatırası olan şehrin doğusundaki yangının nerede olduğu bilinmez ama cenaze, üzerine türkü çıkartılan, büyük çiftlik sahibi Dertli Musta Bey’in oğlu Hacı Nuri Bey’in cenazesidir.
Musta Beyin tek oğlu Hacı Nuri Bey (1879 -1901) 20-25 yaşlarındayken Bulgar komitacılar tarafından 17 Temmuz 1901 tarihinde fidye için kaçırılır ve olayın gelişimi hakkında bugün farklı anlatımlar olsa da sonunda eve ölüsü gelir. Musta Beyin Halk arasında “Dertli” diye anılması da bu acı olaya bağlanır.
Şevket Süreyya’nın babası, Bulgaristan’ın Deliorman Bölgesinden (Tırnova) Türkiye’ye göç eden, Çakır Hüseyin’in oğlu Çiçekçi Mehmet Ağa (1852-1920) Edirne’de bugünkü Asker Hastanesi kalıntılarının arkasına düşen Eğribük Mevkii ve Tunca ovasındaki Açık Cezaevi arazisinden Bulgaristan sınırına kadar uzanan büyük toprakların sahibi olan bu Dertli Musta Bey’in konağında (bugünkü Zorlutuna Konağı) yıllarca çalışmış olup, Şevket Süreyya’nın o cenaze anısı bu vesileyledir.”


ÖLÜMÜNE YAKILAN AĞITTA NURİ BEYİN AİLESİNE SİTEMİ
Ahmet Gökhan Demirer, hayatı boyunca aradığı suyu(!) bulmak için her manada çok yol kat eden akrabası Şevket Süreyya ve kendi ailesi arasındaki bağlara da yen verdiği kitabında, yazarın ‘Suyu Arayan Adam” eserinin başlangıç noktasına sadık kalıyor. Kitap Şevket Süreyya’nın çocukluğuna dair hayal meyal hatırladığı acı olaylarla başlıyor. Ahmet Gökhan Demirer de dönemin en zengin Edirnelisinin tek oğlunun kaçırılıp öldürülmesi üzerine yakılan ağıta, annesi Talia Yaveroğlu Demirer’in “Edirne Ağzı” kitabından alıntı ile yer veriyor.
Edirne’nin zenginlerinden Dertli Musta Bey’in oğlu Nuri Beyi Bulgar çeteleri mandacılarının yardımı ile çiftliğin bahçesinde armut yerken kaçırıp babasından para isterler. Edirne Valisi razı olmaz. Asker çıkarılır. Çeteler Nuri Bey’i öne sürerler; aralarındaki çarpışmada yaralanır ölür. Bu türkü ona çıkarılmıştır.


AĞITTA BABAYA VE ÜVEY ANNEYE SİTEM VAR
“Baba beni armutluktan aldılar / Aldılar da kollarımı sardılar / Baban seni nişan verdi dediler / Pek yazık oldu Hacı Nuri beye / Çare bulan olmadı bu yareye
Çiftliğimin saçları örümcek / Paran mı yoktu beybaba verecek / Nazlı yâri kim teselli edecek / Pek yazık oldu Hacı Nuri beye / Çare bulan olmadı bu yareye
Çiftliğimin arkasından yol gider / Nuri beye beş bin atlı kol gider / Nuri beyin iççezinden kan gider / Pek yazık oldu Hacı Nuri beye / Çare bulan olmadı bu yareye
Tabutumu sarı çamdan oysunlar / Oysunlar da Nuri beyi koysunlar / Mezarımı Beylerbeye kazsınlar / Pek yazık oldu Hacı Nuri beye / Çare bulan olmadı bu yareye
Çiftliğimin lambaları parlıyor / Cerrah gelmiş yaraları bağlıyor / Babası baş ucunda ağlıyor / Pek yazık oldu Hacı Nuri beye / Çare bulan olmadı bu yareye
Müşür paşa çekti atın başını / Üvey annem yedi benim başımı / Çevresine silsin gözünün yaşını / Pek yazık oldu Hacı Nuri beye / Çare bulan olmadı bu yareye
Mezarımı Beylerbeye kazsınlar / Tarihimi baş ucuma yazsınlar / Gelen geçen Nuri bey ölmüş desinler / Pek yazık oldu Hacı Nuri beye / Çare bulan olmadı bu yareye
Edirne Vali Vekili Müşir Arif Paşa’nın İçişleri Bakanlığı’na düzenli olarak gönderdiği telgraflarda önce Nuri Bey’in “çatışma sırasında kendisine isabet eden mermilerle iki yerinden hafifçe yaralı ve sağ olarak kurtarıldığı” anlatılıp bu sonuç Osmanlı saltanatının bir başarısı olarak övülür ve gururla, “bu hususta cansiperane hizmetleri görülenlerin isimleri ayrıca arz edilecektir” denilirken bir gün sonra Hacı Nuri’nin aldığı ağır yaralar neticesinde öldüğü rapor ediliyor.
Özetle bu araştırmacılar, halk arasındaki Dertli Musta Bey anlatısını “ilmî” yaklaşımları ile” yıkmak” isterlerken dayandıkları resmi Osmanlı kayıtlarındaki bu çok manidar çelişkiyi her halde “devlet ile ters düşmemek adına” tamamen görmezden geliyorlar ve Hacı Nuri Bey’in nasıl vurulduğu meselesi yine karanlıkta kalıyor. Daha doğrusu, halk arasında yaygın olan Hacı Nuri Bey’in iki ateş arasında kaldığı anlatısı yine güçlü bir olasılık olarak doğrulanmış oluyor. Konu üzerine farklı anlatılar da var; bu çalışmamı bitirmeme yakın, Nuri Bey’in, zamanının paramiliter milisi “Bulgar Sadık”ın acul bir operasyonu yüzünden fidyeciler tarafından öldürüldüğünü Prof.Dr. Engin Beksaç’tan dinledim. Kendisine teşekkür ederim.
….İmzasını “Emekli Hakim” diye atan merhum araştırmacı Erdoğan Gökçe’nin 1901’de yaşanmış bu olayı bir terör savcısının iddianamesi “tadında” anlatmış olmasına araştırmacıların “bambaşka bir olaylar silsilesi, daha doğru bir ifadeyle gayr-i tarihi bir kurgu inşa etmiş” demelerine ise hak veriyorum.
….Aynı araştırmacılar, merhum Erdoğan Gökçe tarafından Yöre dergisinin 2003 Mart sayısında yayımlanan ve burada yer verdiğim Hacı Nuri Bey fotoğrafının, Erdoğan Gökçe’nin olaya dair kuşkulu bilgileri ve yorumlarından hareketle ona ait olduğunun şüpheli olduğunu söyleseler de ben yine de kitaba koymaya değer buldum.
Şevket Süreyya o günler için, uzaklar karışık ilen yakınların da daha iyi olmadığını, çetelerin, komitacıların, yolları, geçitleri tutmakla kalmadıklarını, kasabaları, şehirleri bile haraca kestikleri haberlerinin duyulduğunu; “Hatta ben çok daha küçükken bir aralık, Edirne’de ordunun, bir Bulgar isyanının peşinden adeta cepheye gider gibi, büyük kuvvetlerle harekete geçtiğini az çok hatırlarım (1905) diye anlatıyor.”
1897 Makedon İsyanından sonra Makedonya, gerilla eylemlerinin, “komitacı”lar arası kanlı çatışmaların sahnesi olmuştur. 1902-1903 yıllarında doruk noktasına varan şiddet, Şevket Süreyya’nın çocukluğunda da iz bırakmıştır.


SARAÇHANE KÖPRÜSÜNDE SİLAH ÇATAN ASKERLER
“Bu hareketlerin ardı arkası bir türlü kesilmiyordu. Zaten öyle anlaşılıyordu ki, orduda pek intizam yoktu. Çünkü kışlalarla şehrin arasından geçen Tunca Nehri’nin üstündeki Saraçhane Köprüsü’nün başına, kışladaki askerler ikide birde silah çatarlardı. Yani bu köprüyü kesip, sabah kışlalara geçecek olan zabitlerini, kumandanlarını veya ordu kumandanını geçirmezlerdi. Bunun manası terhis istemek demekti.”
(Saraçhane Köprüsü’nde Askerler; kartpostal; Ahmet Gökhan Demirer koleksiyonundan)

    En az 10 karakter gerekli


    HIZLI YORUM YAP

    SON DAKİKA HABERLERİ