19 Kasım 2024 Salı
Naciye Akay Edirneli bir öğretmen, yazar. Çocukluğu Edirne’de geçmiş, Edirne anılarıyla yaşamına devam ediyor. Anılarını yazdığı kitabı “Yaşadım Yıldızlar Şahidim”de toplamış. Emeklilik yıllarını İzmir’in Urla ilçesinde geçirmesine karşın kalbi hala Edirne için atmaya devam ediyor.
Naciye Akay’ın dedesi Ahmet Özaydınlık, lakabı Karaağaç’lı Ahmet Çavuş
Dedesi Ahmet Özaydınlık “Ahmet Çavuş” Devlet Demir Yolları’nda yol çavuşluğu yapmış. Karaağaç istasyonunda lojmanda oturmuşlar.
Naciye Akay’ın kaleminden dedesi ve anıları;
Naciye Akay’ın anıları artık kitabında yaşıyor
**
“Erik ağacımın çiçekleri” diyerek, dün paylaştığım ağacıma büyük haksızlık yaptığımı düşündüm bugün penceremden onu seyrederken.
Siz baktığınızda öyledir elbette. Çiçek açmış bir erik ağacı sonuçta…
Ama ben baktığımda, gelin misali duvağını takmış bu muhteşem ağaca, en az yüz yıl öteye uzanan köklerini görüyorum.
1920’li yıllardaki Selânik sancağının her yanından sular fışkıran Vodina şehrinin, verimli topraklarında her türlü meyvenin yetiştiği Karacaova’sında yaşayan küçük Ahmet’i görüyorum, yüz yıl öteden.
Ağaç yetiştirmeyi çok seven küçük Ahmet’in çocukça bir çabayla nasıl da, meyve ağaçlarının diplerinden çıkan minik sürgünleri kökleyip, bahçelerinin başka bir köşesinde çoğaltma çabalarını… Hele de erik ağacı, en sevdiği bahçede gezinen kuzucuklardan, sürgünlerini nasıl da koruduğunu görüyorum yıllar ötesinden.
Selanik’ten gelen erik ağacı şimdi Urla’da yaşamaya devam ediyor
MÜBADELE’DE GELEN ERİK FİDANI
1924 yılı kâbus gibi çöktüğünde üstlerine, her şeyinizi bırakıp Türkiye’ye gitmek zorundasınız dediğinde hükümet, küçük yaşta babasını kaybetmiş olan küçük Ahmet’in gizlice küçük bir erik sürgününü söküp topraktan torbasında saklayarak annesi ve üç kardeşiyle günlerce sürecek Selânik- Edirne yolculuğunu görüyorum…
İşte küçük Ahmet’in o erik fidanı büyüdü, büyüdü, büyüdü Karaağaç’ta yerleştirildikleri büyük evin, büyük bahçesinde, muhteşem erikler veren harika bir ağaç oldu. Kendisi de büyüdü küçük Ahmet, delikanlı oldu, evlendi baba oldu, kendi evi oldu…
Yeni erik fidanları yetiştirdi büyük ağacın kökünden fışkıran sürgünlerden, kendi bahçesi için, çocukları için torunları için…
Çocuklar, torunlar o erik ağacının dallarında büyüdüler neredeyse yıllar içinde…
Sonra…Dede Ahmet kendi yetiştirdiği erik ağacı gibi yaşlandı ve veda etti dünyaya onu çok seven , çocuklarının torunlarının sel olan gözyaşları eşliğinde..
Ardından erik ağacı da daha fazla dayanamadı bu ayrılığa… Tüm bahçeler direnemezken betona, onun bulunduğu bahçe de direnemedi… Bahçeli evi olan ben ilk torun, bozmadım geleneği..
EDİRNE’DEN URLA’YA
Söktüm dibinden çıkan sürgünlerinden… Aynı minik Ahmet’in yaptığı gibi, taşıdım Edirne’ den Urla’ya…
Nasıl ki, Ahmet Çavuş yaşıyorsa torunlarında…
Onun eriğinin torunları da yaşıyor, ilk torunu olan benim bahçemde…
Senin; bembeyaz duvaklı gelin misali eriğinin torunu, savrururken dallarını Urla poyrazında…
Seni görüyorum ben küçük Ahmet, Selanik’ teki evinizin bahçesinde…
Ruhun şad olsun Selânikli Ahmet Çavuş…
Sen bende ve bahçemde halâ yaşıyorsun…”
**
Edirne anılarını hiç unutamıyor Naciye Akay.
“Ne zaman bir kitap okusam, bir ağaç gülümser, ölümden sonra da yaşam oldugunu anlatır bana.
Yağmur var yine bu gün….
‘Bir maşa bulup, iki dilim sucuk sürsem mi ki közlerin üzerine’ diye düşünürken buluyorum kendimi.
İşte o zaman tam çocukluğuma döneceğim. Gözüm, kütüphanedeki Hayat Ansiklopedisi’ne takılıyor bir ara sucuğa gerek kalmıyor..
‘Sen okuldan döndüğünde ben evde olmıycam bu gün, ben evden çıkarken soba yanıyor olacak, dikkatli ol, sobaya fazla yaklaşma’ diyor annem…
EDİRNE KARLAR ALTINDA
60’lı yıllar İlkokul 4. sınıftayım. Edirne kar altında,saçaklardan kılıç misali ışıl ışıl buzların salındığı günler…Bata çıka geliyorum eve, okul çıkışı..
Deri çizmelerim kardan dolayı tertemiz ama, kar suyu çekmiş.. Annemin her akşam yaptığı gibi sobanın yanına koyuyorum çizmelerimi, ertesi sabah kurumuş olarak sıcacık tekrar giyicem.
Uzanıyorum yüzüstü, sobanın yanındaki koyun postunun üzerine. Orası babaannemin yeri ama, o yok şu anda evde. Gürül gürül yanan sobanın yanına.
40’LI YILLAR EDİRNE’NİN TEK KİTAPÇISI
40’lı yıllarda çocukluğunun yaz tatillerini Edirne’nin tek kitapçısı ve gazete dağıtım noktasında çalışarak geçiren babacığımın kitap ve gazete düşkünlüğü oradan. Kitap ve gazete denince akan sular duruyor bizim evde.
Makaleyi mi öğreniyoruz? Hemen eve her gün alınan Cumhuriyet gazetesine müracaat. Köşe yazılarından birini kesip götürüyorum okula.
O yıllarda fasikül fasikül basılıp biriktirilip ciltlenen ilk ansiklopedi Hayat Ansiklopedisi. En kıymetlim, bütün ödevlerimi ondan yapıyorum. Ödevimin olması şart değil, açıp kitap gibi okuyorum.
Sobanın, etrafa dağıttığı kızıl alevlerin gölgeleri eşliğinde keyifle yüzüstü uzanmış, dirseklerimin üzerindeyim şimdi. En sevdiğim fıkralar, şiirler, faydalı bilgiler kitap değil, ansiklopedi okuyorum.
Okuma alışkanlığım o kadar had safhadaki kitap yetişmiyor. Kitaba başlayınca da bitirme hastalığım var. Anneciğim bunu biliyor, odama yatmaya çıktığımda kontrole geliyor bir süre sonra…
Uyumadıysam kızacak.
Ahşap merdivenlerde ayak seslerini duyunca başucumdaki seyyar basmalı anahtara basıp kapatıyorum odanın ışığını, giriyorum yorganın altına. Anneciğim açıp kapıyı bakıyor,’tamam uyumuş’ deyip iniyor aşağıya. Yorganın altından çıkıp ışığımı yakıp başlıyorum kaldığım yerden okumaya.
MİMAR SİNAN KÜTÜPHANESİ
Çocuk kütüphanesi ve İl Halk Kütüphanesi var o yıllarda Edirne’de. Sevdam benim kütüphaneler.
Üyeyim üyelik kartım var.
Gidiyorum,
Mimar Sinan’ın ‘ustalık eserim’ dediği muhteşem Selimiye Camii’nin külliyesinin içindeki tarihi çocuk kütüphanesinde alıyorum kitabımı, hemen dönmüyorum eve, oturup kütüphane kurallarına uygun şekilde sessizce okumaya dalıyorum, Kütüphane sessizliği mest ediyor beni çünkü.
Küçüğüz ama, öğretmenimiz bizi kütüphaneye üye yaptırıp o muhteşem kültürü yaşatıyor bize.
Kütüphane sevdam hep sürdü, evde bol dökümanlı kütüphanem olsa da sadece o sessizliği yaşayıp huzur bulmak için gittiğim zamanlar çok olmuştur.
Emeklilikten sonra bir sahil kasabasında yaşıyor olsam da, sevdam devam ediyor. Buradaki küçük kütüphaneye gene üyeyim. Hayat Ansiklopedim de halâ benimle. Kütüphanemin baş köşesinde. Ne Ansiklopediler geldi geçti, onun yerini hiçbiri tutmadı.
Her gezdiğim ülkede en önce ziyaret ettiğim yerlerdir kütüphaneler ve kitapçılar.
Ama benim çocukluk kütüphanemin de ,yaş olarak ondan bir farkı yok ki!!…Hatta ondan 27 yaş büyük..
Tarih 1575…Selimiye’yle yaşıt, en azından taş yapısı..
Kütüphaneler mekânınız kitaplar yoldaşınız olsun.”