01 Ekim 2024 Salı
1970 yılı Kıyık. 50.Yıl İlkokulu’nun ilk yılı, ilk öğrencilerinden 4. sınıftayız. Kırmızı mektepten ayrıldıktan sonra tamamını Kıyık’lı arkadaşlarımızın oluşturduğu 34 kişilik sınıfta bizlere bir şeyler öğretmeye çalışan Beyhan Doğruay öğretmenimiz.
Okullar tatile girince bütün sınıf dağılıyor. Çiftçilik, hayvancılık yapanların çocukları harman yerlerine, hayvanların arkasına, memur çocukları harçlıklarını çıkarmaya. Adil Çoban koyunların arkasına, Fedai İbroşka babasının kahvesine, Mehmet Sünterci bakkal dükkanına, Mustafa Sığırcık ne iş bulursa, Yüksel terzi dükkanına, Mustafa Kırmızı boyacılığa, Nazım da kahveye. Anımsayabildiklerim bunlar, daha 10 yaşında harçlığının peşinde hayata hazırlanan küçük çocuklar.
Benim payıma Cemal agamın fırınından çıkmış sıcak üstü yumurtalı susamlı kahvaltılıkları satmak düşüyor. Bir tepsi sıcak kahvaltıyı alınca Cemal aganın işaretiyle bütün satıcılar Kıyığın, Edirne’nin alt taraflarına doğru yayılıyorlar bağırarak kahvaltıları satmak için. “Kahvaltılaaaaaaa” sesleri ile Kıyığın bütün sokaklarında çınlıyor.
Kıyık Caddesi’ni boydan boya bağırarak kahvaltılıklarımın reklamını yaparak satmaya çalışarak üst taraftan Buçuktepe’nin alt sokaklarını karış karış geziyorum. Tepsimdeki 60 tane kahvaltıdan sona kalanları da bitirdikten sonra (bazen birkaç tane kalıyordu) kalan olursa kardeşlerime ikram etmek için evimin yolunu tutuyorum.
1975 Yılı 50. Yılda sınıf arkadaşlarımla
Pazartesi günleri öğlene kadar Selimiye Camii’nin üst tarafındaki pazar yerinde elimde plastik mavi ibrik, bir su bardağı caminin kurnalarından doldurduğum suyu pazarcılara ısınmadan yetiştirmeye çalışıyorum. Bardağı 25 kuruştan, “soğuk suuuuuu” diye bağırarak. Cebimde şıngırdayan 25’likleri 20 taneyi buldu mu, kimse tutamaz beni doğru Halk Eğitim önüne fayton gözlemeye.
İlk yukarı doğru çıkan hareket halindeki iki atlı faytonun arka tarafındaki demire tutunarak oturuveriyorum. Faytoncunun haberi yok, ama kenarda yürüyen hasetlerin bağırarak faytoncuyu uyarması üzerine kamçı arkaya doğru şaklıyor. Ne kadar korunmaya çalışsam da kamçının ucu mutlaka çocuk vücuduma kurşun gibi değerek yakıyor, can havliyle atıyorum kendimi aşağı. Mücadeleye devam, sonrasında gelen ilk faytonun arkasındayım yine.
Hafta sonları akşamları da çalışmaya devam. Babam sabah 4’te gittiği Ekmek Fabrikası’ndan gelmiş evimizin inşaatında duvarları örmeye başlamıştır bile. Oturduğumuz ağırdan bozma evin yerine arsamızın sonuna küçük bir ev daha yapmaktadır. Usta babam, amele annem, tuğlaları da taşımak bana düşüyor. Evin duvarlarını oluşturan kırmızı küçük tuğlaların hepsini ancak boyumun yettiği, sürmekte zorlandığım tekerleği gıcırdayan el arabasıyla bir ay süren uğraşlarım sonunda ikinci iş olarak taşımayı başarıyorum. Ödülüm babamın yorgun sesiyle geliyor; “Haydi çabuk, çabuk!”
Hafta bitmiş, Buçuktepe Mezarlığı’nın altında gündöndüler biçilmiş, kurumuş sapları kış yakacağı, soba tutuşturmalığı olmak için tarlada bizi beklemektedir. Anacığımla birlikte iki urgan ipiyle birlikte yola çıkıyoruz en yakın tarlaya doğru. Sol elimizle tutup sağ ayağımızın içiyle bir darbede yerden kopardığımız gündöndü saplarını tarlanın bir yerinde iki ayrı öbek şeklinde özenle biriktiriyoruz. Taşıyacağımız kadar sapı urganlarla ayrı ayrı ortasından sıkıştırdıktan sonra anam önce benim sırtıma yüklüyor, sonra kendi demetini yerden aldıktan sonra ihtiyatlı adımlarla evimizin yolunu tutuyoruz. Defalarca sürüyor bu gidiş gelişler, üç gün boyunca. Bahçedeki kuruluğumuza yazdan Vaysal’dan gelen odunların yanına özenle istifliyoruz.
Yaz bitiminde kahvaltı hasılatlarımdan biriktirdiklerim kırtasiyecide eriyor bir hafta içinde. Defter, kitap, boya derken yine bir simit parası harçlığımızla okul yolundayız kız kardeşimle birlikte. Uzun teneffüste özenle aldığım simidi kardeşime uzatırken benim payıma *kopuşarak eve gitmek düşüyor. Genelde yanımda bir arkadaşımı daha kattığımı bilen anam beni evin sokağa bakan camında beklemektedir. Elinde iki büyük dilim yağlı **ezmeli ekmekle. Isıra ısıra doğru okula. Elimizin tersiyle ağzımızı silerek derse nefes nefese ancak yetişiyoruz karnımız doymuş olarak.
Yaz bitmiş, sonbaharın ilk günlerini takip eden meşhur Edirne kışının ilk belirtileri hissedilmeye başlamıştır artık Kıyık semtinde. Evlerimizde sabah sobanın yanından çıktıktan sonra kaloriferli okulumuz bize oldukça lüks geliyor.
Kış şartlarında yapacak bir iş bulamadığımız için okulların açılmasına en çok evde dört kızanıyla uğraşan anam seviniyor.
Yaz döneminin gelmesiyle aldığımız karnelerin yanına birer tane de diploma eklenecektir. Çoğu arkadaşım ortaokul sıralarını görmeden yaşam kavgasına atılırken ben biraz şansım, biraz da gayretimle ortaokul ve lise sıralarında 7 yıl daha dirsek çürütmeye okul tatillerinde yine çeşitli işlerde çalışmaya devam edecektim.
Okul arkadaşlarımdan birçoğu ile görüşüyoruz arada Kıyık’ta, Edirne’nin çeşitli yerlerinde. Düzenli buluşmalar olmasa da o tatlı hatıraları anımsıyoruz her birlikte olduğumuzda…
—
*koşarak
**salçalı ekmek