19 Kasım 2024 Salı
(DÜNDEN DEVAM)
TÜRKİYE YUNANİSTAN KARMA TAKIMLARIYLA MAÇ
Anılarımda unutamadıklarım arasında Jandarma ve Karagücü’nün ortak takımları ile Yunanistan’dan gelen karma takım arasında dostluk maçı yapılırdı. Sahanın bir tarafında Türk, diğer tarafında Yunan bayrağı asılı olur ve Edirne’de çok ilgi görürdü bu tür maçlar.
Tuncaspor’ın ekonomik sıkıntıları da vardı. Halkbank’ta Kapıkule’de çalıştığım yıllarda Tuncaspor’un Sığır Meydanı’nda antrenmanlarında takıma elimizden geldiği kadar maddi destek vermeye çalışırdık.
KIL ATİLLA’NIN PENALTILARI
Edirne’de dönemin en ünlü hakemlerinden Atilla ağbimiz (Kıl Atilla) birçok maçımızı idare etmiştir. Ne hikmetse benim olduğum bütün maçlarda en azından bir veya iki penaltı vermiştir rakip takımlarımızın lehine.
Rakip oyuncu daha 18’e girdiği gibi hafif bir şarjda hemen çalar düdüğü penaltıyı verirdi. “Yahu hocam olur mu?” falan dinlemez beyaz noktayı gösterir ve atışın yapılmasını sabırla beklerdi.
Severdim o penaltı anlarını. Her penaltı demek en azından maçın 10 dakika durması, maçı izlemeye gelenler için adeta bir tiyatroya dönüşürdü benim penaltıya hazırlanmam, penaltıyı atacak oyuncuyla girdiğim diyaloglar.
Rakip oyuncu topu beyaz noktaya koyar, ben gider topu düzeltirim; Atilla ağbi uyarır, topu elleme. Penaltıyı atacak oyuncuya yaklaşırım fısıldarım; “Sen mi atacaksın bu penaltıyı, senin bana hiç gol atmışlığın mı var?” Amaç rakip oyuncunun motivasyonunu bozmak.
HER MAÇIMIZ BİR FESTİVALDİ
Rakip oyuncu gerinir tam topa vuracak ben fırlıyorum “kurtardım, kurtardım” diye bağırıyorum Herkes şaşkın, daha top yerinde duruyor. Şöyle böyle derken o atış ya kucağımda, ya da avuta gidiyor, sahada bir curcuna ki sorma gitsin. Maçlarımız bu yüzden adeta bir festival havası içinde geçerdi.
Penaltı atacak oyuncunun hangi ayakla atacağını gözlemlerim. Oyuncu mutlaka köşelere bakar önce, hissetmeye çalışırım. Atış öncesi rakibin ayaklarındadır gözlerim, o anda rakip oyuncunun motivasyonu başlar bozulmaya ve atış sonunda yüzde yetmiş lehime sonuçlanır başarılı olmaz rakibin penaltı atışı.
Biz kaleciliğe başladığımız dönemlerde pazarlarda üç atış 25 kuruşa çok durduk kalede. Onun tec-rübelerinden de çok faydalandık, raki-bimizin ayaklarının duruşundan anlar-dık topun hangi köşeye gideceğini.
BEYİN SARSINTILARI GEÇİRDİM
Ben topa yatardım, hangi pozisyonda olursa olsun direkt olarak rakibin ayaklarının olduğu yere. Topa vurmasına izin vermemek adına her pozisyonda topla rakibin arasına girmeye çalışırdım. Hani derler ya taşa bile atlar öyle severek yapardım mesleğimi. Bu yüzden defalarca beyin sarsıntısı geçirdim maç anlarında.
Keşan’da ligde kalma mücadelesinde bir maçtayız. Ligde kalabilmek için en azından bir puana ihtiyacımız var. Maça asılmıyor Keşan, al gülüm ver gülüm gidiyor maç. Kasırga Metin ise gol kralı olma derdinde. Bir gol atarsa gol kralı olacak ve çaktı mı golünü. Keşan uyandı, başladı saldırmaya ve ilk devre 1-1 bitti. Devre arasında Keşan’lı oyuncular soyunma odasında yemin etmişler, “Bu maçı alırız, Tunca kümeye” diye.
KEŞAN’DA ÇÖZÜLEN DÜĞÜMLER
İkinci yarı başladı. Keşan bastırdıkça bastırıyor. Forvette Evren Bulut vardı, daha o zaman siyasetçi olacağı belliymiş ki 18’in içinde buluştuğu bütün topları hep avuta attı, maç berabere bitti de ligde kalmıştık.
Tarihimizde ilk şampiyonluğumuz yine Keşan’daki maç sonunda geldi. Deplasmanlı amatör ligimiz vardı ve ilk maçta biz Keşan’ı Edirne’de 2/1 yenmiştik. Sezon boyunca hiç kopmadık, hep kafa kafaya gidiyor Tunca ve Keşan.
Sıra geldi Keşan deplasmanına. Keşan dökülmüş stada maçı izlemeye. Takım olarak iyi başladık, daha maçın başlarında Haluk ve Mehmetali birer pozisyonu kaçırdılar. Keşan kazanırsa şampiyon olacak, bize beraberlik yetiyor. Keşan’ın iki tehlikeli pozisyonunda ben aldım topları, ardından uzun bir degajla Ayşekadın’lı Akif’in önüne düşürdüm topu. Akif sağ ve sol bekin arasından topla birlikte sıyrılıp kalecinin yanında topu kaleye yuvarlayıverdi.
1-0 öndeyiz, öndeyiz de taşlar yağıyor sahanın içinde. Zor bela koruduk galibiyeti, maç bitti ama sahadan çıkamıyoruz. Sahadan polis korumasıyla çıktık, Uzunköprü’ye kadar polisler eskortluk yaptı aracımıza. Ancak Uzunköprü’yü geçtikten sonra galibiyet sevincini yaşayabildik arkadaşlarımızla.
KALECİLİĞİ ÇOK SEVDİM
Okul yıllarımızda arkadaşlarla aramızda para toplar İstanbul’a maç izlemeye giderdik. Şeref Stadı’na geldiğimizde cebimizde sadece dönüş parası olduğu için duvardan atlayarak maç izlemeye girerdik. Benim seyrettiklerim içinde en iyi kaleci Rus Lev Yaşin’di. 18’in içinde yerinde duramayan, sürekli hareket halinde olan ve gelen bütün topları adeta armut gibi toplardı. Sonra Turgay, Varol ve Özcan’dı. Bu büyük kalecilerin hepsini canlı izledim ben.
Sahanın bütün mevkilerinde oynadım ben günün şartları gereği. Bek, orta saha, forvet ama en çok kaleciliği sevdim ben. Kaleci sahanın her yerine hakim durumdadır. Bütün oyuncuları izler, maça hakim konumdadır. 18’in kralıdır, orada hareket özgürlüğü vardır.
Hiç çim sahada oynamadım. Gördüğümüz tek çim, tirfil otu ve çoban kaldıranlardır. Ha o çoban kaldıranlar yok mu, ne çektim onlardan ben. Ama sporun faydasını şimdi görüyorum, yaş oldu 83 sağlıklı bir şekilde yaşlılığımızı sürüyoruz.”
**
“Bir daha dünyaya gelsen futbolcu olur muydun, hangi mevkide oynamak isterdin?” soruma gülerek “Kaleci olmak isterdim yine” diye yanıt veriyor İsmail Köksoy ağbimiz.