30 Haziran 2025 Pazartesi
Benim ilk gençlik yıllarım yani 90’lar yaklaşık elli yıllık Soğuk Savaş döneminin sona erdiği zamanlara rastlar…
SSCB yıkılmış, NATO bir işe yarar mı yarayacak mı soruları sorulmaya başlamış. Pek çok insan bu şartlar altında o dönem yeni bir dünyanın kurulduğu görüşünü de dile getiriyordu. Küreselleşen dünyada diye başlayan cümleler havalarda uçuşuyor, sınırların kalktığına dair görüşler televizyonlardaki açık oturumlarda dile getiriliyordu.
Bu şartlar yaşanırken bir yandan da SSCB yönetimi altındaki Türk devletleri birer birer bağımsızlığını ilan ediyordu. Üstelik Bulgaristan’daki soydaşlarımız bir göç hareketine başlamıştı. SSCB’nin yıkılmasından kısa bir süre önce Belene dizisi yayına girmişti. Yugoslavya’nın dağılışı ile Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türkçe konuşarak gidileceği konuşulmaya başlanmıştı. Yani sınırların kalktığı ve küreselleşmenin yükseldiği dünyada bizler için başka şeyler ortaya çıkıyordu. Tabii anlayana…
Sonra bir de baktık ki; Ermeniler, Rusya Federasyonu’nun desteği ile Azerbaycan’ı işgal edip, kardeşlerimizi topraklarından ettiler. Ekonomik entegrasyon ve iş birliği girişimleri “çok kurnaz” iş insanlarımız sayesinde çöp oldu. Zaten bu “kurnazlık” meselesi kısa vadede hep kazandırır gibi görünür de uzun vadede kazandırdığına rastlamadım. Tabii bu da anlayana…
Daha uzak coğrafyalardaki soydaşlarımızda daha düşük seviyeli ilişkilerimiz oldu. Elbette işin romantik bir yönü de vardı. Öyle ya Mete Han’ın at koşturduğu topraklar bizimdi artık. Özellikle Türkoloji sahasında çalışanlar için daha önce hayli zorlu olan saha araştırmaları bu aşamada bir nebze kolaylaşmıştı. Bunları ikili eğitim anlaşmaları ardından da çok taraflı eğitim iş birliği anlaşmaları izledi.
Ancak bütün bu süreç içinde biz bir şeyi unutmuştuk… “Siyasi ve askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferlerle taçlandırılmadıkça payidar olamaz” işte bu ağır laf hiçbir zaman “zarar ediyor zaten satmayalım da ne yapalım” lafının önüne geçmedi. Küreselleştik, elektronikleştik ancak ekonomik kapasitemizi artırmadık. Halen de öyle bir niyetimiz yok! Bu durum ekonomik kapasitenin düşüklüğünü ve dışa bağımlı üretim ekonomisinden uzak bir yapının oluşmasını sağlıyor. Peki bu şartlar neyi etkiliyor. Etki alanının oluşturulmasını.
Biliyor musunuz Rum kesimini dolaylı olarak tanıyan tüm Türk devletleri ekonomik güçlükler dolayısıyla Avrupa Birliği ile çeşitli ekonomik anlaşmaları ya imzaladı ya da imzalamak üzere. Üstelik bu durumun yaklaşık altı yedi yıllık bir geçmişi var. Yani dünkü mesele de değil. İşte tam olarak bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti’nin hamisi ve banisi Gazi Mareşal Mustafa Kelam Atatürk’ün o veciz sözünü bir kez daha tekrarlayalım; siyasi ve askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferlerle taçlandırılmadıkça payidar olamaz. Haftaya görüşmek dileğiyle memleketimin güzel insanları…