DOLAR 33,9818 0.11%
EURO 37,7251 -0.39%
ALTIN 2.726,78-0,69
BIST 9.771,16-1,67%
BITCOIN 18366960,50%
Edirne
27°

AÇIK

05:01

İMSAK'A KALAN SÜRE

Mehmet ŞELECİ

Mehmet ŞELECİ

07 Eylül 2024 Cumartesi

    KONUKLARINIZIN SESİ 351

    KONUKLARINIZIN SESİ 351
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

              Şimdiye dek 350 yazı yazdım. Gördüklerimi, öğrendiklerimi, çözümlemelerimi, çıkarımlarımı paylaşmaya çalıştım. Konularımı hep toplumumuzun büyük çoğunluğunun sorunlarından seçtim. Bu yazımda da kendi derdimi anlatayım.

             Toplum içinde bireyin değeri, topluma verdiğinin toplumdan aldığına oranı diye tanımlamayı benimserim. Sanırım, bu oranı birden büyük tüm emekçiler de bu tanımı benimser.

              Örneğin sanayi işçisi: Büyük bir disiplinle sürekli üretir. Bu disiplini patronu ve onun yöneticileri zorunlu kılar ama bu disiplini alışkanlığa dönüştüren, yıllar boyu koruyan sanayi işçisi. Üretimiyle patronunu zenginleştirir, çevresini besler, kendinin aldığı veya ona verilen belirli bir pay.

              Örneğin fırıncı çırağı: Çok erken fırına gelmek zorunda, hamuru kusursuz hazırlamak zorunda. Buna karşın aldığı düşük bir ücret.

               Bu tanımlamayı kim benimsemez?

               Öncelikle patronlar. “Sermayeyi koyan ben, girişimde bulunan ben. İşçilere işveren ben. Öyleyse zenginleşmem doğal.” derler.

               Örneğin “Başarı öğrencinin çünkü gereğini yapmış, başarısızlık benim, çünkü yardım edememişim” demiyen, öğrencileri suçlayan, öğrenmeyen, kendini geliştirmeyen, üstelik üç asgari ücret olan maaşının azlığından yakınan öğretmen.

              Ben, bu tanımı ilke edindim. Sanayide çalışmadım ama birkaç yıl ağabeyimin yönetiminde, inşaat bekçiliği yaptım. İşçi sendikalarında karşılıksız görev yapmaya çalıştım. Bana verilen tüm görevleri özenle yerine getirdim. İlkokuldan üniversiteye amatör öğretmenlik yaptım. Aldığımı değil, hep verdiğimi düşündüm.

              Bugün, çok yaşlı olmama karşın çalışmayı da, öğrenmeyi de bırakmadım. En çok zaman ayırdığım konu matematik. Kızlarımla birlikte ilkokul düzeyinde matematik kitabı yazdık, yayınlandı, başarısız. Felsefe kitabı yazdım, yayınlandı, başarısız. Artık yazdıklarımı yayınlatmaya çalışmıyorum.

               Derneklere üye oluyorum, topluma hizmete çabalıyorum, başarısız. Partilere üye oluyorum, aynı amaçla, başarısız.

               Öğüt veren, “Akıntıya kürek çekiyorsun” diyen oluyor. Ama bana “Ben doğru yöndeyim de akıntı yanlış yönde” gibi geliyor. Ücretsiz ders verecek öğrenci bulmada sıkıntı çekiyorum. Çocukları doğada gezdiren bir şirket kuran bir komşum dedi ki, “Ücretsiz ders vereyim dersen tabii öğrenci bulamazsın. İnsanlar ‘acaba organ mafyası mı?’ diye düşünürler. Saat ücretim 1000, 2000 lira de.” Düşündüm, aklım yatmadı. Bu denli yüksek ücret alırsam kendimi köle gibi hissederdim. Üstelik bu parayı verenler belki de bana köle gibi davranırlardı.

              Bazen kendim de “Acaba ben başka dünyalı mıyım?” diye düşünüyorum. En benimsediğim açıklama, bir arkadaşın, “Senden adam olmaz!” sözü.

                                                                                                                                                 Sağlıcakla,