DOLAR 34,5580 0.15%
EURO 36,1714 -0.21%
ALTIN 2.979,800,62
BIST 9.367,773,72%
BITCOIN 34156264,31%
Edirne

AÇIK

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

208 okunma

RUSYA GÜNCESİ – Moskova’da şok olmak…!

ABONE OL
29 Ekim 2024 17:24
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Gönül UYANIKTIR

Gece yarısı, yolcularını evlerinin önünden alan araçla yeni ve bilinmedik bir maceraya çıktık. Sabahın dördünde de İstanbul Havalimanı Dış Hatlar Terminali THY kontuarı önünde, kafilenin eksik parçaları tamamlanmış olduk.
İspanya’dan sonra ilk kez bu kadar uzak şehirleri ve çoğu insanın birtakım ön yargılar geliştirdiği ülkeyi göreceğim. Aslında önceleri fazlaca meraklı değildim. Her seyahat öncesi olduğu gibi gitmekle gitmemek arası kararsız duygular yaşadım. Meraklı yanım ‘git’ diyor, tembel yanım da beş ay önce geçirdiğim kalp ameliyatını bahane ediyordu. Hatta son güne kadar, ‘belki bir sorun çıkar da gitmeyiz’ diye valiz bile hazırlamadım. Kaçınılmaz olarak son gün iki ayağım bir papuca girdi. Kardeşim Gülay ve eşi İsmail bir yandan, kuzenim Aynur bir yandan, ‘bu işler son güne kalır mı?’ diye darlayıp durdular.


Sonuçta meraklı yanım galip geldi. Orta boy valize karar verip; ilaçlarımı, pijama, kazak, pantolon, çorap ve uyarıları dikkate alarak içi kürklü botlarımı yerleştirdim. Son ana kadar da birkaç tur eksik gedik kontrolü yaparak seyahat ritüelimi tamamladım… Sırt çantamda acil ilaçlarım, şarj aletim, para çantam varsa ‘tamam’ demekti. Orta karar takıntılı dalgınlığım yüzünden pasaportum kah Gülay’da, kah Aynur’da… İkisi de, ‘sen şimdi koyduğun yeri unutursun, bize telaş yaptırma!’ modunda. Benim de canıma minnet doğrusu, çünkü sırt çantam kuyu gibi, en gerekli olan en alttan çıkıyor.


İstanbul Hava Limanında Pronto Tur ekibi ve rehberimiz Said bey (Köseoğlu) tarafından karşılandık. Bagaj ve bilet işlemlerinin ardından bekleme süresinde, parfüm reyonlarını dolaştık. Hava limanında bir tost bir ayran fiyatına satılan parfümler arasında aradığım markayı buldum ve deneme şişesinden yeni ürününü bileğime sıktım. Alışageldiğim kokuyu bulamayınca param da cebimde kalmış oldu.
Moskova’ya giden uçağın yolcu bekleme salonu açılmış, uçağımız da körüğe yanaşmıştı. Salonda kısa bir beklemenin ardından uçuş kartlarımızla körükten geçip uçağa alındık. Türk Hava Yolları TK 413 sefer sayılı uçuşu ile saat 07:15 gibi Moskova’ya hareket başladı. Uçak kalkışlarında midemde hissettiğim o duyguyu bekledim, ama bu kez olmadı… Sakince, yer yer gri bir sis perdesiyle gizlenmiş ve yeni güne uyanmaya hazırlanan İstanbul’un üzerinden Karadeniz’e doğru kaymaya başladık. İşte o andan itibaren bizi nelerin beklediğine yönelik merakım da heyecanım da yerine geldi. Uçağımız Boeing 737’ydi. (sanırım) Orta sıradaki çoklu koltuklarda yerimizi aldık. Kişisel ekranımdan, uçağın konumu, rotası, kaç km yolumuz kaldığını, hava sıcaklığını izleyerek oyalanmaya çalıştım.


Bir saatlik uçuştan sonra THY’nın nefis kahvaltısı eşliğinde toplam 3,5 saatlik sorunsuz ve rahat bir uçuşla Rusya maceramızın ilk etabı Moskova semalarına ulaştık. Normal zamanlarda kahvaltı masasına oturduğum saatte (10:45) Moskova’ya indik. Türkiye ve Rusya arasında saat farkı olmaması nedeniyle, programlarda bir karmaşa yaşamadık. Uçağa bordolayan körükten geçip Moskova Havalimanına girdik.
Aynur, yolculuk nedeniyle sabah yapamadığı 10 bin adımlık yürüyüşü tamamlamaya çalışırken, çoğunluk benim gibi yürüyen bantları tercih etti. Uzunca yürüyüşün ve giriş işlemlerinin ardından alt kata indik. Bantta valizlerimiz dönmeye başlamıştı bile..! Parfüm kokan, renkli parlak şişeler, sigara paketleriyle dolu; kapısız- duvarsız mağazalar arasından geçip valiz-bavul telaşına düştük. Kişi başı 23 kg bagaj hakkımıza karşın, valizim; giymediğim eşyalar dahil 11 kg gelmişti ve şu anda da bantta tek başına dönüp duruyordu… Az sonra da rehberimiz Said beyin “ELYD” diye gürlemesini işittik. On dakika içinde güneşli bir Moskova sabahına adım atmıştık.


Dört hava limanlı Rus başkentine indikten bir hafta sonra, ülkenin kültür, sanat, edebiyat kokan, görkemli saray ve müzeleri altın gibi parıldayan eski başkenti St. Petersburg Havalimanından Türkiye’ye dönerken, ‘iyi ki gelmişim’ diye düşündüm. Öncelikle hepimiz ülkenin temizliği ve düzeninden çok etkilendik. Şahsen, bende o etki hala sürüyor… Moskova, dünyanın en büyük kentsel alanına sahip şehirlerden biri olmasına karşın, sokaklarına tek bir izmarit, kağıt parçası atmayan, ortalıkta bir yaprak kadar bile çöp bırakmayan bu insanların motivasyonunun kaynağını düşündüm… Gezdiğimiz her yerde çöp kutuları sabah erkenden temizlenmiş, günlük yeni çöp poşetleri geçirilmiş oluyordu.
Kentin temizliği de modern araç gereçlerle yapılıyor. Elinde yağ tenekesinden bozma faraş ve çalı süpürgesiyle ortalığı toz dumana katan birine rastlamak, ekvatorda kutup ayısı görmek kadar imkansız. Bu otomasyon; bizim kentlerin, ‘kafaya göre’ yapılan hiçbir standart tanımayan , her asfaltlamada 3-5 cm yükselen ne kaldırım, ne yol ne de merdivenleriyle mümkün değil…!
Rusya’da görüp hissettiğim her ayrıntıyı, bende yarattığı her duyguyu Edirne ile kıyasladım, çok doğal olarak. Çünkü aradaki fark müthiş göze batıcıydı… Edirne’nin çöp sorununu çözmek için ciddi alt yapı ve projelere ihtiyaç vardı. ‘Edirne’yi çöpten kurtaran’ diye anılmak, boş lafların içini doldurmak gerekliydi… Kısaca, çocuklarımıza önce ailede sonra da okullarda bu kültürün aşılanması gerektiği tokat gibi çarpıyor. Cadde ve sokaklarımızı işgal eden konteynerlerin şehri ne kadar çirkin ve kirli gösterdiğini Rusya’da idrak etmek de ilginçti…
Kesinlikle çöp ve atık toplama kutularının apartman ve sitelerin bahçelerinde konumlandırılması gerekli, böylelikle klozet, yatak-yorgan, inşaat atığı, çocuk bezi dahil her atığını organik çöplere karıştıranların hangi apartman veya siteden olduğu anlaşılacak. Önce uyarı sonra para cezası uygulanacak. Uygarlık, başkasının hakkına ve çevreye saygı bu saatten sonra başka nasıl öğrenilir!?… Temizlik ve düzen kültürümüzün eksikliğini Rusya’da iliklerime kadar hissettim.
Parklarda caddelerde tasmalı, sahipli, cins köpeklerin dışında tek bir başıboş hayvan olmaması ilginçti. Mesela kediye hiç rastlamadık. Bu koca kentin semalarında Edirne’deki gibi çöp konteynırlarını didikleyen tek bir martı bile yoktu… Bizde de gündemde olan kedi köpek meselesi ilginçti! Acaba bu ülkede sadece cins köpekler mi yaşıyor, doğada sahipsiz özgür yaşayanlar yok muydu? Varsa eğer, yaşam alanları barınaklar mıydı…?
Bizim etkili ve yetkililerin halkın vergileriyle çıktıkları yurt dışı gezilerinde ne yaptıklarını, tüm bu detaylara bakma, esinlenme zahmetinde neden bulunmadıklarını düşünerek ülkem ve şehrim adına kıskanmak ve üzülmekle yetindim… (SÜRECEK)

    En az 10 karakter gerekli


    HIZLI YORUM YAP

    SON DAKİKA HABERLERİ