1973 yılında Edirne’den Almanya’ya ayak bastığında 23 yaşında üniversiteyi yeni bitirmiş mesleğinde deneyimli bir elektrik mühendisiydi.
Gittiği gibi Münih’te yaşayan akrabaları sayesinde BMW motor şirketinde işe başladı. Sevdi işini, fabrika yönetimi ve mesai arkadaşları da onu. Çocukluğundan beri ilgili olduğu motosiklet dünyasının içinde buluvermişti kendisini.
Gülçavuş sahili. 1970 li yıllar.
Edirne’nin sokaklarında az mı Jawa bağırtmıştı babasından habersiz çaldığı motoruyla. Kendisinden 3 yaş küçük Emin arkadaşıyla birlikte Trakya’nın en ücra köşelerine ulaşmayı başarmışlardı. Emin’in 50’lik Honda Cup’una hayranlık duyar, hıncını Jawa’nın gazını kökleyerek çıkartmaya çalışırdı.
Çalıştığı BMW firması Dünya’nın en iddialı motorlarından birisini çıkardı aynı yıl. 1973 model R 90 S. “Gümüş Duman”. Adeta aşık olmuştu bu motora. Mesai saatleri boyunca işini yaparken üretim bantları arasında dolaşır, o zaman için sahip olmasının imkanı olmadığı bu dehşet makineyi gıpta ile izlerdi.
İki yıl içinde işinde ustalaşmış, maaşı artmış ve artık bu motorun ikinci elini alabilmeyi başarmıştı. İş yerinde tanıştıkları ve sonradan sevgili oldukları Angela’nın da ısrarlarıyla birlikte 1200 mark katkısı da olunca yola çıkma zamanı gelmişti artık.
Motorunun bütün bakımlarını Angela ile birlikte yaptılar. Bütün vidaları elden geçti, yağını değiştirdiler, frenlerini son kez kontrol ettikten sonra motorlarına yükledikleri çadır, uyku tulumları ve matlarıyla birlikte Türkiye’ye doğru yola çıktılar.
Bülent öğretmen çocukları eğitmeye devam ediyor.
İki haftalık izinleri vardı ve kat edilmesi gereken 4 bin kilometre yol.
Sabah erken çıktılar Münih’ten yola. Avusturya’da Viyana’da geçirdikleri bir kaç saatten sonra Yugoslavya’da yol kenarında bir benzinlikte gecelediler çadırlarını kurmadan uyku tulumlarının içinde. İkinci gün Yugoslavya’yı boydan boya geçip bitirdikten sonra Sofya’ya günün akşam saatlerinde girdiklerinde 1300 km’nin üzerinde yol almışlardı.
Üçüncü gün öğlen saatlerinde ulaştılar o yılların küçücük Kapıkule’sine.
Gümrükte işleri bittikten sonra heyecanla motorun gazına asıldığında arkasında oturan Angela’nın vücuduna sarılmış elleri onu yavaş gitmesi konusunda uyarıyordu.
Bülent Karakaş. 50 yıldır sahilin gönüllü bekçisi.
Edirne’ye girdiğinde Saraçlar’da turladı önce. Özlemişti doğduğu büyüdüğü kenti. Tur dönüşü Çatı Restoran’a götürdü Angela’yı. Sözü vardı Edirne’de en çok Çatı Restoran’da yemek yemeyi istiyordu. Gençlik ve öğrencilik yıllarında parası olmadığı için kapısından giremediği Çatı Restoran.
Yemek sonrası Ayşekadın’da yaşayan anne babasının evine geldiklerinde önce yaşanan sevinç Angela’yı gördüklerinde şaşkınlığa dönüşse de çat pat Türkçesiyle Angela’nın samimi tavırlarıyla sıcak bir ortam oluşu vermişti hemen.
İki gün boyunca Edirne’nin tarihi, turistik her yerini gezdiler birlikte. Temmuz ayının bunaltıcı sıcaklığı sonunda Angela’ya verdiği söz için Saros’un yolunu tuttular.
Enez’e varmaktı amaçları yola çıkarken. Enez’e yaklaştıklarında sol tarafa kıvrılan köy yolunu arkadan uzattığı eliyle işaret etti Angela. Direksiyonu kıvırarak daracık, toprak köy yolunda ilerlemeye başladı Gümüş Duman homurtular çıkartarak.
Dümdüz ilerledikten sonra Küçükevren’de aldıkları tarif onları Gülçavuş’ta Şezai’nin işlettiği köy kahvesiyle buluşturdu. Yorgunluk çaylarını içtikten sonra saldılar kendilerini sahil yoluna doğru bir de ne görsünler?
Çifter koşulmuş öküz/inek arabaları ardı ardına sahile doğru inmekte. Gülçavuş köylüleri sahile yakın kuyunun başında testilerine su dolduruyorlar sahile ulaşmaya çalışıyorlar. Yanlarında paket paket kumanyalar, sarmalar, börekler. Adetiymiş köyün, her hafta sonu deniz kenarında piknik yapılır, akşam en son öküzler de deniz içinde yıkandıktan sonra köye dönülürmüş.
Sahile vardıklarında Angela motordan atladığı gibi ellerini açarak Saros ile kucaklaştı. Dizlerine kadar girdiği denizde ayaklarını çırparak neşeyle gülerek;
“İşte bize üniversite’de derste anlattıkları, ansiklopedilerde okuduğum, hayran olduğum, merak ettiğim Saros. Burası Dünya’da kendi kendini temizlemeyi başarabilen çok az yerden birisi. Bak şu güzelliğe iyi ki beni buralara getirdin.”
Sahilde neşe içinde oynayan çocukları izleyerek motorun üzerindeki eşyaları boşalttıktan sonra kuytu bir yere kurdular çadırlarını. Malzemelerinin bazılarını da çadırın içinde koyduktan sonra sahilde yürüyüşe çıktılar. Kendileri gibi üç çadır ve birkaç tane barakadan başka bir şey yoktu sahilde.
Çocukların yanından geçerken kendilerini izleyen meraklı çocuklarla sohbete başladılar. Nerden geldiniz, motor kaç basıyor sorularından sonra isminin Bülent Karakaş olan 9 yaşlarında bir çocukla sohbeti koyulaştırdılar.
Gülçavuş köyündenmiş Bülent. Büyüyünce öğretmen olmak istiyormuş. Çok seviyormuş köyünü ve bu sahili. En çok da sahile ve denize çöp atanlara kızıyormuş.
Angela çat pat Türkçesiyle; “Bulent buyalara sahip çıykın, dünyanın en güzel yeyleri.”
**
……..(50 yıl sonra)
Akşam saatlerinde indiğim Gülçavuş sahilinde rastladığım yaşlı bir amcanın anılarını naklettim üstteki yazıda. Yanında bembeyaz saçlarıyla etrafı sevecen gözlerle izleyen bir de kadın vardı. Sormadım ismini. Ama bana Bülent Karakaş’ı sordular. Öğretmen olduğunu ve Gülçavuş sahilini koruyan mücadele eden en önde gelen isimlerden birisi olduğunu anlattım. Sevindiler. Selam ilettiler Bülent öğretmene. 50 yıl öncekine benzer bir halde buldukları Saros onları çok mutlu etmiş, iletmemi istediler Bülent öğretmene. Biraları bittikten sonra bana veda ederek bindikleri Scooter motorlarıyla geldikleri yöne doğru yola çıktılar.