DOLAR 34,4970 0.1%
EURO 36,3906 0.1%
ALTIN 2.952,900,62
BIST 9.282,342,77%
BITCOIN 33698684,43%
Edirne

HAFİF YAĞMUR

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Gönül Uyanıktır

Gönül Uyanıktır

06 Kasım 2024 Çarşamba

    RUSYA GÜNCESİ -7- En eski Türk halısı Dünya Kültür Mirası

    RUSYA GÜNCESİ -7- En eski Türk halısı Dünya Kültür Mirası
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Gönül UYANIKTIR

    Hermitaj Müzesi Sarayı için ayrı bir sayfa açmak bile çok yetersiz! Rehberimiz Said bey girişte bizi, “Hermitajı gezmek için bir hafta bile yetmez! diye uyardı.
    Dünyanın en büyük ve eski müzelerinden olan Hermitaj Müzesi, galeri alanı bakımından dünyanın en büyük sanat müzesi. 1764 yılında Çariçe II’nci Katerina tarafından kurulan müze ve saray, ancak 88 yıl sonra 1852 yılında halkın hizmetine açılmış. Yaklaşık 4 milyon sanat eserinden oluşan müzenin sahip olduğu koleksiyonunun çok az bir kısmı sergilenebiliyor. Hermitaj Müzesi dünyanın en büyük tablo koleksiyonuna sahip olması nedeniyle Guinness Rekorlar Kitabında yer alıyor.
    Koleksiyonlar, Rus imparatorlarının eski ikametgahı olan Kışlık Saray da dahil olmak üzere, altı tarihi binadan oluşan büyük bir kompleksi kaplıyor. Federal bir eyalet malı olan ana müze kompleksindeki altı binadan beşi, yani Kışlık Saray, Küçük Hermitage, Eski Hermitage, Yeni Hermitage ve Hermitage Tiyatrosu halka açık bulunuyor.
    Hermitaj’ın görkemi fazlaca abartılmış, zenginlik ve ihtişamın dışa vurumu, kırmızı halılarla kaplı girişinde altın gibi parlayan süslemeler, heykeller, çiçekler, yüksek tavanlar, merdivenler baş döndürücü… İlk olarak heyecanla ayakkabılarımıza galoşları geçirdik, bir görevli merdivenlerin başında bizi durdurdu. Rehberimiz Nuray hanım yukardaki kafilenin çıkmasını bekleyeceğimizi söyledi. Beklerken Said bey de merdivenlerde topluca fotoğraf çekimi fırsatını değerlendirdi. 15 dakika sonra kalabalık, çekik gözlü bir grup gülümseyerek ve hızlı hızlı konuşarak merdivenlerden inmeye başladı.


    HERMİTAJ’DA DÜNYANIN EN ESKİ TÜRK HALISI
    Önce müzenin alt katında bulunan eserlere kısa bir göz attık. Bu bölümde dikkat çekici olan M.Ö 5’nci yüzyıla ait Pazırık Halısı ve Pazırık Mumyasıydı. Türk tarihinde de önemli bir yere sahip olan, Altay Dağları’nda bulunan Pazırık Höyüğü’nde keşfedilen dünyanın en eski Türk halısının, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer aldığını öğrendik.
    Orta Asya’nın tarihi ve kültürel zenginliklerinden biri olan halı ve Mumya, Pazırık Höyüğünde 1949 yılında Sovyet arkeolog Sergei Rudenko tarafından yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkmış. Türklerin göçebe yaşam tarzını yansıtan özgün tasarımları ve işlemeleriyle dikkat çeken Pazırık halısı Türk, Rus ve Azerbeycan kültürünün önemli bir parçası bir sembolü olarak değerlendiriliyor.
    Antik dönemde mezar örtüsü olarak kullanılan, 24 Türk Devletini sembolize eden 24 kareden oluşan halının; geometrik desenler, hayvan figürleri ve doğal renkler gibi özellikleriyle tarihî ve estetik değerinin, Türk kültürünün zenginliği ve derinliğini yansıttığı, yapımının büyük zanaatkarlık gerektirdiği kaynaklarda yer alıyor.


    ÇAR KOCASINA DARBE YAPAN ÇARİÇE
    Dünya tarihinde pek çok sıra dışı lider arasında Rus Çariçesi II’nci Katerina’nın ayrı bir yeni var. Rus bile olmayan; Çar olan kocası III’ncü Peter’e darbe yaptırarak tahta geçen tarihin en sıra dışı liderlerinden olan II’nci Katerina, birçok olumsuz özelliklerine, sansasyonlu hayatına rağmen yaptığı yenilikler nedeniyle pek çok uzman tarafından aydın bir lider olarak anılıyor.
    Yerel rehberimiz otobüs turumuz sırasında aslen Prusyalı bir prensin kızı olan, Çar’la evlenince Katerina adını alan Sophie Augusta Frederike ile ilgili ilginç bilgiler verdi. 1729 tarihinde doğan Sophie, 15 yaşında dönemin Rus Çariçesi Elizaveta tarafından saraya davet edilmiş. Tahta geçmesine rağmen bekar ve çocuğu olmayan, bu nedenle yeğeni Peter’i veliaht seçen Çariçe, eş olarak da Sophie’yi gözüne kestirmiş. Kısa süre içinde evlenmişler. Nikah için Ortodoks olması gereken Sophie’nin adı Katerina olarak değiştirilmiş. Katerina ve Peter’in evliliğinin tek amacı taht için yeni varisler doğurmasıymış.
    Ancak 8 yıl beklenen varisler gelmeyince Peter’in kısır olduğu, çiftin asla karı koca ilişkisi yaşamadıklarını konuşulmaya başlanmış. O sırada Katerina’nın Rus subayı Sergei Saltykov ile bir ilişkisi olduğu, doğurduğu çocuğun Çar III’ncü Peter’den olduğu söylenmiş. Çar olan eşine darbe yaptıracak kadar gözü kara Çariçe’nin 3’ü meşru çok sayıda gayrimeşru çocuğu olduğu biliniyor.

    (SÜRECEK)

    Devamını Oku

    RUSYA GÜNCESİ – Moskova’da şok olmak…!

    RUSYA GÜNCESİ – Moskova’da şok olmak…!
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Gönül UYANIKTIR

    Gece yarısı, yolcularını evlerinin önünden alan araçla yeni ve bilinmedik bir maceraya çıktık. Sabahın dördünde de İstanbul Havalimanı Dış Hatlar Terminali THY kontuarı önünde, kafilenin eksik parçaları tamamlanmış olduk.
    İspanya’dan sonra ilk kez bu kadar uzak şehirleri ve çoğu insanın birtakım ön yargılar geliştirdiği ülkeyi göreceğim. Aslında önceleri fazlaca meraklı değildim. Her seyahat öncesi olduğu gibi gitmekle gitmemek arası kararsız duygular yaşadım. Meraklı yanım ‘git’ diyor, tembel yanım da beş ay önce geçirdiğim kalp ameliyatını bahane ediyordu. Hatta son güne kadar, ‘belki bir sorun çıkar da gitmeyiz’ diye valiz bile hazırlamadım. Kaçınılmaz olarak son gün iki ayağım bir papuca girdi. Kardeşim Gülay ve eşi İsmail bir yandan, kuzenim Aynur bir yandan, ‘bu işler son güne kalır mı?’ diye darlayıp durdular.


    Sonuçta meraklı yanım galip geldi. Orta boy valize karar verip; ilaçlarımı, pijama, kazak, pantolon, çorap ve uyarıları dikkate alarak içi kürklü botlarımı yerleştirdim. Son ana kadar da birkaç tur eksik gedik kontrolü yaparak seyahat ritüelimi tamamladım… Sırt çantamda acil ilaçlarım, şarj aletim, para çantam varsa ‘tamam’ demekti. Orta karar takıntılı dalgınlığım yüzünden pasaportum kah Gülay’da, kah Aynur’da… İkisi de, ‘sen şimdi koyduğun yeri unutursun, bize telaş yaptırma!’ modunda. Benim de canıma minnet doğrusu, çünkü sırt çantam kuyu gibi, en gerekli olan en alttan çıkıyor.


    İstanbul Hava Limanında Pronto Tur ekibi ve rehberimiz Said bey (Köseoğlu) tarafından karşılandık. Bagaj ve bilet işlemlerinin ardından bekleme süresinde, parfüm reyonlarını dolaştık. Hava limanında bir tost bir ayran fiyatına satılan parfümler arasında aradığım markayı buldum ve deneme şişesinden yeni ürününü bileğime sıktım. Alışageldiğim kokuyu bulamayınca param da cebimde kalmış oldu.
    Moskova’ya giden uçağın yolcu bekleme salonu açılmış, uçağımız da körüğe yanaşmıştı. Salonda kısa bir beklemenin ardından uçuş kartlarımızla körükten geçip uçağa alındık. Türk Hava Yolları TK 413 sefer sayılı uçuşu ile saat 07:15 gibi Moskova’ya hareket başladı. Uçak kalkışlarında midemde hissettiğim o duyguyu bekledim, ama bu kez olmadı… Sakince, yer yer gri bir sis perdesiyle gizlenmiş ve yeni güne uyanmaya hazırlanan İstanbul’un üzerinden Karadeniz’e doğru kaymaya başladık. İşte o andan itibaren bizi nelerin beklediğine yönelik merakım da heyecanım da yerine geldi. Uçağımız Boeing 737’ydi. (sanırım) Orta sıradaki çoklu koltuklarda yerimizi aldık. Kişisel ekranımdan, uçağın konumu, rotası, kaç km yolumuz kaldığını, hava sıcaklığını izleyerek oyalanmaya çalıştım.


    Bir saatlik uçuştan sonra THY’nın nefis kahvaltısı eşliğinde toplam 3,5 saatlik sorunsuz ve rahat bir uçuşla Rusya maceramızın ilk etabı Moskova semalarına ulaştık. Normal zamanlarda kahvaltı masasına oturduğum saatte (10:45) Moskova’ya indik. Türkiye ve Rusya arasında saat farkı olmaması nedeniyle, programlarda bir karmaşa yaşamadık. Uçağa bordolayan körükten geçip Moskova Havalimanına girdik.
    Aynur, yolculuk nedeniyle sabah yapamadığı 10 bin adımlık yürüyüşü tamamlamaya çalışırken, çoğunluk benim gibi yürüyen bantları tercih etti. Uzunca yürüyüşün ve giriş işlemlerinin ardından alt kata indik. Bantta valizlerimiz dönmeye başlamıştı bile..! Parfüm kokan, renkli parlak şişeler, sigara paketleriyle dolu; kapısız- duvarsız mağazalar arasından geçip valiz-bavul telaşına düştük. Kişi başı 23 kg bagaj hakkımıza karşın, valizim; giymediğim eşyalar dahil 11 kg gelmişti ve şu anda da bantta tek başına dönüp duruyordu… Az sonra da rehberimiz Said beyin “ELYD” diye gürlemesini işittik. On dakika içinde güneşli bir Moskova sabahına adım atmıştık.


    Dört hava limanlı Rus başkentine indikten bir hafta sonra, ülkenin kültür, sanat, edebiyat kokan, görkemli saray ve müzeleri altın gibi parıldayan eski başkenti St. Petersburg Havalimanından Türkiye’ye dönerken, ‘iyi ki gelmişim’ diye düşündüm. Öncelikle hepimiz ülkenin temizliği ve düzeninden çok etkilendik. Şahsen, bende o etki hala sürüyor… Moskova, dünyanın en büyük kentsel alanına sahip şehirlerden biri olmasına karşın, sokaklarına tek bir izmarit, kağıt parçası atmayan, ortalıkta bir yaprak kadar bile çöp bırakmayan bu insanların motivasyonunun kaynağını düşündüm… Gezdiğimiz her yerde çöp kutuları sabah erkenden temizlenmiş, günlük yeni çöp poşetleri geçirilmiş oluyordu.
    Kentin temizliği de modern araç gereçlerle yapılıyor. Elinde yağ tenekesinden bozma faraş ve çalı süpürgesiyle ortalığı toz dumana katan birine rastlamak, ekvatorda kutup ayısı görmek kadar imkansız. Bu otomasyon; bizim kentlerin, ‘kafaya göre’ yapılan hiçbir standart tanımayan , her asfaltlamada 3-5 cm yükselen ne kaldırım, ne yol ne de merdivenleriyle mümkün değil…!
    Rusya’da görüp hissettiğim her ayrıntıyı, bende yarattığı her duyguyu Edirne ile kıyasladım, çok doğal olarak. Çünkü aradaki fark müthiş göze batıcıydı… Edirne’nin çöp sorununu çözmek için ciddi alt yapı ve projelere ihtiyaç vardı. ‘Edirne’yi çöpten kurtaran’ diye anılmak, boş lafların içini doldurmak gerekliydi… Kısaca, çocuklarımıza önce ailede sonra da okullarda bu kültürün aşılanması gerektiği tokat gibi çarpıyor. Cadde ve sokaklarımızı işgal eden konteynerlerin şehri ne kadar çirkin ve kirli gösterdiğini Rusya’da idrak etmek de ilginçti…
    Kesinlikle çöp ve atık toplama kutularının apartman ve sitelerin bahçelerinde konumlandırılması gerekli, böylelikle klozet, yatak-yorgan, inşaat atığı, çocuk bezi dahil her atığını organik çöplere karıştıranların hangi apartman veya siteden olduğu anlaşılacak. Önce uyarı sonra para cezası uygulanacak. Uygarlık, başkasının hakkına ve çevreye saygı bu saatten sonra başka nasıl öğrenilir!?… Temizlik ve düzen kültürümüzün eksikliğini Rusya’da iliklerime kadar hissettim.
    Parklarda caddelerde tasmalı, sahipli, cins köpeklerin dışında tek bir başıboş hayvan olmaması ilginçti. Mesela kediye hiç rastlamadık. Bu koca kentin semalarında Edirne’deki gibi çöp konteynırlarını didikleyen tek bir martı bile yoktu… Bizde de gündemde olan kedi köpek meselesi ilginçti! Acaba bu ülkede sadece cins köpekler mi yaşıyor, doğada sahipsiz özgür yaşayanlar yok muydu? Varsa eğer, yaşam alanları barınaklar mıydı…?
    Bizim etkili ve yetkililerin halkın vergileriyle çıktıkları yurt dışı gezilerinde ne yaptıklarını, tüm bu detaylara bakma, esinlenme zahmetinde neden bulunmadıklarını düşünerek ülkem ve şehrim adına kıskanmak ve üzülmekle yetindim… (SÜRECEK)

    Devamını Oku

    Vasatların kör döğüşü

    Vasatların kör döğüşü
    3

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    “Cumhuriyet Halk Partisi’nde yapısal sorunlar var, bu sorunlar giderilmeden siyasette tam demokratikleşme, değişim ve dönüşümden söz edilemez” diyenler bir kez daha acı bir şekilde haklı çıktı. CHP’nin en sağlam kalelerinden Edirne’de, (Hatay’ın bir benzeri) aylardır yaşanan ve son dönemde her gün yeni bir kara tabloyla ortaya çıkan sorunlar, sadece partiliyi değil, partiye oy veren seçmeni de bunalttı.
    Milletvekilleri, il, ilçe ve partiyle satranç oynar gibi oynayan her kademe yöneticiler; Edirne’de önümüzdeki yerel seçimde, öncesi ve sonrasında yaşanması muhtemel her tür olumsuzluğun birinci dereceden sorumlusu olacaklar. Edirne siyasetinde yıllardır; kısır, vizyonsuz ve sadece kişisel hırslarını, şişkin egoları, ranta alışmış obur iştahlarını doyurmaya alışanlar, partide kalitenin yükselmesinin önünü kesenler, kendinden daha nitelikli biri yerine, vasatı yeğleyenler de aynı sorumluluğun paydaşlarıdır.
    Aylardır kamuoyunu meşgul eden, huzursuz gelişmelerin birinin bitip diğerinin başladığı partide, son yaşanan Ciravoğlu’nun adaylıktan çekilmeye zorlanması haberleri, durumu daha da iç karartıcı bir hale getirdi. Burada önemli olan kimin başkan adayı olacağından bağımsız olarak yaşanan sürecin kimler tarafından ve hangi amaçlarla manipüle edildiği …
    Partiye üye olduğum otuz yıldan bu yana geçirdiğim evrimin şahikası (İl, İlçe yönetimi, İl ve Merkez İlçe Kadın Kolları Başkanlığı, Milletvekili Aday Adaylığı, İl Başkan Adaylığı) aktif siyasetten uzaklaşmak oldu. Eğitimli, nitelikli, mesleğindeki başarısını sosyal ve toplumsal yaşamında da sürdürüp önder olabilen ne kadar insan varsa büyük çoğunluğunun zirvesi oyun dışı kalmak oldu. Ortada nitelik adına ismi geçen, şu anda da birilerinin akıl hocası konumunu sürdürenler var ya, işte onlar bu işin asıl sorumlusu, en büyük günahkarları…
    Ankara’da tepelerde oturup da, taşradaki açıkgöz muhbirlerinin sözünden çıkmayan zevat da siyasetin öncelikli yüz karaları. Çünkü partideki yapısal sorunların çözümünü ajandalarının son sırasına bile almıyorlar. Her il, ilçe, belde hatta köylerde, ‘her aşa maydanoz’ bir iki cingöz muhbir onların işini görüyor. İki taraf da memnun. Taşradaki havasını atıyor, Ankara’daki ağını örüyor. Aslında iki taraf da birbirini kandırıp gemisini yürütüyor. Hiç biri doğru bir kelam etmiyor. Taşradaki muhbir, sadece işe yaramaz birilerini parlatıp cilalamaya, onu genel merkeze kakalayıp, daha sonra bu hizmetinin karşılığında, etinden sütünden tırnağından, yününden derisinden ve hatta b..undan yararlanmaya çalışıyor.
    Ve biz Edirne’de yaşayanların büyük çoğunluğu, bu insancıkları tek tek tanıyoruz. Yeri geldiğinde selam verip ellerini sıkıyoruz. Biz de az iki yüzlü değiliz hani…! İçinden suratlarına tükürmek gelirken, hal hatır sormak; biliyorsunuz ki, “büyük politikacılık” sayılıyor.
    Şükrü ya da Filiz başkan adayı olmuş, isimler çok önemli değil. Önemli olan coşkuyla geçmesi gereken süreci karanlık bir tünele sokup, kenardan timsah gözyaşları dökerken bir yandan da ellerini ovuşturanların bu partide ne zamana kadar, ‘Ali kıran, baş kesen’ olmayı sürdüreceği…!?
    Edirne halkı biliyorum ki bu seçimde de ‘sizlere rağmen’, yine gönlündekini yapacak. Düğün salonuymuş, gerçek belediyecilikmiş, otoparkmış, yolmuş, asfaltmış gibi sokaktaki herkesin ağzına tekerleme olmuş, vizyonsuz, vasat, soyut vaatler yerine ülkesinin, milletinin, çocuklarının geleceğini düşünerek karar verecek.
    Kötü olan falanca veya filanca parti değil! Kötü olan; bencil, egoist, gözünü rant bürümüş, k..ının altında, güç alacağı, obur, gözünü rant bürümüş vasat ve altındaki güruhu yönetebileceği bir koltuk olmadan nefes alamayan karanlık insanlar. Bunlar her partide ve her seviyede bol bol mevcutlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi, genel merkezinden taşrasına bu kan emici asalaklardan kurtulmadan hiç birimize kurtuluş yok…!

    Devamını Oku