DOLAR 41,9404 0,35%
EURO 48,7934 0,67%
ALTIN 5.544,31-0,50
BIST 10.941,793,14%
BITCOIN 47135020,66%
Edirne
16°

PARÇALI BULUTLU

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

KÜÇÜK PARİS’İN KİTABI

KÜÇÜK PARİS’İN KİTABI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Meriç’in öte yakası…

Karaağaç.

Edirne’nin kalbinden köprüyle geçip ulaşılan, ama aslında başka bir zamana vardığımız yer.

**

Bir zamanlar Edirnelilerin “sayfiyesi”, yabancı konsoloslukların “gözdesi”, sanatın ve zarafetin “semtiydi” burası.

Geniş caddeleri, bahçeli köşkleri, şık kafeleriyle “Küçük Paris” diye anılması boşuna değildi.

Bugün bir kitap, bu lakabın ardındaki hikâyeyi yeniden hatırlatıyor:

“Karaağaç – Küçük Paris”.

**

Osman İnci Müzesi’nde geçen Cumartesi günü adeta Karaağaç’ın yüzyıllık belleğini gün yüzüne çıkaran işte o kitabın tanıtımı yapıldı.

Papirüs Yayınları’ndan çıkan bu eser, yalnızca tarih meraklıları için değil, Edirne’yi seven herkes için bir “kent aynası” niteliğinde.

Kitabın editörü, eski Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman İnci, yıllardır Karaağaç’a tutkuyla bağlı bir isim.

Bir dönem üniversite yerleşkesine ruh kazandıran, müze ve kültür alanlarının doğmasına öncülük eden İnci, bu kez kalemiyle o bölgenin belleğini korumaya alıyor.

Yanında akademisyenler, sanat tarihçileri, araştırmacılar var.

Her biri, Karaağaç’ın bir parçasını kendi alanından dokuyarak ortaya bir “zaman mozaiği” çıkarmış.

Prof. Dr. Osman İnci, Prof. Dr. Hasan Berke Dilan, Doç Dr. Selma Sandalcı, Öğr. Gör. Nilüfer Gökçe ve Yılmaz Akçaalan’ı tek tek kutlamak istiyoruz

**

Kitapta Karaağaç’ın 19. yüzyıldan bugüne uzanan dönüşümü, demiryolu ile gelen kader değişimi, sanatçılarla kazandığı ruh ve Lozan’la taçlanan tarih anlatılıyor.

Şehir merkezinin koşuşturmasından bir adım ötede, suyun öte yakasında duran bir “eşsiz tarih”.

Ama aslında bir ruh hâlidir Karaağaç.

Sayfaları çevirdikçe, yalnız taş binalar değil, bir ruh da canlanıyor.

Şehit Ressam Hasan Rıza’nın renkleri, Türkiye’nin Leonardo Da Vinci’si İlhan Koman’ın heykelleri, Dr. Rıfat Osman’ın notları…

Doktor, asker, mimar, öğretmen ve köylü emeğine kadar uzanan bir kültürel miras panoraması çiziliyor.

**

Trakya Üniversitesi’nin Karaağaç Yerleşkesi’yle yeniden hayat bulan bu bölge, bugün müzeleriyle, sanat galerileriyle, Lozan Anıtı’yla, eğitim kurumlarıyla adeta ikinci baharını yaşıyor.

Milli Mücadele ve Lozan Müzesi, İlhan Koman Heykel ve Resim Müzesi, Doğa Tarihi Müzesi, Trakya Üniversiteler Birliği Müzesi, Osman İnci Müzesi, sergi salonları…

Edirne’nin belleğini diri tutan bir kültür damarının merkezine dönüşmüş durumda.

**

Bu kitap, sadece geçmişi anlatmıyor; aynı zamanda “şimdiye” bir davet çıkarıyor.

Nehrin öte yakasındaki o zarif hatıraya.

Karaağaç’ın taş duvarlarına, köprülerine, lavanta bahçelerine, nehir kıyısında çınar altı çaylarına yeniden bakmamızı söylüyor.

Çevrilen sayfaları köprüden geçerken bir zamanlar çalınan valslerin sesini taşıyor sanki.

“Unutmayın” diyor adeta, “Küçük Paris hâlâ burada.”

O, Edirne’nin belleğinde saklı bir zaman parçası.

Karaağaç, bir yerleşimden fazlası…

Devamını Oku

SU – BU!

SU – BU!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir köye yıllardır su gelmezmiş.

Köylü her sabah dilekçe verirmiş.

Sonunda yetkililer “Merak etmeyin, çözüm için çalışma başlattık” demiş.

Aylar geçmiş, köyde hâlâ su yokmuş.

Köylü başını iki yana sallamış:

“Bizim suyu değil, sabrımızı akıttılar.”

**

Bugün Edirne’de olan da pek farklı değil…

Su sorunu bir türlü gündemden düşmüyor.

“Su akar, yolunu bulur” derlerdi eskiler.

Maalesef suyun yolu bir türlü bulunamıyor;

Ya idari hatalarla tıkanıyor.

Ya da ihmallerle kuruyor.

Ve her defasında yetkililer aynı cümleyle çıkıyor karşımıza:

“Gerekli çalışmalar sürüyor…”

**

Bugün çeşmelerden değil, vatandaşın sabrından damlıyor son damlalar.

Bir şehir susuz kalabilir…

Ama suskun kalmamalı.

Çünkü bu sorun, sadece “sudan sebeplerle” açıklanamayacak kadar derin.

Siyaset üstü bir mesele bu.

**

“Dibinde bir şey yoksa su bulanmazmış” derler…

Bizimkiler dibine inemediği için suyun da, işin de ucu kaçtı!

Maalesef öyle gözüküyor.

Edirne Belediye Başkanı Filiz Gencan, işte bu sorunun dibine inmek, susuzluğa çare bulabilmek için geçen hafta soluğu Ankara’da aldı.

DSİ Genel Müdürü Mehmet Akif Balta ile bir araya geldi.

Amaçlarının, bugünün ve gelecek kuşakların su sıkıntısı çekmeyeceği dirençli bir Edirne bırakmak olduğunu söyledi.

İnsan sormadan edemiyor:

Görünen köy kılavuz istemezken, niye bugüne kadar beklendi?

**

Edirne Belediyesi tarafından bu yıl 13–19 Ekim tarihleri arasında düzenlenmesi, yani bugün başlaması planlanan Edirne Kitap Günleri’nin 9 Ekim günü ertelendiği açıklandı.

Dört gün kala…!

Etkinlik için günler öncesinden programlar yapıldı, davetler gönderildi.

Edirne Belediyesi resmi sitesinden 8 Ekim Çarşamba günü duyurusunu yaptı.

Örneğin Trakya Üniversitesi’nin web sayfasında dahi aynı gün etkinliğin afişi yer aldı.

Bir gün sonra bir de gördük ki erteleme kararı…

Gerekçe olarak “teknik düzenlemeler” ve “organizasyon planlamasındaki güncellemeler” gösterildi.

Olabilir…

**

Peki, olmayan ne olabilir?

Yayınevleri günler öncesinden programlarını Edirne’deki etkinliğe göre ayarladı…

Oteller de dahil rezervasyonlarını ona göre planladı.

Valizler, çantalar, kitaplar hazır…

Geriye sayım başladı…

Dört gün kaldı…

Herkese “hayırlı işler…!”

Olmadı!

**

Su da kayıp –kaçak derken…

Bu da prestij kaybı!

Devamını Oku

‘SU’NARYO!

‘SU’NARYO!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Edirne aşırı sıcakların geride kaldığı dönemin ardından “şakır şakır” yağmurlu bugünlerde de maalesef susuzluğu tartışmaya devam ediyor.

Edirne Belediyesi 2019’dan beri su almaya başladığı Kayalıköy Barajı dibi görüp “tahtalıköy”e dönünce “U” yaparak yeniden Süloğlu Barajı’na yönelmek zorunda kaldı. 

Başkan Filiz Gencan, geçen Perşembe yeni su arıtma tesisinde basın mensuplarını ağırlayıp gelinen süreçteki gelişmeleri paylaştı.

Hudut Gazetesi olarak biz de anlatılanları Cuma günkü nüshamızda “Kayalıköy Barajı dibi görünce Süloğlu Barajı zorunlu olarak devrede… “ diyerek şu başlıkla manşetimize taşıdık:

“Süloğlu’na ‘U’ dönüş!”

**

Gencan, o buluşmada en kritik bilgiyi Edirnelilere iki başlık altında şöyle aktardı:

İyi Senaryo:

Süloğlu hattı sağlıklı çalışır ve 1000 metreküp hedefine ulaşılırsa, kuyuların da devrede olmasıyla büyük ölçüde su kesintisi yaşanmayacak.

Kötü Senaryo:

Süloğlu hattının eski olması nedeniyle herhangi bir arıza yaşanması durumunda, onarım ihtiyacı doğacak ve şehirde minimum 24 saatlik bir su kesintisiyle karşı karşıya kalınacak.

**

Şimdi önümüzde iki senaryo var ama aslında yaşadığımız şey senaryodan çok, gerçeğin ta kendisi…

Edirne’de su sorununu konunun uzmanlarından DSİ emekli Bölge Müdür Yardımcısı ve Su-Enerji Yöneticisi Hüseyin Erkin ile uzaktan konuştuk.

Sayın Erkin ile yaptığım söyleşiyi bugünkü gazetemizde ‘Su varlığında su darlığı ‘ başlığı ile okurlarımızla paylaşıyoruz.

**

Erkin’in ifadelerinden neler anladıklarımı şöyle aktarmak istiyorum:

Edirne’de su yok dersek haksızlık olur.

Su var, hem de fazlasıyla.

Ama musluktan akmıyor.

Ya borulardan kaçıyor, ya barajlardan buharlaşıyor, ya da yönetim masalarında kayboluyor.

**

2014’te büyük müjdeyle Kayalıköy’den su getirilmişti.

Açılış törenlerinde “2050’ye kadar susuzluk yok!” diye nutuklar atılmıştı.

Şimdi soralım de mi?

O törenlerdeki coşku nereye gitti?

Meğer o coşku da su gibi buharlaşıp gitmiş.

Daha 5 yıl geçmeden musluklardan umut yerine hava akınca….

**

2017’de 66 milyon dolarlık altyapı ihalesi yapılmıştı.

2025’e geldik, hâlâ tamamlanamadı.

Ama bir başarı var (!)

Başarı (!) şu: Avrupa’da %10 olan kayıp-kaçak oranını biz %46’ya çıkarmışız.

**

DSİ başka bir telden çalıyor, belediye başka bir telden.

Ortaya çıkan ses, kurumuş çeşme gıcırtısı.

Kimin sorumlu olduğu tartışması da bitmiyor.

Aslında çok basit: Vatandaşın susuz kalmasından hepiniz sorumlusunuz.

Çünkü musluk başında bekleyen Edirneliye “Bu iş DSİ’nin görevi” ya da “Belediye sorumlu” demek, susuz insana bardak uzatmadan ders kitabı okumak gibi bir şey.

**

Çözümler mi?

Var elbette.

Yeni kuyular açılabilir, kullanılmayan kuyular bağlanabilir, Sinekli Suyu devreye girebilir.

Ama çözüm yerine tercih edilen şey bahane üretmek.

Çünkü bahane bedava, su pahalı.

Hem de litre hesabıyla…

**

Sonuç şu: Edirne’nin suyu aslında tükenmedi. Tükenen şey, suyu yönetme aklı.

Bugün Edirne’de musluk açınca su değil, bahane içiyoruz.

**

Hüseyin Erkin’in gazetemizde bugün yer alan söyleşideki önerileri önemsenmeli…

Çünkü, senaryo ile alakası yok.

Türk sinemasının ünlü filmi “Susuz Yaz” mazide kaldı…

Onunki ise tam bir günümüz belgeseli…

Adı mı?

“Susuz Yaz-Kış”

Devamını Oku

SELİMİYE’NİN KUBBESİ

SELİMİYE’NİN KUBBESİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Selimiye Camii’nin restorasyonunda mevcut kubbe tezyinatının silinerek yerine yeni bir tasarım getirilmesine yönelik kamuoyundaki tepkiler çığ gibi büyüyor.

Tam 3 yıl geçmiş…

Hudut’un 15 Ağustos 2022 tarihli nüshasında bu köşede kaleme aldığım “DOKUNMAK!” başlıklı yazımı anımsadım.

Bir bölümü:

**

Dünya mimarlık tarihinin baş yapıtlarından, Mimar Sinan’ın “ustalık eseri” olarak tanımladığı, UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan Selimiye Camii’nde tarihinin en büyük restorasyonu gerçekleştiriliyor.

Edirne Valisi H. Kürşat Kırbıyık’ın çalışmaları yerinde görmek için dev bir şantiyeye dönen anıtsal yapıyı fırsat buldukça ziyaret ettiğini görüyoruz.

Vali Kırbıyık, son ziyaretinde çevresi adeta metal zırhla örülmüş minaresinin en uç noktasına kadar çıkarak incelemelerde bulunurken, külahına “dokunmayı” da ihmal etmemiş.

Müthiş bir duygu!

Bir daha nerdeee?

Kırbıyık’ın bu yüzden o anı yaşamı boyunca unutacağını sanmıyorum…

O “dokunuş” unutulur mu?

12 Eylül 1980 darbesi sonrası Kenan Evren Edirne’ye gelince Selimiye Camii’ni ziyaret etmekten geri kalmadı.

Ankara’ya dönüşünden bir süre sonra Selimiye Cami’nin içerisinde çok önemli ve büyük bir restorasyon çalışması başlatıldı.

İç tasarımındaki hat, kalem işleri, motif gibi tüm ayrıntıları tek tek elden geçirildi.

Bugünkü teknoloji elbette yok.

Metal yerine keresteden iskele.

Koca usta öyle bir akustik yaratmış ki, iskeleyi çivileyen işçinin çekiç darbeleri bile kubbede hoş bir seda!

Mimarlık tarihinde en geniş mekâna kurulmuş yapı olarak nitelenen Selimiye Cami’nin içi ağaç malzeme ile tamamen bir ağ gibi örüldü.

Dev iskele Ayasofya’nınkinden de büyük kubbesinin en uç noktasına kadar dayandı.

Bu önemli restorasyonu TRT’ye haberleştirmek üzere iskelelerin üzerinde bir yandan çekim yaparken, bir yandan da yukarıya çıkmaya başladım.

İskelenin en üstünde, kubbenin hemen altındayım.

Tam ortasına dokundum…

Bir daha nerdeee?

O el, o“dokunuşu” unutur mu?

**

Aynı yazıda şu satırlar çok ilginç:

“Selimiye Camii‘ndeki restorasyon çalışmaları devam ederken, Hudut’un geçtiğimiz hafta Pazartesi günkü manşeti büyük yankı uyandırdı: Selimiye restorasyonu mahkemelik!

Selimiye Camii’nin restorasyon, restitüsyon ve rölöve projesini 4,5 yılda 20 kişilik ekiple tamamlayan, restorasyonun duayeni olarak tanınan Yüksek Mimar Acar Avunduk ile telefonla görüştük.

Yaşadıklarını, süreci anlattı, yasa gereği proje denetiminde olması gerekirken, caminin restorasyonu için kurulan şantiyesine bile alınmadığını iddia etti… 

Proje dışında tutulmaları kendilerine o kadar “dokunmuş ki”, ortaya çıkan bu durumu yargıya taşımak durumunda kalmışlar.”

**

Süreç sanki başından sancılı başlamış!

Gelelim günümüze…

Diyarbakır’daki Hevsel Bahçeleri, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde bulunuyor.

Bölgenin önde gelen yayın organlarından Tigris Gazetesi geçen hafta Pazartesi günkü nüshasında, Hevsel Bahçeleri’nin korunması gerekirken, tarlalara dönüştüğünü yazarak Diyarbakır Tanıtma Kültür ve Yardımlaşma Vakfı’nın bu konudaki endişelerine geniş yer verdi.

Ve Tigris, UNESCO’nun şu uyarısını manşetine taşıdı:

“Listeden çıkarabiliriz!”

**

Selimiye Camisi ve Külliyesi’nin UNESCO Dünya Mirası başvuru sürecinde başından sonuna kadar yer alan ve bir dönem alan başkanlığını da yürüten değerli dostum, Şehir Plancısı Namık Kemal Döleneken de geçen ay Selimiye’nin önünde bir açıklama yaparak kubbesinde yeni kalem işi uygulamaları yapılmasının büyük riskler doğuracağını, bu durumun Selimiye’nin UNESCO listesinden çıkarılmasına kadar gidebileceğine dikkat çekti.

Şimdilik uyarı yok…

Ancak, risk var!

Soru net:

Yarın acaba biz de UNESCO’nun aynı uyarısını manşete taşır mıyız?

**

Selimiye’nin kubbesi “tuval” değil…

Dokunmayın!

NOT: Edirne İdare Mahkemesi’nin Selimiye Camisi’nin kubbesinde planlanan restorasyon çalışmaları için yürütmeyi durdurma kararı verdiğini bu yazıyı kaleme aldıktan sonra öğrenmiş bulunuyoruz.

Dileriz uyulur.

Zira, nelerrr gördük!

Devamını Oku

BEN BİR CEVİZ AĞAC(I)Y(D)IM EDİRNE’DE!

BEN BİR CEVİZ AĞAC(I)Y(D)IM EDİRNE’DE!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Edirneliler geçen Perşembe sabahı işlerine giderken fark etti…

Rüstempaşa Kervansarayı’nın yanında, her gün gözlerinin önündeki ceviz ağacının yerinde artık yeller esiyordu.

Kervansaray taş sessizliğiyle hâlâ orada duruyor ama onun gölgesinde yıllardır yaşayan ceviz, tarihe karışmıştı.

**

Belediyenin açıklaması net:

Kökler zayıflamış…

Gövde çürümüş…

Devrilme riski varmış.

Resmî izinler alınmış…

Hher şey mevzuata uygun yapılmış.

Yani artık içiniz rahat olsun:

Edirne’nin en büyük güvenlik sorunu böylelikle ortadan kalkmış bulunuyor.

Meğer koca şehrin başına yıkılabilecek tek şey, o zavallı ceviz ağacıymış.

**

Ama mesele sadece teknik rapor değil.

Bir ağacın kesilmesi, sadece bir “işlem” değildir.

O ağaç, gövdesinde onlarca yılın izini, dallarında kuşların yuvasını, gölgesinde insanların soluklanmasını taşır.

Onu kesmek, aynı zamanda bir hafızayı kesmektir.

**

Evet, kökleri zayıflamış olabilir.

Devrilme ihtimali vardı belki.

Ama hiç mi başka bir yol yoktu?

Geçmişte Atatürk Anıtı yanındaki asırlık ıhlamur ağacının hala ayakta kalmasını sağlayan benzer bir operasyon ona da yapılamaz mıydı?

Çelik desteklerle ayakta tutulamaz mıydı?

Hatta belki taşınarak başka bir alanda yaşamına devam ettirilemez miydi?

Kolay olan seçildi:

Testere!

**

Ve insanlar sabah işe giderken bir baktı, yoktu.

Yerinde soğuk bir refüj.

Şehrin hafızasından bir yeşil daha sessizce kaybolmuştu.

Şimdi sormak gerekiyor:

Edirne’de gerçekten en büyük tehlike o ceviz ağacı mıydı?

Yoksa hafızamızı hızla kaybediyor oluşumuz mu?

**

“Ben bir ceviz ağacıy(d)ım Edirne’de.”

Hudut Gazetesi olarak bu başlıkla paylaştık yaşananları…

**

Nazım Hikmet tanık olsaydı, sanırım bu kez de şöyle derdi:

“Herkes farkında!”

**

İşte herkes farkında olduğu için Başkan Filiz Gencan Akın, tepkiler üzerine hemen harekete geçerek yerine çınar dikilirken şunları paylaştı:

“Edirne’de her ağacın bir hikâyesi var.”

**

Doğru…

Bu da o cevizin hikâyesi!

Devamını Oku