Hasbihâl etme; karşılıklı konuşma, sohbet, dertleşme demektir. Yazılı kültürümüz az olduğundan genellikle konuşuruz her şeyimizi. Bu nedenle de birçok sözcük veya tamlama aynı anlamı içermektedir. Hasbihâl etmeye muhabbet etme de denir.
Ali Ekber Çiçek’in türküsünde dediği gibi; “Gönül gel seninle muhabbet edelim”. Ozan her ne kadar gönlü ile muhabbet etmek istese de muhabbet etme dostlarla olur. Aynı anlama gelen “yarenlik etme” de vardır. O da aynı; ahbapça, dostça söyleşme. İster hasbihâl ister muhabbet ister yarenlik olsun hepsi dertleşme anlamını içermektedir. Dertleşme de kişilerin sorunlarını,sıkıntılarını birbirine anlatmasıdır.
Sahi biz neden hayal kurmayız da dertleşiriz? Çünkü derdimiz çok. Bitmiyor mübarek. Hep dert, hep dert. Levent Kırca’nın bir skecinde dediği gibi; ‘Dedem hep çukurlara düşe düşe büyümüş. Babam da öyle ve ben de aynıyım. Hep çukurlara düşe çıka büyüdüm. Oğlum da öyle büyüdü ve şimdi torunum düşüp çıkıyor çukurlardan. Yahu bu memlekette çukuru olmayan yerleşim yeri yok mu be?’
Çukurlara alıştık. Başka? Enflasyona, paranın pul olmasına bak. O da çukur gibi hep dert oldu. Siyasetçilere bakalım; her gelen bir öncekini aratıyor.N’oluyoruz be? Bu topraklardan ne değerli insanlar geldi geçti. Dünyaya örnek oldu. Bir kesim bunları göremedi çünkü hepsi iktidarlar tarafından düşmanlaştırıldı. Ya görenler ne yaptık?
Neyse terbiyemizi bozmadan havadan sudan dertleşelim. Malum havalar çok sıcak. Geceleri biraz serinliyor hava ve Meriç kıyılarına uğrayalım desek sinek saldırısı var. Evlerde klima veya benzeri serinleticilerle oyalanan da var. Bu günlerde en çok satılan ev eşyasının serinleticiler olduğunu bir satıcı söylemişti. Çaresizlik.
Havadan bahsedince sudan da bahsetmek gerek. Konuşan birkaç dostu görünce sorarız; “Ne konuşuyorsunuz?” Yanıt kalıplaşmış cümledir; “Hiiiç, havadan sudan”. Oysa bu devirde havadan-sudan konuşmak kadar önemli bir konu olmamalıdır. İnsanın kendi kendine yaptığı birçok kötülük bir yana hava ve suyu kirletmesi en tehlikelisi olmalı. İklim krizini üreterek(!) doğal dengeyi bozan bizler sudan para kazanmayı epeydir ticari kâr hanemize kattık! Yakında havayı da pazarlarsak şaşırmayalım!
İnanılmaz iletişim-bilişim teknolojisi sayesinde her şeyi her an cebimizde taşıyan insan denen biz mahlukatlar olarak geleceğimize dair hasbihâl etmiyoruz demiyorum. Ediyoruz, dertleşiyoruz da samimiyetle söylersek; dert etmiyoruz. Örneğin su bitiyor dese biri; ‘O kadar da olmaz be yaaa!’der hareket etmeyiz. Çünkü 5N1K sorularına yanıt aramayız.
Açıldı ya konular, daha da açalım. Dertlerimizi Anadolu ve Rumeli topraklarına yaysak inanın almaz. Oysa dünyanın en değerli coğrafyasında en değerli kültürlerin beşiğindeyiz. Ahmet Arif demesiyle; “Beşikler vermişim Nuh’a / Salıncaklar, hamaklar, / Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır, /Anadolu’yum ben, / Tanıyor musun?”. Maalesef coğrafyamızı da, kültürümüz de tanımıyoruz.
Hem sarayın hem halkın dilini birleştirebilen nadir Osmanlı şairi Fuzuli; “Dert çok hemdert yok” demiş ya biz de söyleriz hasbihâl ederken. “Hemdert” dediği dert ortağı yok anlamında. Bu yalan sistemi koruyanlar bizlerin dert ortağı olarak buluşmamıza bile karışırlar. 12 Eylül günlerinde üç kişi bir olunca örgüt denip tutuklanıyordu. Şimdi daha kötüye geldik sanırım. 12 Eylülcülerin emperyalist efendileri ile ektiği rüzgâr bugün büyüdü büyüdü ve fırtına olarak hepimizi dağıtmaya çalışmaktadır. Yarına durulmazsa sonumuz felakete gidebilir.
Bizler Fuzuli gibi umutsuz olmadık, olmayacağız elbette. Biz Anadolu’yuz. Nazım Hikmet anlatır bizi; ‘Onlar ki toprakta karınca, /suda balık, / havada kuş kadar / çokturlar;/korkak, / cesur, / cahil, / hakîm/ ve çocukturlar / ve kahreden / yaratan ki onlardır, / destanımızda yalnız onların maceraları vardır.’
Hasbihâlimiz, yarenliğimiz, muhabbetimiz,dertleşmemiz; ne dersek diyelim bu karamsarlıkları aşmak için önemlidir.Sık sık yapalım bunları ve en çok da havadan sudan, barıştan, evrensel bilimden konuşalım. Toplum ve doğa düşmanlarını, Sivas gerici katliamlarını birbirimize anımsatalım. Dünyada saygın insanlarımızdan ve dünyanın saygın insanlarından söz edelim. Söz etmek yetmez, yetmemeli. Fikir eyleme geçmezse raftaki kitap gibidir. Kitabı değerli kılan okuyanı harekete geçirmesidir.Dertleşme de öyle; her dertleşme yalnız olmadığımızı anımsamak ve egemenlere anımsatmak olmalıdır.