Yazar arşivleri: BÜLENT AYAN

ANLAMAK!

Sunay Akın’ın geçen hafta sosyal medya hesabından Fatih Altaylı’nın tutuklanmasına neden olan programını seyrettikten sonra, yaptığı bir paylaşım oldukça dikkat çekti.

Akın’ın Türkçe öğretmenlerine, “Lütfen dilimizi öğrenmeyen, öğrenemeyen öğrencilerinizi mezun etmeyin… Ne olur, okuduğunu, duyduğunu anlamayan insanlara Türkçe konusunda yeterlilik vermeyin…” şeklindeki paylaşımı ile geçen hafta Edirne’nin sahil ilçesi Enez’deki bir toplantıda dile getirilen bir ayrıntı aynı zamana denk gelince sanki pişti oldu…

Enez Sahil Sakinleri Derneği’nce “Konuşan Enez” programı kapsamında düzenlenen ilçedeki örgün eğitim ve öğretimin yerel sorunlarının görüşüldüğü toplantıda çözüm önerileri ele alınırken, bugün liseye kadar gelmiş bazı öğrencilerin hala okuma/yazma konusunda yetersiz olduğuna dikkat çekilmesi sorunun vahametini en net biçimde ortaya koydu…

**

Hudut Gazetesi olarak biz de toplantıda dile getirilen bu ilginç saptamayı “Eğitimin hal-i pür melali!” başlığı ile gazetemizin manşetinden okurlarımızla paylaştık.

Hani derler ya, “Güleriz ağlanacak halimize…” 

Fıkra gibi:

Öğretmen, öğrencisine sorar:

-Evladım, anlamadığın yeri neden sormadın?

Öğrenci cevap verir:

-Hocam, anlamadığım yeri anlamadım ki nereyi soracağımı bileyim!

Durum bu!

**

Sunay Akın’ın ironik çıkışı ile Enez’deki yerel toplantıda dile getirilen somut gözlemin yan yana gelmesi gerçekten çarpıcı…

Her ikisi de Türkiye’de anlama, dil ve eğitim konusunda yaşanan yapısal bir sorunun farklı yüzlerini gösteriyor…

Anlamak, sadece bir sözcüğü bilmek değildir.

Okumak da sadece harfleri birleştirmek değil.

Asıl mesele, satır aralarını görebilmek, anlatılanı çözümleyebilmek, düşünsel bir kavrayışa sahip olabilmektir.

Ama bu seviyeye ulaşmak, sınav puanlarıyla, test çözümleriyle değil; kitap okuyarak, tartışarak, düşünerek, dinleyerek ve en önemlisi dili doğru kullanarak olur.

**

Şu soruyu kendimize sormalıyız:

-Anlamayan bir vatandaş demokrasiyi nasıl savunur?

-Anlamayan bir seçmen, seçimini nasıl bilinçle yapar?”

Anlamak bireysel bir beceri gibi görünse de toplumsal bir sorumluluk taşıyor.

O nedenle öğretmenlere, ailelere, yazarlara, gazetecilere, hatta yerel sivil toplum örgütlerine büyük görev düşüyor.

Çünkü Enez’de konuşulan o sorun, belki İstanbul’da, İzmir’de, Diyarbakır’da farklı biçimlerde yaşanıyor.

Ve unutmayalım:

Dilini tam öğrenemeyen bir toplum, neyi savunacağını da, nelerden korkacağını da bilemez!

**

Yaşamım boyunca hiçbir siyasi partiye üye olmadım.

Elbette bir vatandaş olarak gittim oyumu kullandım, bir gazeteci olarak da mümkün olduğu kadar izlemeye, neler oluyor anlamaya çalıştım, hala da çalışıyorum.

Bugün 30 Haziran 2025 Pazartesi…

Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) 38. Olağan Kurultayı’nın iptali ve parti yönetiminin görevden uzaklaştırılması talebiyle açılan dava bugün görülecek.

Gözler bir kişinin üzerinde…

Kim mi?

“Mahkeme kararlarına nasıl uymam” diyen kişi ile bu ülkede adalet yürüyüşü yapan kişi aynı kişi..

Bu fıkra da bu kadar…

**

Ne diyelim…

Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!

SU

Edirne geçtiğimiz Cuma günü Avrupa Birliği ile Türkiye arasında yürütülen Meriç-Ergene Havzası Taşkın Risk Yönetimi Yardım Projesi kapsamında gerçekleştirilen ‘Uluslararası Taşkın Risk Yönetimi Sempozyumu’na ev sahipliği yaptı.

Sempozyumun açılışına Tarım ve Orman Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürü Afire Sever, Yunanistan Edirne Başkonsolosu Aris Radiopoulos, Bulgaristan Edirne Başkonsolosu Radoslava Kafedzhiyska, kurum ve kuruluş temsilcileriyle çok sayıda davetli katıldı.

Sempozyum haberini Genel Müdür Sever’in konuşmalarından yola çıkarak gazetemizde “Türkiye su fakiri yolunda” başlığı ile okurlarımızla paylaştık…

**

Sever, çok önemli konulara dikkat çekti…

Suyun membasından mansabına kadar kurulan iyi bir sistemle entegre yönetilmeye ihtiyacı olduğunun altını çizdi…

Medeniyetlerin suyla var olup, susuzlukla yok olduğunu vurgulaması ise bu konuda belki de en çarpıcı bir örnek oldu…

**

“Su hayattır” deriz.

Doğrudur.

Ancak bu hayat kaynağı gözümüzün önünde tükenirken biz neredeyiz?

Ne kadar sahip çıkıyoruz?

**

Türkiye’nin birçok bölgesinde olduğu gibi Trakya’da da su giderek kıymetleniyor.

Kuraklık, mevsim kaymaları, tarımsal üretimde azalma, yeraltı su seviyelerindeki düşüş…

Tüm bunlar, suyun artık sadece çevresel bir mesele yerine doğrudan hayati bir beka sorunu olduğunu gösteriyor.

Ama bu bilinçle mi hareket ediyoruz?

Kanal İstanbul gibi devasa projelerle doğal denge sarsılıyor…

Trakya’da tarım toprakları hızla sanayiye ve betona teslim ediliyor.

Hem su istiyoruz, hem suyun doğduğu yerleri yok ediyoruz.

Bu, ateşi söndürmek için adeta benzin taşımaya benziyor…

**

Bir yanda İstanbul’un barajlarında doluluk oranları hızla düşerken kamuoyuna uyarılar yapılıyor:

“Suyu dikkatli kullanın.”

“İsraf etmeyin.”

“Yağmur suyu hasadı yapın.”

Peki ya diğer yanda?

Aynı İstanbul’un kuzey ormanları, su havzaları, dereleri birer birer yapılaşmaya açılıyor.

Marmara’nın dengesiyle birlikte Trakya’nın su kaynaklarını da tehdit ediyor.

Yağmur suyunu toplayacak doğal alanlar yok ediliyor.

Edirne ve çevresinde durum farklı mı?

Meriç ve Tunca gibi nehirler dönem dönem taşsa da, çoğu zaman bugünlerde olduğu gibi suyu azalıyor.

Trakya’nın kalbindeki Ergene Nehri yıllardır zehir akıyor.

Arıtma adı var ama etkisi yok.

Aynı Ergene Ovası’nda yeraltı suları hızla tükeniyor

Tarım alanları ise sanayi tesislerine ve beton yapılaşmaya teslim ediliyor.

Yani bir yanda suyu korumaya çalışıyor, öte yanda onu besleyen doğayı yok ediyoruz.

Bu, sadece çevresel değil, aynı zamanda ekonomik ve toplumsal bir çelişki.

Çünkü su olmazsa tarım olmaz.

Tarım olmazsa gıda olmaz.

Ve hiçbir yatırım, kurumuş bir toprakta filizlenemez.

Bu ne yaman bir çelişki!.

**

Bir gün Temel elinde boş kova ile derede yürüyormuş.

Komşusu sormuş:

– Nereye gidiyorsun o boş kova ile?

Temel cevap vermiş:

– Deredeki suyu kurtarmaya gidiyorum…

Komşusu şaşkın:

– Koca deredeki suyu bir kova ile mi kurtaracaksın?

Temel gülmüş:

– Ben de zaten deredeki suyu değil, bizim köyün aklını kurtarmaya çalışıyorum…

**

Temel’in amacı ilk bakışta mantıksız gibi görünse de bu davranışın arkasında aslında derin bir mesaj yatıyor.

Köylüsünün bu saçmalığı fark etmesiyle, onu bi’ şekilde düşündürmeye başlamış oluyor.

İşte o yaman çelişkileri bizim de öncelikle düşünüp sorgulamamız gerekiyor!

Ne var ki, ha bire su koyuveriyoruz!

LEVA – EURO

Bulgaristan’ın para birimi leva 1 Ocak 2026’dan itibaren tarih olacak.

Komşu ülkede yaklaşık 6 ay sonra paranın adı artık: Euro!

**

Bulgaristan Ulusal Radyo’dan (BNR) bir dostum işte bu değişikliğin Edirne’ye nasıl yansıyabileceği konusunda şehirden görüşler almamı isteyince ben de kendimi aynı muhabbetin içinde buluverdim.

Euro’lu Bulgar turistler Edirne’ye daha da fazla mı gelecek?

**

Euro, levanın iki katı…

Yani, bugün iki veren Bulgar, yılbaşından sonra artık 1 verecek.

Türk Lirası’nın mevcut düşük değeri nedeniyle Edirne’deki ürünler Bulgar vatandaşları için cazip kalmaya devam edecek.

Euro’nun kullanımı, esnafa ve şehre döviz bazında doğrudan gelir sağlayacak.

Gıda, tekstil, temizlik ürünleri gibi kalemlerde Edirne’deki esnafa ve pazarlara yönelik talep artabilecek.

Bu da yerel ekonomiye pozitif yansıyacak.

**

Bulgaristan’ın Euro’ya geçişi, Edirne için sadece ekonomik değil, sosyal ve kültürel olarak da yeni bir dönemin başlangıcı olabilir.

Bununla birlikte olası riskler ve zorlukları da düşünmek gerekiyor…

Örneğin, yerel fiyat artışı…

Yüksek Bulgar talebi, bazı sektörlerde fiyatların TL bazında yükselmesine neden olabilir.

Bu da yerel halkın satın alma gücünü olumsuz etkileyebilir.

Euro ile işlem yapılması, fiyatların iki farklı ölçek üzerinden kontrolsüz yükselmesine neden olabilir.

Edirnelilerin bazı temel ihtiyaç ürünlerine erişimde zorlanmaları durumunda, zaten var olan“turist için ucuz, halk için pahalı” algısı daha da artabilir.

**

Sonuçta, Bulgaristan’ın euroya geçmesi Edirne’ye genel olarak kısa ve orta vadede olumlu yansıyabilir:

Alışveriş artar, ekonomi canlanır, döviz girdisi olur.

Ancak bu durumun kontrolsüz bir fiyat artışına, sosyal dengesizliklere veya yerel halkın mağduriyetine dönüşmemesi için yerel yönetimlerin ve esnaf birliklerinin fiyat denetimi, altyapı geliştirme ve kültürel entegrasyon politikaları geliştirmesi gerekiyor…

Kent, bu süreci fırsata çevirebilir…

Bu da planlı ve adil bir yaklaşımı zorunlu kılıyor.

**

Evet, Bulgaristan yeni yılı sadece takvimle değil, para birimiyle de karşılamaya hazırlanıyor.

2026’da komşuya gidenlerin “Bu kaç leva?” sorusunun cevabı: “Artık euro oldu o işler!” olacak.

Peki bu değişim ne anlama geliyor?

Sadece cüzdanları mı etkileyecek, yoksa daha derin bir dönüşümün habercisi mi?

**

Euro’ya geçiş, Bulgaristan için sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi bir adım.

AB’ye 2007’de üye olan ülke, yıllardır Maastricht kriterlerini yerine getirmek için çalışıyordu.

Enflasyon, bütçe açığı, kamu borcu gibi göstergeler düzene sokuldu; yani euro için vitrin süslendi.

Tabii bazı Bulgar vatandaşları bu değişime temkinli yaklaşıyor.

Euro’nun gelişinin zamlarla el ele gelebileceği yönünde kaygılar da var.

Ama yetkililer “Fiyat artışlarına karşı denetim mekanizmaları hazır” diyor.

**

Bir zamanlar Osmanlı toprağı, sonra Sovyet etkisindeki komşumuz Bulgaristan şimdi ortak para birimiyle Avrupa’ya bir adım daha yaklaşıyor.

Euro’ya geçmek Bulgaristan’ı bir anda zenginleştirmeyecek ama ekonomik ve siyasi anlamda yeni bir sayfa açacak.

Finansal entegrasyon, dış yatırım, AB içi ticaret kolaylığı ve Avrupa kimliğinin güçlenmesi bu sürecin artılarından.

Tabii mesele sadece ekonomi değil; halkın alım gücü, fiyat denetimi ve sosyo-psikolojik uyum da önemli.

Ama şu gerçek komşuya gittiğinizde cebinizdeki paranın neye yetmediğini artık Euro sayesinde daha “uluslararası” bir biçimde öğreneceksiniz.

Avrupa standartlarında geçinememek bile kulağa biraz daha prestijli geliyor değil mi?

**

İşte bunu bir fıkra ile süslersek sanırım daha anlaşılır olacak:

Bir Bulgar, 2026 yılında bankaya gider:

-Merhaba, 100 leva bozdurmak istiyorum.

Banka memuru gülümser:

-Artık euro kullanıyoruz.

Adam kafasını sallar:

-İyi güzel de, eskiden 100 leva ile hiç geçinemiyordum, şimdi 50 euro ile daha mı iyi geçineceğim?

Memur cevap verir:

-Artık geçinememeniz daha Avrupai olacak!

**

Zurnanın zırt dediği yer de işte tam burası:

Sahi, biz ne zaman Avrupai geçinemeyeceğiz?

FOTOĞRAF – GÖÇ – BAYRAM

Geçen Mayıs ayının ortalarında Derya Sarılarlı, Edirne Gazeteciler Derneği Başkanı olarak Belediye Başkanı Filiz Gencan Akın’dan randevu aldı.

Yönetim Kurulu olarak başkanlık katında kabul edilmeyi bekliyoruz.

Yanımda Disiplin Kurulu Üyesi Nadir Alp oturuyor.

Cep telefonundan bana ait bir fotoğraf gösterip, bunu sosyal medyada paylaşmak istediğini söyledi.

Uzun yıllar Anadolu Ajansı’nda birlikte mesai yaptıkları Derya Sarılarlı bunun üzerine araya girdi ve “Utanç Treni’nin isim babası” diye yazarak paylaşmasını önerdi…

**

Bulgaristan’dan 1989’daki zorunlu göç sırasında TRT’nin haber kanalı TRT 2’de her akşam canlı yayın bağlantısıyla günlük gelişmeleri aktarıyorum…

Karayolu tarafından girişler günün 24 saati sürerken, demiryolu tarafında da günde bir kez sefer yapan tren yüzlerce insanı Kapıkule Garı’na balık istifi bırakıyor.

İşte o tren insanların kötü şartlarda, sefalet içinde yolculuk ettikleri bu dramın simgesi haline geldi…

Soydaşlara reva görülen bu insanlık dışı muameleyi bu yüzden her akşam ana haber bültenlerinde sürekli olarak “Utanç Treni” diye anmaya başladım. 

**

Derya Sarılarlı’nın bu önerisi beğenildi…

Mayıs’tayız,  ay itibariyle “cuk” oturdu…

Çünkü, zorunlu göçün başlangıcında takvimler 29 Mayıs 1989’u gösteriyordu.

Zamanlama Nadir Alp’in de hoşuna gitti, 29 Mayıs’ta paylaşmak üzere “Utanç Treni” ile ilgili bir şeyler iletmemi istedi.

Yazdım, gönderdim…

**

Kendisine 28 Mayıs akşamı telefon ederek o paylaşımı hazırlayıp hazırlamadığını soracağım; Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yatan 83 yaşındaki annesi Şefika Alp’in başındaymış…

Çok umutsuz konuşmuştu…

Annesi bir gün sonra yani 29 Mayıs’ta bu dünyadan göçtü, gitti…

Mekanı Cennet olsun…

**

50 yıla yaklaşan meslek yaşamım boyunca fotoğraf konusunda pekçok anı biriktirdim.

Bulgaristan’dan yaşanan o zorunlu göç sırasında çektiğim bir fotoğraf Milliyet Gazetesi’nin manşetinden yayınlandı. Dünyanın sayılı foto muhabirleri arasında yer alan yıllarca Milliyet için görev yapan Hüseyin Kırcalı’dan o gün bir telefon aldım.

Dünyanın en eski, en büyük ve en saygın haber ajanslarından biri olan “Associated Press” işte o fotoğrafımı dünya medyasına servis yapmak üzere Milliyet’ten satın aldığını, bunun karşılığı olarak hesabıma para aktarılacağını anımsattı…

Soyadından dolayı memleketi olarak belki Bulgaristan Kırcaali çağrışabilir. 1941 yılında Şanlıurfa doğumluydu.

2020 yılında bu dünyadan göçtü gitti o da…

Mekanı cennet olsun…

**

Bulgaristan’a zorunlu göçün arkasından Devlet Başkanı Jivkov’un devrilmesiyle birlikte komşu ülkeye defalarca gidip geldim.

İlkinde Türkler’in yoğun olduğu Kırcaali’ye gitmek istedim, ancak 10 kilometre kadar kala gece polis durdurdu, sınır dışı edildim.

İki ülke arasında ilişkiler kısa sürede düzelmeye başlayınca bir ayağım adeta orada oldu.

Kırcaali’nin en büyük hoteli Arpezos’un teras katında dostluk kurduğum kişilerle oturuyoruz. Bahçe tarafından oraya merdiven dayayan bir kişi fotoğraf çantamı alıp hışımla kaçtı.

Şoktayız… Hotel yönetimi polise ihbarda bulundu.

Kısa süre sonra Emniyet Müdürlüğü’nden şüphelinin yakalandığına ilişkin bilgi geldi. Hırsızlığı yapan Bulgar orada, çantam masanın üzerinde duruyor.

Polis emin olmak için bana çantamın içerisinde neler bulunduğunu sordu. Sadece bir tek şey söyledim: Milliyet

Çünkü, fotoğraf makinesinin filmleri üzerinde Milliyet’in logosu yer alıyordu…

Çantama, makineme kavuşmuştum…

**

Yine Kırcaali’deyim…

Yıllarca ana dillerini konuşmaları yasaklanan soydaşlar Türkçe eğitim için bastırıyor…

Köyleri, kasabaları, okulları dolaştım, röportajlar yaptım. Gazete yönetimi çektiğim fotoğrafları İstanbul’a göndermemi, ancak birkaç gün daha orada kalmamı, devamını getirmemi  istedi.

Günümüzdeki gibi öyle kolay değil. Çektiğim fotoğrafları Kapıkule’ye bir şekilde ulaştırıp oradan arkadaşlar alarak İstanbul’a göndereceklerdi.

Haskovo’ya  gittim, Kapıkule’ye giden Türk plakalı araç beklemeye başladım.. 34 plakalı bir otomobil belirdi, işaret ettim durdu. İçerisinde iki kişi vardı. Durumu anlattım. Onların önünde Milliyet yazılı fotoğraf filmlerini yine Milliyet logolu zarfa koyarak kendilerine teslim ettim ve Kapıkule’de verecekleri yeri söyledim.

Ne var ki, bütün emeklerim boşa gitti.. Çünkü o iki kişi emaneti teslim etmemişti… Geri dönen dönmez araç plakasından yola çıkarak İstanbul’daki telefonlarını bulduk..

Ne dese beğenirsiniz: Ben öyle bir şey almadım!

Saydırdım…

Sanırım hayatında böyle bir tepki de almamıştır!

**

Bayram haftasına girdik…

Hayat, bazen bir bayram sabahı kadar aydınlık, bazen bir veda kadar sessiz…

Hayat, sevinçle hüznü aynı anda taşıyabilen bir yolculuk…

Bir yanımızda kayıpların hüznü, diğer yanımızda hayatın sürüp gidişi…

Kayıplarımıza rahmet, geride kalanlara sabır, sevdiklerinizle nice bayramlar diliyorum…

MAVİ BAYRAK

Türkiye, 2025 yılında 577 plaj, 29 marina, 18 turizm teknesi ve 8 bireysel yat ile “Mavi Bayrak”ta  dünya 3’üncüsü oldu.

Ne var ki, dünyanın en temiz körfezlerinden biri olarak gösterilen Saros’da ise tek bir plajda “Mavi Bayrak” dalgalanmıyor…

Saros Körfezi’ne “Mavi Bayrak” kazandırılmamasına anlam veremeyen vatandaşlar kurum ve kuruluşların harekete geçmesini bekliyor, diliyor…

Oysa, müsilaj belası giderek dikkat çekmeye başlayan Marmara Denizi’nde dahi “Mavi Bayrak” çekili plajlar gözden kaçmıyor.

Tekirdağ’da 10 “Mavi Bayrak” bulunuyor.

Edirne’nin komşusu Kırklareli’nde 1, Saros’un diğer kıyısı Çanakkale’de 12 “Mavi Bayrak” varken, İstanbul’da “Mavi Bayrak”lı 3 plaj, “Mavi Bayrak”lı 2 marina yer alıyor.

**

Bu arada Enez’in komşusu Yunanistan’ın Türkiye sınırına yakın aynı suların kıyısındaki Dedeağaç kentinde “Mavi Bayrak” ödüllü bir plaj bulunuyor.

Dedeağaç Belediyesi’ne ait “Dedeağaç Belediye Plajı”nın (Alexandroupolis Municipal Beach) bu prestijli çevre ödülüne 2024 yılı itibarıyla layık görüldüğünü öğreniyoruz.

Dedeağaç’tan biraz uzaklaşalım.

Selanik’e kadar uzanalım…

Sahil aynı denizin sahili…

Selanik çevresinde, Volvi ve Thermaikos belediyeleri sınırları içinde toplam 14 plajın “Mavi Bayrak” ile ödüllendirildiğini görüyoruz…

**

“Mavi Bayrak”, deniz suyu kalitesi, çevre yönetimi, güvenlik ve hizmet altyapısı gibi 33 farklı kriteri karşılayan plajlara verilen uluslararası bir çevre ödülü.

Bu ödül, plajın temizliği ve güvenliği açısından yüksek standartlara sahip olduğunu gösteriyor.

**

Dünyanın kendi kendini temizleyebilen ender denizlerinden biri olan Saros Körfezi, yılda 1 milyonu aşkın ziyaretçiye ev sahipliği yapıyor.

Ancak, 2025 yılı itibariyle Türkiye’de 577 plaj “Mavi Bayrak” alırken, Saros’ta hiçbir plaj bu onura sahip bulunmuyor.

Bu durum, çevreye duyarlı vatandaşları derinden üzüyor.

Saros’un doğal zenginliği, temizliği ve ekolojik değeri göz önüne alındığında, “Mavi Bayrak”ı fazlasıyla hak ettiği görülüyor…

**

Vatandaşlar çoğu zaman neden “Mavi Bayrak” alınamadığını tam olarak bilmiyor olabilir.

Öncelikle şu soruların yanıtları netleşmeli ve paylaşılmalı:

Başvuru yapıldı mı?

Hangi kriterler eksik kalıyor?

Başvuru yetkisi kimde?

Belediye, özel işletme ya da kamu kurumu mu?

**

Türkiye Çevre ve Eğitim Vakfı (TÜRÇEV) Uluslararası “Mavi Bayrak Jürisi”nin 2025 yılı “Mavi Bayrak” ödüllerine ilişkin paylaşımı üzerine Hudut Gazetesi olarak geçtiğimiz hafta Saros Körfezi’ndeki bu duruma “Mavi’si var, bayrağı yok!” başlığı ile dikkat çekmeye çalıştık…

Bizimki de iş!

**

Aslında, “Mavi Bayrak” olsa ne olur?

Olmasa ne yazar?

Bölgenin adam gibi yolu yok yolu!

19 MAYIS

Bazı tarihler vardır, sadece takvimde bir gün değildir.

O günlerde bir millet ayağa kalkar, bir ışık yanar.

İşte, 19 Mayıs…

Karanlığın ardından doğan bir umut…

**

19 Mayıs 1919, Türk milletinin makûs talihini değiştirmek için atılan ilk adımdı.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkışıyla başlayan milli mücadele, yalnızca işgale karşı bir direniş değil; aynı zamanda bağımsızlık, çağdaşlık ve özgürlük yolunda başlatılan bir yürüyüştü.

O gün, milletin yeniden doğduğu gündü.

**

Atatürk, bu tarihi sıradan bir zafer günü olarak görmedi.

Onun gözünde 19 Mayıs, geleceğin teminatı olan gençliğe emanet edilmesi gereken bir miras.

Bu yüzden bu günü “Gençlik ve Spor Bayramı” ilan ederek gençlere armağan etti.

Çünkü bir milletin kaderi, gençliğin bilincinde, iradesinde ve kararlılığında şekillenir.

**

Benim için ise 19 Mayıs yalnızca bir tarih değil.

Çünkü o gün, aynı zamanda benim ilk nefesim.

Mustafa Kemal’in Samsun’da bir milleti yeniden uyandırdığı gün, ben de hayata ilk adımımı atmışım.

Ne büyük bir tesadüf…

Ne anlamlı bir denk geliş…

**

Her yıl 19 Mayıs geldiğinde iki ayrı kutlama birleşir içimde: doğum günümün neşesiyle Cumhuriyet’in ilk adımının gururu.

Yeni bir yaşa girerken, aynı zamanda bir milletin yeniden ayağa kalktığı günü düşünmek, bana hem sevinç hem de sorumluluk duygusu verir.

**

Her doğum günümde şunu hatırlatırım kendime:

“Sen bu topraklarda sadece nefes almak için doğmadın. Bu ülkenin değerlerine katkı sunmak, Cumhuriyet’in ilkelerine sahip çıkmak ve gençliğin gücünü hakkıyla temsil etmek için geldin dünyaya.”

**

Belki sadece bir tesadüf gibi görünür bu tarih örtüşmesi…

Ama ben inanıyorum ki, bazı tesadüfler insana yol gösterir.

19 Mayıs’ta doğmuş olmak, Atatürk’ün gençliğe olan inancını kendi yaşamımda daha derinden hissetmeme neden oldu.

Her yıl bu bilinçle, kendime yeni hedefler koydum, geçmişin emanetini geleceğe taşımak için neler yapabileceğimi sorguladım.

Bu yaşta, yine öyle…

**

Her 19 Mayıs’ta yalnızca yeni bir yaşa girmiyorum; aynı zamanda bir milletin yeniden doğuşunu yüreğimde hissediyor ve hala bu anlamlı mirasa layık olmanın yollarını arıyorum.

Ne mutlu bana ki, bir milletin ayağa kalktığı gün, ben de hayata adım atmışım.

Ve ne mutlu ki, her yaşımın içine bu ülkenin ideallerini sığdırmaya çalışarak yaş alıyorum.

**

19 Mayıs…

Doğum günüm, bayramım ve umudum…

‘ADALET’ BALONU

Dünyanın farklı köşelerinde uygulanmakta olan bazı yasaklar ve kurallar, ilk duyulduğunda insanı şaşkına çevirebiliyor.
Kültürel değerler, toplumsal düzeni koruma çabası ya da sağlık nedenleriyle alınan bu kararlar, çoğu zaman insanlar için beklenmedik sürprizler olabiliyor.
İşte bazı ilginç örnekler:
**
Singapur – Sakız yasak!
Temizliğiyle ünlü şehirde, halka açık alanların kirlenmesini önlemek amaçlanıyor…
**
Tayland – Paraya basmak yasak!
Tayland parası olan “Baht” üzerinde kralın resmi bulunduğu için, yere düşen paraya basmak büyük bir saygısızlık sayılıyor…
**
İsviçre – Gece sifon çekmek yasak!
Apartmanlarda saat 22.00’den sonra sifon sesi komşuların sessizliğinin korunması amacıyla rahatsızlık olarak kabul ediliyor.
**
İtalya / Venedik – Güvercinlere yem vermek yasak!
Güvercinlerin tarihi yapıları kirletmesi ve temizlik masraflarının artmasından kaynaklanıyor
**
Japonya – Göbek yasak!
Obeziteyi önleme amacıyla 40 yaş üstü bireylerin bel çevresi erkeklerde 85 cm, kadınlarda ise 90 cm’yi geçmemesi gerekiyor…
**
Bu da ilginç gelebilir…
Üstelik bizden…
**
Edirne, 3-6 Mayıs tarihlerinde belediye tarafından gerçekleştirilen Kakava ve Hıdırellez Şenlikleri dolayısıyla doldu taştı…
Kakava Ateşi’nin yakıldığı 5 Mayıs Pazartesi günü coşku doruğa çıkarken, 6 Mayıs Salı günü sabahı Tunca Nehri ‘Hıdırellez’ ile aydınlandı…
Vatandaşlar Sarayiçi’nde Tunca Nehri kıyısına akın ederek kağıtlara yazdıkları dileklerini suya bırakıp, ağaçlara asarak binlerce yıllık geleneği yaşattı…
Belediye Başkanı Av. Filiz Gencan Akın, üzerinde “Adalet” yazılı olan dilek balonunu gökyüzüne bıraktı…
Hudut’ta 7 Mayıs Çarşamba günü yayınlanacak haberin başlığı hazırdı:
“Hıdırellez’de dilek: Adalet!”
**
Peki, bu balonları kendisine kim hediye etti?
Edirne Kent Konseyi Roman Çalışma Grubu Başkanı Turan Şallı, bir çiçek ve üzerinde başka hiçbir siyasi figür, amblem bulunmayan, sadece ve sadece “Adalet” yazılı 5 adet balonla sabahın köründe kız kardeşi ve 15 yaşlarındaki bir yakını ile Sarayiçi’ne gelir…
Şallı, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan ve Edirne Sarayı’nın sağlam kalan tek yapısı olan Adalet Kasrı’nın gölgesinde beklerken, sarayın restorasyonundaki özel güvenlikçilerden biri yanlarına yaklaşır.
Görevli burasının Milli Saraylar’a ait kamusal alan olduğunu ileri sürerek balonları burada uçuramayacakları söyler.
Hoppala!
Şallı, bu tavra bir anlam veremez, itiraz eder.
Bunun üzerine görevli “Adalet” için imza toplandığını belirterek, Şallı’nın balonlarına siyasi anlam yüklemeye çalışır.
Şallı, diretir…
Çevredeki vatandaşlardan da kendilerine destek gelir.
Kimi, mahkeme salonundaki “Adalet mülkün temelidir” yazısını anımsatır.
Ama nafile!
“Adalet” yazılı balona yasak…
Vayyy!
**
Sonuçta konumu değiştirerek beklemeye koyulur.
Gencan Akın gelince balonlarla yanına yaklaşır, bir yandan da biraz önce yaşadıklarını anlatır.
Ardından “Adalet” balonları birlikte bi’ güzel gökyüzüne bırakılır.
**
Siyaset ve balon demişken:
Siyasetçinin biri balonla uçuyormuş.
Bir ara balon iyice alçalınca başına bir şey gelecek diye korkmuş.
Yoldan geçen bir adama sormuş;
-Ben neredeyim ahbap?
-Balonun içinde!
**
Roman Turan’ın başına gelenler de Sarayiçi’nde!
Üstelik, Adalet Kasrı’nın gölgesinde…
Nasıl yasak?
Singapur’u, Tayland’ı, alayını gölgede bırakır…

‘ADALET’ BALONU

Dünyanın farklı köşelerinde uygulanmakta olan bazı yasaklar ve kurallar, ilk duyulduğunda insanı şaşkına çevirebiliyor.

Kültürel değerler, toplumsal düzeni koruma çabası ya da sağlık nedenleriyle alınan bu kararlar, çoğu zaman insanlar için beklenmedik sürprizler olabiliyor.

İşte bazı ilginç örnekler:

**

Singapur – Sakız yasak!

Temizliğiyle ünlü şehirde, halka açık alanların kirlenmesini önlemek amaçlanıyor…

**

Tayland – Paraya basmak yasak!

Tayland parası olan “Baht” üzerinde kralın resmi bulunduğu için, yere düşen paraya basmak büyük bir saygısızlık sayılıyor…

**

İsviçre – Gece sifon çekmek yasak!

Apartmanlarda saat 22.00’den sonra sifon sesi komşuların sessizliğinin korunması amacıyla rahatsızlık olarak kabul ediliyor.

**

İtalya / Venedik – Güvercinlere yem vermek yasak!

Güvercinlerin tarihi yapıları kirletmesi ve temizlik masraflarının artmasından kaynaklanıyor

**

Japonya – Göbek yasak!

Obeziteyi önleme amacıyla 40 yaş üstü bireylerin bel çevresi erkeklerde 85 cm, kadınlarda ise 90 cm’yi geçmemesi gerekiyor…

**

Bu da ilginç gelebilir…

Üstelik bizden…

**

Edirne, 3-6 Mayıs tarihlerinde belediye tarafından gerçekleştirilen Kakava ve Hıdırellez Şenlikleri dolayısıyla doldu taştı…

Kakava Ateşi’nin yakıldığı 5 Mayıs Pazartesi günü coşku doruğa çıkarken, 6 Mayıs Salı günü sabahı Tunca Nehri ‘Hıdırellez’ ile aydınlandı…

Vatandaşlar Sarayiçi’nde Tunca Nehri kıyısına akın ederek kağıtlara yazdıkları dileklerini suya bırakıp, ağaçlara asarak binlerce yıllık geleneği yaşattı…

Belediye Başkanı Av. Filiz Gencan Akın, üzerinde “Adalet” yazılı olan dilek balonunu gökyüzüne bıraktı…

Hudut’ta 7 Mayıs Çarşamba günü yayınlanacak haberin başlığı hazırdı:

“Hıdırellez’de dilek: Adalet!”

**

Peki, bu balonları kendisine kim hediye etti?

Edirne Kent Konseyi Roman Çalışma Grubu Başkanı Turan Şallı, bir çiçek ve üzerinde başka hiçbir siyasi figür, amblem bulunmayan, sadece ve sadece “Adalet” yazılı 5 adet balonla sabahın köründe kız kardeşi ve 15 yaşlarındaki bir yakını ile Sarayiçi’ne gelir…

Şallı, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan ve Edirne Sarayı’nın sağlam kalan tek yapısı olan Adalet Kasrı’nın gölgesinde beklerken, sarayın restorasyonundaki özel güvenlikçilerden biri yanlarına yaklaşır.

Görevli burasının Milli Saraylar’a ait kamusal alan olduğunu ileri sürerek balonları burada uçuramayacakları söyler.

Hoppala!

Şallı, bu tavra bir anlam veremez, itiraz eder.

Bunun üzerine görevli “Adalet” için imza toplandığını belirterek, Şallı’nın balonlarına siyasi anlam yüklemeye çalışır.

Şallı, diretir…

Çevredeki vatandaşlardan da kendilerine destek gelir.

Kimi, mahkeme salonundaki “Adalet mülkün temelidir” yazısını anımsatır.

Ama nafile!

“Adalet” yazılı balona yasak…

Vayyy!

**

Sonuçta konumu değiştirerek beklemeye koyulur.

Gencan Akın gelince balonlarla yanına yaklaşır, bir yandan da biraz önce yaşadıklarını anlatır.

Ardından “Adalet” balonları birlikte bi’ güzel gökyüzüne bırakılır.

**

Siyaset ve balon demişken:

Siyasetçinin biri balonla uçuyormuş.

Bir ara balon iyice alçalınca başına bir şey gelecek diye korkmuş.

Yoldan geçen bir adama sormuş;

-Ben neredeyim ahbap?

-Balonun içinde!

**

Roman Turan’ın başına gelenler de Sarayiçi’nde!

Üstelik, Adalet Kasrı’nın gölgesinde…

Nasıl yasak?

Singapur’u, Tayland’ı, alayını gölgede bırakır…

EN-EZ (2)

Geçen hafta bu köşedeki “EN-EZ” başlıklı yazımın ardından ilçedeki bazı dostlarımdan ilave “en”ler aldım:

Ege’nin en bilinmeyeni: Enez!

Ege’nin en unutulanı: Enez!

Ege’nin en umursanmayanı: Enez!

Ege’nin en kıymet bilinmeyeni: Enez!

Ege’nin en kötü yönetileni ama en güzeli: Enez!

**

Son cümle dikkat çekici:

Ama en güzeli: Enez!

**

Buradan yola aynı tarzda ama olumlu “en”lerle düşünceler üretip, Enez’in sahip olduğu güzelliklerini de öne çıkarabiliriz.

Ne dersiniz?

**

Ege’nin en bakir sahili: Enez!

Tarihin rüzgârını taşıyan kalesi, masmavi ve tertemiz Saros Körfezi kıyıları, kuş cıvıltılarıyla dolu Gala Gölü… Burada kalabalık yok, gürültü yok, aceleye yer yok. Enez, Ege’nin unuttuğu değil; Ege’nin sakladığı bir sır. Ne lüks oteller, ne yapay eğlenceler… Güneşin batışını sessizlikle izlemek, denizin tuzunu teninizde hissetmek ve doğayla yeniden bağ kurmak…

**

Ege’nin en huzurlu kıyısı: Enez!

Stresin kıyıya vuramadığı nadir yerlerden biri Enez. Burada sabahları denizin sesiyle uyanırsınız, akşamları martıların arasına karışan gün batımını izlersiniz. Sokaklarında telaş değil, dinginlik var.

**

Ege’nin en sessiz cenneti: Enez!

Enez, kalabalıkların değil, huzurun yolunu bilenlerin adresi. Birkaç kuş sesinin, hafif rüzgârın ve denizin uğultusunun dışında hiçbir şey yok. Sessizliği sevenler için, burası sadece bir tatil değil; bir iyileşme durağı. Sakinliğin kıymetini bilenlerin cenneti…

**

Ege’nin tarihi en derin limanı: Enez!

Bir zamanlar Antik Ainos olarak bilinen bu topraklar, Ege’nin kadim deniz ticaret limanlarından biriydi. Bugün sessiz bir balıkçı barınağı gibi görünse de, altında yatan tarih binlerce yıl öncesine uzanıyor.Her dalga, geçmişin fısıltılarını kıyıya taşıyor. Enez sadece bir sahil kasabası değil; yaşayan bir açık hava müzesi.

**

Ege’nin kuşlara en dost kenti: Enez!

Gala Gölü Milli Parkı’nın gölgesinde, yüzlerce kuş türü burada yuva buluyor. Göç yollarının üzerinde durmak, Enez’e her yıl misafir kanatlar getiriyor. Kuş gözlemcilerinin gizli cenneti burası. Doğanın ritmini dinlemek isteyenler için, Enez gökyüzüyle konuşan bir diyar.

**

Ege’nin en temiz körfezi: Enez (Saros)

Kendi kendini temizleyen nadir denizlerden biri Saros Körfezi. Enez’in sahilleri bu eşsiz doğa mucizesinin kıyısında uzanıyor. Deniz kristal gibi, kum altın gibi… Dalmak isteyenler için, sualtında bir başka dünya; yüzmek isteyenler için, tertemiz bir özgürlük.

**

Enez’in sessiz güzelliğiyle kalın…

Ama sesinizi çıkarın..

O olumsuz “en”ler için bir şeyler yapmalı!

**

Merkeze dönelim…

Edirne Belediyesi 19 eleman alacakmış.

Mülakat yapılıyor…

İstanbul Boğazı’nın en dar, en geniş yeri neresi?

Enteresan!

EN-EZ

Dillerinde tüy bitti?

Kimlerin?

Enezlilerin…

Neden?

**

Enez Kartopu Gönüllüleri Derneği ve Enez Sahil Sakinleri ile Dayanışma ve Değişim Derneği üyeleri geçtiğimiz günlerde düzenledikleri basın toplantısı ile ilçenin sorunlarına bir kez daha dikkat çekmeye çalıştı.

Ben de davetliydim.

Ne var ki fırsat bulup da gidemedim.

Ancak, izleyen arkadaşlarımızın sayesinde gazetemizde geniş bir biçimde yer vermekten geri kalmadık.

Başlık:

“Ege’nin en çilelisi: Enez!”

**

Dünya enleminin 40.717’sindeki Enez’e gönül veren ve hak ettiği yere taşınması için bir grup gönüllü arkadaşlarıyla faaliyetlerine yıllardır devam eden, emek harcayan Enez Kartopu Gönüllüleri Derneği’nin değerli başkanı Ulaş Demiray, bu haberin yayınlandığı gün WhatsApp’tan bana yazdı:

“Harika bir başlık.”

**

Ve devam etmiş:

“Hudut gazetesi Enez için çok önemli..  Gazetecilik açısından da çok gazete ve gazeteciye örnek bir gazete.. Bunun farkındayız. Seni özel olarak da Enez’de görmek isterim..”

Ayrıca, o günkü buluşmada gerçekleştirdiği sunumu da bir kaynak olarak elimin altında bulunması için eklemeyi ihmal etmemiş…

İçeriğinde Enez’in kaderini değiştirecek hamleleri tek tek sıralıyor…

Daha bunlara sıra gelmeden “özet” başlığı altında üç satırla hemen sadede geliyor:

“Valilerimiz  isterse Enez’in kaderi değişir..

Tüm ilçelerin özellikleri toplansa bir Enez etmez..

Enez yerinde saydıkça hiç bir vali ‘Edirne’de görev yaptım’ diye övünmemelidir.”

**

Sunumun bütününe bakınca ne mi anladım?

Özetle:

Ege’nin en unutulanı: Enez!

Ege’nin en sahipsizi: Enez!

Ege’nin en bakımsız sahili: Enez!

Ege’nin en sessiz çığlığı: Enez!

Ege’nin en atıl limanı: Enez!

Ege’nin en az banka şubelisi: Enez!

Ege’nin en az yatırım alanı: Enez!

Ege’nin en yavaş gelişeni: Enez!

Ege’nin en az tanıtılanı: Enez!

Ege’nin en az otellisi: Enez!

Ege’nin altyapısı en zayıflısı: Enez!

Ege’nin turizmde en geri kalanı: Enez!

Ege’nin potansiyelini en kullanamayan kıyısı: Enez!

Ege’nin en çok göç vereni: Enez!

Ege’nin ulaşımı en tehlikelisi: Enez!

Ege’nin denize en uzak hissettiren sahil kenti: Enez!

Ege’nin en çok ihmal edileni: Enez!

Ege’nin en sivrisineklisi: Enez!

**

Onların dilinde tüy…

Bizde de mürekkep bitti!

Nokta…