YOKSULLAŞTIRAMADIKLARIMIZDAN MISINIZ?
Sanırım iki tür ekonomist var; biri her tür sermayeyi kendi tarafına aktaran, diğeri günü kurtarmayı başarı sanan.
Ekonomist olduğunu söyleyen şahsın ekonomistliği;doğanın zenginliğini, emekçinin artı değerini ve köylünün ürününü sermaye sahiplerine aktarmayı sağladı. Bizim yapmamız gereken; ekonomist olmadan önce yurttaşlığımızı öne çıkarıp bu soygun düzenine dur demekti. Başaramadık. Ama bir gün mutlaka direnenlerin kazanacağından da eminim.
Bu günlere nasıl geldiğimizi 30 yaş üstü herkes bilir. 1980 darbesi ile dini öne çıkaracak bir iktidar için yollardaki bütün dikenler(!) temizlenmişti. 2002 seçiminde AKP’ye dikensiz gül bahçesi sunuldu. Ülke ve dünya sermayesinin desteği ile önce “IMF borcunu ödedik” nidalarıyla balayı yaptı ve yurttaşın güvenini kazandı.
Paramız zaten pul idi. 1 Ocak 2005 günü törenlerle altı sıfırı atarak yoksullaşmayı hızlandırdık.Bir milyon lira, bir lira oluvermişti! Tuvalet parası olarak bir milyon yerine bir lira verince her şeyin ucuzladığı algısına inandık!
Aslında IMF borç ödemesi, altı sıfırın atılması gibi uygulamalar ekonominin gerçeklerden ayrılıp algı ile yönetilmesinin de işaretlerindendi. Daha sonra Nebati’nin gözlerine baktık.Şahsım NAS dedi ve sorgulamadan, dinlemeden aynı secdede buluşan patronların işçiyi soymayacağı inancı gibi “dinimizin emri olsa gerek” deyip inandık! TÜİK’i zaten biliyoruz. Andersen masallarını geride bıraktı!
Her konuda olduğu gibi ekonomide de yıllardır aklımızla alay ettiler, ediyorlardı. Ama o duruma geldik ki toplum olarak artık alay etmiyorlar. Çünkü aklımızı aldılar!
Çocuklarımızı ailelerin yoksulluğundan evde beslenemiyor ve okulda beslensin diye talepler sürekli artmakta.
Yoksullaşan kentlilere merkezi iktidarın yardım edememesi sonucu yerel idareler yardım etme telaşında.
Kışlar soğuk olmuyor da kaban veya pardösü aramıyoruz. Ceket, pantolon ve ayakkabıları eskilerle idare ediyoruz. Ama gömleğin yakaları sırıtınca ayıbımızı örtmek için senede bir tişört veya gömlek gerekiyor. Çocukların, torunların giysisi varsa sorun çözülüyor.
Velhasıl durum ortada. Rakamları hepimiz bildiğimiz gibi azıcık merak edenler bu bilgi çağında her bilgiye ulaşabilir. Asıl sorun; ne yapacağız? İktidardan beslenenler ile iktidardan besin talep edenlerin ekonomisi elbette aynı değil.
Hepimiz “sokağa çıkılmalı” görüşünde birleşiyoruz ama sokağa çıkıldığında hep bir eksiğiz, sensiziz. Muhalefet olarak yıllardır eleştirdiğimiz CHP geçen hafta İstanbul’da eğitim mitingi yaptı.Katılım yetersizdi. Bu hafta sonu da Ankara’da emekli, mitingini yapıyor.Emekli sendikaların yöneticileri üyeleri davet ediyor. Ben ilk yazılanlardanım. Bir değil bir-kaç otobüs doldurup Ankara’ya aktığımızda umut da artacak, unutmayalım. Önümüzdeki günlerde de çay mitingi yapılacakmış. Daha sonra başkaları da...
İşte“bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen”: kimsenin yatağa aç girmediği, 18 yaşını geçen her bireyin gelirinin olduğu, tüm yurttaşların inançlarının laiklik güvencesinde olduğu, her alanda üretimin öne çıkarıldığı ve teşvik edildiği, tüm insanların başkasını rahatsız etmediği sürece özgür olabildiği bir sistemi hayata geçirmektir.Bu “ahval ve şerait” durumundan çıkışın yolu çok ama nihai hedefi tek; sosyalizm.
Hepimiz yoksullaşıyoruz. Siz henüz yoksullaştırılmayan kesimlerden olabilirsiniz ama sıra size gelir yakında. Toplumun sadece yüzde beş veya bilemedin yüzde on kesimi enflasyondan etkilenmez çünkü onlar kazananlardır.
İçinde bulunduğumuz vahşi kapitalist dinci faşizm düzeni bir kesimin çok kazanmasına hizmet eder. Kazanan oldukça kaybeden de olacaktır. İktidar da hep sermayeyi yani kazananı koruyacaktır.
Ne zaman kadar? Bizler örgütlü olarak sermaye düzeninin karşısına dikilip “yeter” diyene kadar.