TOPLUM VE KALABALIK
Türk Dil Kurumu’na göre toplum ve kalabalık şöyle tanımlanmış:
Toplum; aynı toprak parçası üzerinde bir arada yaşayan ve temel çıkarlarını sağlamak için iş birliği yapan insanların tümü. Kalabalık; çok sayıda insan topluluğu.
Bir sosyolog; “Bireyselleşmiş toplumda toplum bir form değiştirmiş oluyor. Toplum bir kalabalık haline geliyor. 30 yıl öncesi ile günümüzü kıyasladığımızda toplum kelimesinin karşılığı olarak kalabalık demek daha mantıklı” diyor.
Yurttaş olarak hepimizi kapsayan ‘toplum’ halimiz ‘kalabalık’ olma haline dönüşüyor. Başka ülkede yaşıyor olup sadece dinlesem inanmazdım ülkemin durumuna. Bu kadar yoğun ve karmaşık hareketli bir toplumun varlığı dünyada yoktur sanırım. Akdenizliler hareketlidir, duygusaldır ama sadece biz değiliz ki Akdenizli. Bu farklı bir durum.
Toplum yapımızı, aile kurumumuzu düzenli hale getirme sözü ile oy toplayan ‘muhafazakâr’ iktidarlar sayesinde toplumdan kalabalığa dönüşüyoruz. Farkında mısınız? Bu da gösteriyor ki siyasi söylemlere değil siyasi eylemlere göre oy kullanmalıyız.
Egemen güçler hep aynıdır; kendine sadık yurttaşlar yaratmak isterler. Bu onların sınıfsal görevidir. Ülkemizde özellikle 1980 sonrası; kurucu iradenin oluşturmaya çalıştığı sosyal devletten neoliberal devlete dönüşme süreci toplumun dağıtılıp bireysel olmayı öne çıkaran yıllardır. AKP geçmişinden aldığı deney ve uluslararası destekle bu dönemin zirvesi oldu.
Toplum formatından kalabalık formatına geçişte kendi yaşamımız da değişti. Gençlerimiz okumadılarsa veya izlemedilerse bilmezler belki ama bizler her hangi bir haksızlıkta, toplum olma halimizle kendiliğimizden doğrudan yana taraf olabiliyorduk. Yönetenler toplumdan korkardı. Çünkü toplumun bireyleri arasında bir işbirliği, anlayış birliği vardır.
Bu değişime en büyük katkıyı elbette televizyonlar yapmıştır. Sabah akşam bizi anlatmayan ama bize dayatılan yaşamlar. Saraylarda, konaklarda yaşananların acıları, mafya çözümü ile ulaşılan sonuçlar gün boyu yorulan çalışanlara, evde zaman geçiren yurttaşlara ‘dinlenme’ gibi gelse de bireyciliği hayatımıza koymaktadır. Dizilerdeki hallere düşmediğimize şükreder durumdayız adeta. Ya o devasa sorunlar bizde olsa sorunu çözecek mafyamız, siyasi arkamız bile yok diyerek tevekküle sığınır haldeyiz.
İzlediğimiz mafya çatışmalarını haberlerde gördüğümüzde; dizi izlemiş gibi oluyoruz. Yasa dışı bahis oynayanların usulsüz para kazanmalarını duyduğumuzda “enayiler” diyoruz da o paraların bizim paramız olduğunu düşünemiyoruz. Toplumun aydınlarını öldüren katillerin suçları “bireysel” sayılıp kısa yıllarla ceza almalarını sorgulamıyoruz. Devamında düşündüğü için suç işledi diye gözaltına alınan aydınlar yıllarca haksız olarak hapiste tutulabiliyor ve şaşırmıyoruz.
Çürümenin binlerce göstergesi olsa da önce uygulanmayan, keyfe göre yorumlanan yasalar ilk göstergelerdir.
Hepimizin olan biteni film izler gibi izliyor oluşu kalabalığın artışının kanıtıdır. Biliyoruz ki; kötülüğe karşı toplumsal umursamazlık ya da sessizlik çürümedir.
İçeride hain, dışarıda düşman arayan egemen siyasi anlayış; tek ses olarak ülkede kaosu büyütüyor ve bu kaos ile bireyselleşen yurttaşı yönetiyor.
Çıkış yok mu?
Bugün bizi içine sürükleyen çürümenin nedenlerini bilerek doğru yerde durmak ve bunu eylemli hale getirerek insani duygularımızı örgütlemek, güçlü olduğumuzu göstermek toplumsal çürümüşlüğe dur demenin ilk adımıdır.
Muhalefetin görevi iktidara benzemek değil; iyi örnekler üretmektir. Muhalefet; iktidar olduğu yerellerde Eskişehir veya Tunceli türü olumlu örnekleri çoğaltabilse kitleleri kalabalıktan topluma gidişe dur diyecektir. Çürümeye katkı sunan ‘benzeme’, ‘daha iyi yapma’ söylemiyle muhalefet olunmaz. Değişim isteniyorsa bu sözle değil hareketle, duruşla, örneklerle ve direnişle yapılır.