KONUKLARINIZIN SESİ 364
Atatürk’ün ‘yaşayışını, bireysel davranışlarını ve bunlarla ilgili görüşlerini’de öğrenmek ve bunları sizlerle paylaşmak istedik.
Atatürk’ün çocukluğu da sakin, sorunsuz, huzurlu geçmemiş.
Atatürk’ün çocukluğunu, rüştiye ve idadideki okul yaşamını anlatan dört kaynağımız var: (1) 1922’de Ahmet Emin Yalman’a verdiği mülakat (özetledik). (2) 1923’den 1938’e kadar Atatürk’ün yanında bulunmuş, onun yaşadıklarını bizzat kendisinden dinlemiş ve hatta birçoğuna şahit olmuş Falih Rıfkı Atay’ın yazdığı, ‘Çankaya’ (alıntılar yaptık). (3) Atatürk’ün ilk çocukluk arkadaşı, 1937’de kendi ölümüne dek Atatürk’le beraber olmuş, Atatürk’e “Kemal” diye hitap eden tek kişi ‘Nuri Conker’in anıları’. (4) Atatürk’le Mekteb-i Harbiye-i Şahanenin ilk sınıfında tanışan, Atatürk’ün hayat hikâyesini bizzat kendisinden defalarca dinlemiş “Ali Fuat Cebesoy’un ‘Sınıf Arkadaşım Atatürk’ü”. Bunlara bazı ekler de yapacağız. Alıntılarımız;
“Günün birinde acı ve hüzün bastı Koca Kasım Paşa Sokağına. Ölüvermişti Mustafa’nın babası bağırsak vereminden.
Yedisindeydi henüz. Annesine, onyedi yıl beylik, kocalık eden, kokusunu kısacık soluyabildiği babası Ali Rıza Bey, uçup gidivermişti gökyüzüne.
Arkadaşları destek oldu Mustafa’ya, yaşları yettikçe derman olmaya çabaladı her biri. O gün ne çember çevrildi, ne misket yuvarlandı sokaklarda…
Derin yalnızlık günlerinin tek tesellisi, anası, iki yaşındaki Makbule, kırk günlük kardeşi Naciye, arkadaşları Fuat, Salih ve Nuri oldu o günden sonra.” (Atatürk ve Can yoldaşı Nuri Conker-2011-Sayfa 21).
“…İlkokulu Şemseddin Efendi’de tamamlayıp Askeri Rüştiye’ye de birlikte başladılar. Yaşları 12 idi.
…-Nuri! Fena çarpıyor yüreğim.
-Dur hele bir bak bakalım, bir konuş, niyetini söyleyiver. Belki gönlü yoktur kara gözlünün.
Oysa Mustafa abayı çoktan yakmıştı. Romantikti, duygularını kolayca dile getirebiliyordu. Nuri Conker ile yaptığı özel konuşmalar genellikle aşk üzerine, şiir üzerine, edebiyat üzerineydi.
…Onurunu, duygularına kalkan yapan-askeri ortaokul öğrencisi Mustafa Kemal, iri siyah gözlü, uzun kirpikli Müjgan’ın hatırasını içinde saklamayı daha uygun bulmuştu.” (Aynı anılar-Sayfa 24).
“… Ergenliklerinde, yaşıtlarından daha yakışıklı ve daha cana yakındılar; ayrıca bir o kadar özgüven, soğukkanlılık ve disiplinli mizaçlarıyla okudular Manastır’daki Askeri İdadi’de.” (sayfa 25)
…(Manastır İdadisi’nde) “Yeni arkadaşlar buldu. Bunların arasında Ömer Naci de vardı. Ömer Naci güzel konuşuyor, güzel yazıyordu. Mustafa Kemal der ki:
-Eğer kitabet hocamız Altay Emini Mehmet Asım Efendi imdadıma yetişmeseydi ben de şair olup çıkacaktım. Çünkü hevesim vardı. Asım Efendi bir gün beni çağırdı. Bak oğlum Mustafa dedi, şiiri filan bırak. Bu iş senin iyi bir asker olmana mani olur. Diğer hocalarınla da konuştum, onlar da benim gibi düşünüyorlar. Sen Naci’ye bakma, o hayalperest bir çocuk. İleride belki iyi bir şair ve hatip olabilir, fakat askerlik mesleğinde katiyen yükselemez.
…Mustafa Kemal, matematikte sınıfının en başarılı öğrencilerinden biriydi.
…Tarihe ve özellikle Türk tarihine merakı vardı.” (Sınıf Arkadaşım Atatürk-Sayfa 17).
Atatürk’ün Harp Okulu ve sonrasındaki yaşamı uzun bir süre savaşlarla geçmiş: Politik ve askeri. Karakterinin oluşumunda, çevresindeki aydınlara bakışında ve onlara karşı davranışında, halkı değerlendirişinde, hatta yaşamını planlamasında ve bireysel davranışlarında ana etken bu olmalı. Atatürk’ün özel yaşamı çok karmaşık. Onunla uzun bir süre birlikte olanların dönemindeki politik gelişime katılanların Atatürk’ün yaşamını değerlendirişi de çok değişik. Bazı alıntılarımız:
“1908 yılında bir kış akşamı.
Selanik
Beyaz kule karşısındaki askeri kulüpte bir grup subay konferans arasında sohbetteydi.
Mustafa Kemal kararlıydı:
-İnkılâbı ikmal etmek lâzımdır. Biz bunu yapabiliriz. Ben bunu yapacağım… Sicil defterinin binbaşıya kadar olanlarını muhafaza edeceğim. Üst tarafını yaktıracağım. Subaylardan biri itiraz etti:
-Nasıl olacak bu tasfiye işi.”
(Mustafa Kemal açıklıyor).
“Bir subay daha söze girip sordu:
-Ondan sonrası ne olacak?
Mustafa Kemal tereddüt etmeden cevapladı:
-Bundan sonra ne olacağını, yapacağımız inkılâp gösterecektir! Evet, inkılâp yapacağız. Bugüne kadar yapılan inkılâp kâfi sayılmaz. Fazlasını yapacağız. Memleketi binbir akılsızın eline ve keyfine bırakmam. Bu çok adamların yerine, birkaç kafayla iktifa edebilirim. Mesela Kazım’ı (Özalp) Harbiye nazırı yapacağım. Nuri Conker’i kumandan ve idare şefi yaparım. Fethi’yi (Okyar) inkılâpçı, Türkiye’nin mümessili sıfatıyla Avrupa’ya gönderirim…
Nuri Conker geleceği kucaklayan o sözlere ölçülü biçimde güldü… Mustafa Kemal kahkahasını bir türlü yenemeyen Nuri Conker’e sordu:
-Niçin gülüyorsun?
-Seni düşünüyorum da onun için. Bütün bu işler için sen ne olacaksın?
Kararlı bir biçimde yanıt verdi:
-Ben mi? Ben de sizleri o makamlara koyabilen olacağım.” (Nuri Conker’in anıları-Sayfa 36).
“ Anafartalar’a çıkmış ve çıkmakta olan büyük düşman kuvvetlerini nazarı dikkate almak ve ona göre umumi tedbirleri ittihaz ederek sevk ve idareyi tevhit ve temin etmek lazımdı. Bu sebeple erkânı harbiye reisinin (Liman Von Sanders) çare kalmadı mı? Sualine verdiğim cevapta bütün mevcut kuvvetlerin tahtı kumandama verilmesinden başka çare kalmadığını söyledim. Çok gelmez mi? Dedi. Az gelir! Dedim...” (Anafartalar Hatıraları-Mustafa Kemal Atatürk-Sayfa 57).
Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’in başkomutanlığı 5 Ağustos 1921 tarihli bir kanunla kararlaştırılıyor ve 31 Ekim 1921, 4 Şubat 1922, 6 Mayıs 1922’de uzatılıyor. Nutuk’tan alıntılıyalım. (Nutuk-1967-Sayfa 653).
“Her defasında muhaliflerin gûnagûn tenkidat ve târızatı vukubuldu. Bilhassa üçüncü temdidi mühimce bir vaka halinde oldu.
…Ordu, meclis reyini izhar ettiği dakikadan itibaren kumandasız kalmıştı. Bu dakikada ordu kumandasızdır. Eğer ben orduya kumanda etmekte devam ediyorsam gayri kanuni kumanda ediyorum. Mecliste tecelli eden reye göre derhal kumandadan keffiyet etmek isterdim ve başkumandanlığımın hitam bulduğunu hükümete iblağ ettim. Fakat gayrikabili telafi bir fenalığa meydan bırakmamak mecburiyeti karşısında bulundum. Düşman karşısında bulunan ordumuz başsız bırakılamazdı. Binaenaleyh bırakmadım, bırakamam ve bırakmayacağım.”
Kurtuluş Savaşı kazanılmış; Lozan Sulh Muahedesi’yle bağımsızlığımız uluslararası karara bağlanmış; Cumhuriyet ilan edilmiş. Atatürk huzura kavuşmuş mu? Hayır. Çünkü halkımız cahil ve güçsüz bırakılmış. Ayrıca Atatürk’ün sağlık sorunları süregelmiş, Atatürk sağlığına özen göstermemiş, gösterememiş. (Uykusuzluk, sigara, alkol, bazı bazı rahatsızlığına, hastalığına karşın eylemine devam etme zorunluluğu, …)
“Uykunun dostu değildi. Zaman zaman geçirdiği kısa hastalıkları hariç, sabah güneşini görmeden yatağına girmez ve uyumazdı… Muharebe sahalarında bulunduğu ve bilhassa bir muharebenin devamı sıralarında geceleri katiyen uyumazdı… Merhum Atatürk üç gün uyumadan, hatta yerini terk etmeden okur ve yazardı. Bu müddet zarfında gıdasını kahveden, portakal suyundan veya ayrandan alırdı…” (Atatürk’ün yaveri Cevat Abbas Gürer-2006-Sayfa 367 ve 387).
“...Gel yardım et bana Nuri. Kaçalım köşkten. Bizim ayrıldığımızdan bunların ruhu bile duymaz. Dönüşümüzde telaşlarını bir düşün! Ne diyecekler Şükrü Kaya’ya, ne diyecekler İsmet Paşa’ya…”
-Kemal, çok sigara içiyorsun, ayrıca alkol. Ömrünü kısaltıyorsun. (Atatürk’le üç yaşından beri birlikte olan Nuri Conker ona adıyla hitabeden tek arkadaşıydı.)
-Biliyorum Nuri, ama yapamadığımız, üstelik yapamayacağımız o denli çok iş var ki, kendimi sigara ve alkolle uyuşturmadıkça hiç uyuyamıyorum. O zaman daha önce ölürüm…” (Ben konuşmayı anımsıyorum ama kaynağını bulamadım.)
Sağlıcakla,