‘DEM’LİK (3)
Her yeni güne neredeyse yeni bir sorunla uyanıyoruz.
Esenyurt Belediyesi Başkanı Ahmet Özer’in apar topar gözaltına alınması, kayyım ataması, ülke siyasetinde gerginliğin artacağı yeni bir döneme işaret ediyor.
Nitekim evvelki gün de Mardin, Batman, Halfeti kayyım atamaları gerginliğin tırmandırılması yönünde bir ısrarın göstergesidir ve siyasal/toplumsal yeni gelişmelere yol açacaktır.
Çözüm bekleyen dağ gibi sorunlar ortadayken yeni gerginlik alanları yaratarak nasıl bir sonuca varılmak istendiği sorusuna gerek bıraktırmayacak kadar alenidir olan biten.
Gündem değiştirme amaçlı manevralar şeklinde bir okumanın artık kifayetsiz kaldığı apaçıktır. Ülke yönetiminde ciddi bir tıkanıklık söz konusudur ve gerçek sorunları perdelemenin mümkün gözükmediği bir dönemdeyiz.
Endişe verici bir sürece girildiği, kargaşaya sürüklenme tehlikesi ile karşı karşıya bir durum tablosudur son günlerde yaşananlar.
Ve öyle görünüyor ki, AKP ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmakta ısrarlıdır.
Diğer bir ifadeyle, iktidardan düşmeyi tasavvur dahi edemeyen AKP yönetici elitlerin her şeyi göze alacak kadar ileri giden siyasi hamlelerine tanık oluyoruz.
Daralan oy havuzuna çare gördüğü toplum kesitinden, DEM’in oy tabanından beklediği desteğin gelmediğini, Kürt kardeşlerine uzattığı elin havada kaldığını gören Erdoğan’ın yeni bir siyasi plan içinde hareket ettiği söylenebilir.
Dış güçlerin Türkiye üzerinde tehdit, beka sorunu temelindeki politikalarına/girişimlerine karşı iç cephenin tahkim edilmesi çağrısının muhalefet tarafından inandırıcı bulunmaması, itibar görmemesi yani Erdoğan’ın iktidarda kalma manevralarının suya düşmesinin yarattığı sonuçlardan bahsediyoruz.
Yaşanan siyasal/toplumsal gerginliğin büyüme ihtimali göz ardı edilmemelidir.
Halkın hakemliğine başvurmak, derhal seçim kaçınılmazlaşmıştır.
Mamafih sadece kayyım atamalarının yarattığı gerginlik temelinde de görülmemelidir derhal seçim ihtiyacı.
Çözümsüz addedilebilecek ekonomik sorunlar, otoriter yapıdaki ülke yönetimi, yeni rejimden, tek adam yönetiminden kaynaklı tıkanan siyaset, işlevsizleşen demokrasi, 22 yıllık AKP iktidarı ile bir artık yürünemeyeceğini göstermiyor mu?
İşte tam da bu sorunun cevabı için sandığa gitmekte fayda var çünkü ülkenin 2028’e kadar bekleme tahammülü kalmadığı yönünde kamuoyu oluştuğunu gözlemliyoruz.
Eğer adil/şeffaf bir seçim sonucunda halkın kararı mevcut iktidar ile devam etme yönünde çıkarsa muhalefete de yetersizliğinin nedenlerini kapsamlı araştırmak düşecektir.
Kayyım atamaları bağlamında Kürt sorunu tanımında gerçeği aramak…
Hemen belirtmek gerekirse: kayyım atamalarının hukuka uygunluğuna dair bir mülahazaya girmek, bu köşenin çerçevesini aşar. Ancak, suçlamalar kanıtlanana, yargı süreci tamamlanana kadar masumiyet karinesi geçerli kılınmalı, tutuklamalar, görevden almalar olmamalıdır.
Gerçi uygulamalar ortadayken bu bakış açısı temenniden öte bir anlam ifade etmese de, ülke siyasetinin normalleşmesinin yolunun hukuk devleti normlarına uymaktan geçtiğini de hatırlamakta yarar var.
Kürt sorunu kavramını bir terennümden çıkarmak, günümüz koşullarında bir tanımlamaya odaklanmak, bu yazı dizisinin ana temasıdır.
Yanı sıra konuya ilişkin güncel gelişmeleri de ele alıyoruz zira bahis konusu kavramın netlik kazanmasına yardımcıdır.
Ahmet Özer’in görevden alınmasının ana nedeni, terörle ilişkili görülmesidir.
Bu, elbette yargı kararı gerektiren bir husus…
Fakat Ahmet Özer’in konumuza ışık tutan yazılarından yararlanarak bir değerlendirme yapmak mümkün.
Bakın Ahmet Özer, “Türkiye Yenilenirken Kürt Sorununun Çözümünde Hangi Somut Adımlar Atılmalı?” başlıklı makalesinde Kürt sorununun altını hangi saik ve taleplerle dolduruyor (Sosyal Demokrat Dergi, 26 Kasım 2019, SODEV)…
Özer’in makalesinden alıntılarla adım adım yürüteceğiz, arada kendi değerlendirmelerimizi de analize katacağız.
Önce şu genel tarife bakalım…
//Kürt sorunu etnik, kültürel, tarihsel boyutları olan karmaşık bir sorundur. Ancak hukuk içinde kalınarak demokrasi ile çözülebilir. Nitekim son otuz yılda içerde ve dışarıda onlarca askeri operasyon yapılmış, olağanüstü hal ve sıkıyönetimler uygulanmış olmasına rağmen çözülememiştir. Bu da sorunun sadece askeri yöntem ve yaklaşımlarla çözülemeyeceğini gösteriyor.//
Sorunun hukuk içinde kalınarak demokrasi ile çözülebileceği saptaması yerindedir.
Fakat devamındaki cümle çelişki yaratmaktadır.
Şöyle ki; içeride ve dışarıda yıllardır süren askeri operasyonların, olağanüstü hal ve sıkıyönetimlerin çözüm olmadığı, sorunun sadece askeri yöntem ve yaklaşımlarla çözülemeyeceği tespiti, hukuk ve demokrasi eksenindeki çözüm önerisiyle bağdaşmamaktadır.
Çünkü ayrılıkçı bir terör örgütü taleplerini kabul ettirmek için Türkiye’ye silah doğrultmuştur. Ülkeye verdiği ekonomik zarar, yaşattığı acılar ortadadır.
Bu gerçeğe güncel gelişmeler ışığında değinirsek ilk söylememiz gereken: toptancı bir yaklaşımdan uzak durmak, ülkenin bütünlüğü/huzuru/refahı için terör örgütü ile milyonlarca Kürt kökenli vatandaşı aynı potada görmekten sakınmak gerektiğidir.
Türk-Kürt düşmanlığı yaratarak birlik beraberliği bozmak, toplumsal çatışma yaratmak ve nihayetinde ülkeyi bölmek için çaba içindeki emperyalistlerin güdümündeki terör örgütlerini aynı kefede görmek doğru değildir.
Nitekim ABD’nin Irak ve Suriye’deki copu PKK/PYD, Büyük Ortadoğu Projesi’nin silahlı ayağı değil midir? Irak’tan sonra Suriye’nin kuzeyinde PYD ile yaratılan özerk bölgeler, Büyük Kürdistan’a giden yolun işaret levhası değil de nedir?
Hiç kuşku yok ki İran ve Türkiye ile birlikte oluşacak bir harita söz konusudur ve bunu için de İran ve Türkiye’nin toprak bütünlüğü hedef tahtasındadır.
Bundan ABD’nin muradı ise sarihtir: küreselleşme safsatası adı altında ulus-devlet yapılarının çözülmesi, parçalara bölünmesi suretiyle ABD hegemonyasını bölgede devam ettirmek, güçlendirmek.
Evet, tüm kışkırtmalara rağmen toplumsal bir çatışmaya geçit verilmemişse, birlik ve beraberlik bozulmamışsa, Türkiye Cumhuriyetini benimsemiş vatandaşların kahir ekseriyette olmasındandır.
Türkiye’nin toplumsal/kolektif hafızası da yerli yerindedir.
Güney komşularımızda perişanlık, mülteci akını, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı için başvurular, Namık Kemal, Tevfik Fikret dönemi düşünce dünyasını çağrıştırmıyor mu?
Ahmet Özer, Kürt sorununun çözümünde iç içe geçmiş iki yöntemin aynı anda uygulamasını öneriyor: psikolojik ve somut (pratik) adımlar.
Çözüm süreci için önce niyet gerektiğini belirten Özer, niyet ötesine geçen adımların,
‘Çözüm Süreci’nin nasıl sonuçlandığını, 2015/2016 Sur, Cizre; Nusaybin merkezli
‘Hendek Operasyonları’nın nedenlerini ise görmezden geliyor.
Sorunun kavranmasında empatinin yani tarafların birbirini anlamasının önemini ise şöyle ifade ediyor Özer…
//Batıda yaşayan Türk kardeşlerimiz doğuda yaşayan Kürtlerin yıllardır çektiği acıları anlamaya çalışıp içselleştirmeye çalışırken; doğuda yaşayan Kürt vatandaşlar da batıda yaşayan Türk kardeşlerinin hassasiyetlerini bilecek ve ona göre davranacaktır. Ortada bir güven bunalımı ve her an kışkırtılmaya hazır güçlü önyargılar var.//
Burada da yanılıyor Özer çünkü gelinen noktada PKK’nın hedeflerinin farkında ve bir iç çatışmaya izin vermeyecek bir toplumsal dokunun varlığını göz ardı ediyor.
Şu söylenebilir tabii: terör sonucu yaşanan acılar birlikte yaşam alanlarında gerginlik yaratmaktadır; fakat bunun kaynağının bilincinde bir toplum yapısı da oluşmuştur.
Halkımız sapla samanı birbirinden ayıracak ferasete sahiptir.
Aslında Özer’in, ‘kardeşlerin’ birbirini anlamasının yararından söz ederken Kürt sorunu ambalajında sunulan ayrılıkçı hareketin emellerinin haklı görülmesini sağlayacak dinamiklerin batıda oluşmasının peşinde koştuğunu görüyoruz.
Bunun bir doktrinasyon (insanlara fikir ve inanç empoze etme) çalışması görülmesi yadırganmamalıdır.
Bu da Ahmet Özer’in bir Kürt entelijensiya mensubu kimliği ile hareket ettiği düşüncesine
yol verir ki, bunun da yadırganmaması lazım.
Ve…
Ahmet Özer’i Esenyurt’a belediye başkanı yapan dinamiklerin, CHP-DEM seçim ittifakının bir alt okumasıdır bu saptamalar.
İddiamızı destekleyen, ayrıntısına sonra gireceğimiz, hoppadanak CHP Edirne milletvekili yapılan Baran Yazgan da işte bu ‘empati’ stratejisinin bir ürünüdür.
Ahmet Özer’in düşünceleri üzerinden Kürt meselesinin tanımında gerçeği arama gayretimiz devam edecek.