CHP’nin emanetçi genel başkanı Özel Edirne’de hoş konuştu
Seçim propaganda süreci yine bildik zeminde ilerliyor.
Seçim ittifakları, koltuk pazarlıkları, halkla ilişkilere abanan popülist dil, imaj parlatma çabaları: siyasetin sadece kazanmaya dönük seçim yarışmasına/atışmasına indirgediğini gösteriyor.
İktidarın, “onu/bunu yaptık”; muhalefetin, “ama iyi yapamadın, israf/yolsuzluk var” türü laflarından, liderlerin birbirine laf yetiştirme sığlığından gına geldi artık.
Sanki ülkede yapılan yatırımlar vatandaşın ödediği vergilerden karşılanmıyormuş, devleti yöneten seçilmişlerin cebinden çıkıyormuş, onların inayetine bağlıymış gibi tavırlar, seçim meydanlarına püskürtülen pek iddialı sözler, siyaset kavramının içinin boşaltıldığını, siyasetsizliği gözler önüne seriyor. Elbette bilinçli yapılıyor.
Evet, siyaset bir sözcükten ibaret değildir.
Parti içi iktidar amaçlı ayak oyunları, alavere dalavere, güç devşirmek, siyasi parti üyeliğini koltuk/rant kapısı görmek, idare-i maslahatçılık, toplumun bir kesiminin değerlerini toplumun diğer kesimlerine dayatmak, siyaset değildir.
Siyaset, akıl, bilim, hukuk ekseninde demokratik, adil, hesap verebilir anayasal devlet yönetimidir. Ülke güvenliği, ekonomik kalkınma, halkın gönenci için seçilmişlerin özenle ve toplum yararına sürdürmeleri gereken çalışmalara siyaset denir.
Hiç kuşku yok ki, anayasal devlet yönetimi önemli bir zemindir. Halkoyuyla değişime de açıktır ama tarihten gelen birikimle anayasal devlet tanımının da bir çerçevesi vardır.
Hakların güvence altına alınması, kuvvetler ayrılığı ilkesi önemlidir mesela.
1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi, Madde 16’ya göre anayasa kavramının özü, devlet iktidarının hukukla sınırlandırılması ve bu suretle siyasal iktidarların keyfi yönetimlerinin önlenmesi düşüncesine dayanır.
Devlet iktidarının dizginlenmesi ve denetlenmesi temelinde ortaya çıkan anayasacılık;
İngiliz düşünür John Locke’un savunduğu ‘limited government/sınırlı devlet’ anlayışı, siyasal liberalizm düşüncesi ve buna bağlı ‘kuvvetler ayrılığı ilkesi, ‘sosyal sözleşme teorisi’ ile birlikte gelişmiştir.
Güçler ayrılığı, bağımsız yargı, özgürlük-otorite dengesi, çoğulcu toplum yapısı için gerekli demokratik kurumlar bir hukuk devletini tanımlar ki anayasal devlet aynı zamanda bir hukuk devletidir.
Kapsamı geniş bir alandır; giriş mahiyetinde ama özü veren bilgilerle yetinelim ve bir çıkarımda bulunalım: Ülke yönetim çapına/kalitesine kafa yorarken anayasal bir bakış açısını ihmal etmemek, siyaset-anayasa ilişkisini önemsemek, modern bir anayasal devlet gereğidir.
Peki, ülkede siyaset-anayasa ilişkisi nasıl?
Ülkemizde anayasa yapım/değişiklik sürecini kısaca ele alarak başlayalım.
Bugüne kadar 7 kez anayasa referandumu yapıldı.
İlki, 1960 darbesinden sonra Kurucu Meclis tarafından hazırlanan Anayasa için 9 Temmuz 1961’de yapılan.
İkincisi ise, 1980 darbesi sonrası 1982 Anayasa’sı için 7 Kasım 1982’deki referandum.
Üçüncüsü 1987’deki, 1982 Anayasası’nın geçici 4. Maddesi ile getirilen 10 ve 5 yıllık siyasi yasakların kalkıp kalkmamasına ilişkin 6 Eylül 1987 referandumudur.
Dördüncü anayasa referandumu, yerel seçimlerin 1 yıl önceye alınıp alınmamasına dair 25 Eylül 1988’de gerçekleşti. Yüzde 65 ‘hayır’, yüzde 35 ‘evet’ oyuyla 1982 Anayasası’nın 127. maddesi değişmedi ve 13 Kasım 1988’de öngörülen yerel seçim yapılmadı. Tek reddedilen anayasa değişikliği referandumudur.
Beşincisi, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ve anayasada bazı değişiklikleri kapsayan 21 Ekim 2007’deki halk oylamasıdır. Yüzde 69 ile kabul edilmiştir ama katılım oranı yüzde 67’dir.
Altıncı anayasa referandumu, 24 maddeyi kapsayan bir anayasa değişikliği paketiydi.
Yüzde 57.88 kabul oyuyla yürürlüğe girdi.
Şimdilik sonuncusu ise, 17 Nisan 2017’de gerçekleşti. Yürürlükteki parlamenter sistemin kaldırılarak başkanlık sistemine geçilmesi, başbakanlık makamının kaldırılması, TBMM’deki vekil sayısının 550’den 600’e çıkarılması, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun yapısında değişiklik kapsamındaydı. Yüzde 51.41 ile kabul edildi.
Rejim değişikliği tartışmalarını tetikleyen bir anayasa değişikliği olduğu hatırlanacaktır.
Görüldüğü gibi 7 anayasa değişikliğinin ilk ikisi askeri müdahaleler sonucu, sonraki iki
1982 darbe anayasasından kaynaklı seçim düzenlemelerine dair, diğerleri ise AKP’nin ülke yönetiminde kendi siyasi tasarruflarını referandumla hayata geçirdiği hamleler.
Örneğin, 2017’deki anayasa değişikliği ile Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) yapısı ile oynanması sonucu hukuk devleti normlarından uzaklaşıldığı iddiası.
Öyle anlaşılıyor ki, önümüzdeki yerel seçimden sonra yine bir anayasa referandumu var.
Numan Kurtulmuş, Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki yetki tartışmasına atıfla, “Yargı kurumları arasında güç mücadelesinin olmayacağı bir sistemi inşa etmeliyiz. Anayasal olarak her şeyin yerli yerine oturtulması, 'benim sözüm daha kuvvetli' yarışı içinde kimsenin olmaması lazım. Bu, hiçbir şekilde kimseye yarar sağlamaz. Anayasa'daki flu alanlar giderilmeli." açıklamasında bulundu. (NTV, 25.02.2024)
Peki, bu ihtiyaç neden hasıl oldu?
Anayasa Mahkemesi, Can Atalay’ın “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma”, “kişi hürriyeti ve güvenliği” ile “bireysel başvuruda bulunma” haklarının ihlal edildiğine karar vermişti.
//Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Can Atalay hakkında Anayasa Mahkemesince verilen “ikinci ihlal kararının hukuki değeri olmadığını”, bu bağlamda Anayasa’nın 153/6. Maddesi kapsamında uygulanabilecek bir kararın var olmadığını belirterek Anayasa Mahkemesi’nin kararına uyulmamasına karar verdi. Daire, söz konusu kararın “jüristokratik” bir davranış olduğunu bildirdi.// (Politik Yol, Ocak 2024)
Türkiye Barolar Birliği ise daha ilk “ihlal kararı” sonrası, 8.11.2023’te şu değerlendirmeyi yaptı: //Yargıtay 3. Ceza Dairesinin, Anayasa Mahkemesinin Ş. Can Atalay başvurusunda verdiği ihlal kararı üzerine bugün aldığı “uymama” ve Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunulması şeklindeki kararı Anayasal düzeni değiştirme teşebbüsüdür. Bugüne kadar her türlü darbe teşebbüsünün tereddütsüz karşısında yer alan Türkiye Barolar Birliği demokratik hukuk devletini korumak için üzerine düşen görevi yapmaktan asla çekinmeyecektir.//
Barolar Birliği’nin bu vahim saptamaları CHP’yi harekete geçirdi; Tandoğan meydanında “Anayasa’ya Saygı” mitingi yapılacağı duyuruldu.
Ancak, CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Pençe-Kilit Harekâtı bölgesinde dokuz askerin şehit olması nedeniyle 14 Ocak’ta öngörülen mitingin iptal edildiğini bildirdi.
Daha sonra gerçekleştirileceği duyurulan miting, herhalde 31 Mart sonrasına kaldı.
Geçtiğimiz Pazar Edirne’de konuşan Özel, daha önemli konulara değindi!
Özel, Hamdi Sedeefçi’nin adaylığına dikkat çekerek, “Onun adaylığı ile CHP’nin, Atatürkçülerin, Cumhuriyetçilerin, Mustafa Kemal’i seven Edirnelilerin oyu bölünecek, aradan Recep Tayyip Erdoğan’ın adayı çıkacak, Edirne’nin huzurunu bozacaklar. Atatürk’ün hatırasına saygısızlık edecekler ve Cumhuriyet Kenti Edirne’yi ele geçirdik diyecekler. Öyle yağma yok. Edirne’yi size teslim etmeyeceğiz.” dedi.
Anneannesi Selanik'te, dedesi Üsküp'te doğmuş, Balkan göçmeni Özel, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün emanetine Edirne ihanet etmez, etmedi, etmeyecek” sözleriyle CHP seçmenine coşkulu bir sorumluluk yükledi.
Recep Gürkan’a güzelleme yapmayı da ihmal etmedi.
//2011-2014 arası Recep Gürkan'la birlikte milletvekilliği yaptım. İnsanlığı, abiliği, koyu partililiği, Cumhuriyet değerlerine sıkı sıkı bağlılığı, partideki tecrübesiyle hepimize abilik yapan Recep Gürkan'ı 2014’te sizler Edirne'ye çağırdınız. Koştu geldi. 10 yıl boyunca hepimizin gurur duyacağı çok önemli işleri yaptı. Benim memleketim Manisa'da yapılanın onda bir fiyatına katı atık bertaraf tesisi yaptı, oradan elektrik üretti. Bütün Türkiye'ye örnek olan çok sayıda projesiyle, hizmetiyle hep bizim göğsümüzü kabarttı. Bu seçimler geldiğinde kendi isteğiyle görevi devredeceğini ancak bir tek şey istediğini söyledi. Başkanımızın, Recep Gürkan'ın isteğini kıramazdık. Onun isteği örgütümüzün isteğiydi. “Önseçim yapılsın” dedi. Önseçim yaptık...//
Tüm bu lafları eden Özel, Recep Gürkan’ın neden aday gösterilmediğini söyleyemedi.
Orası eksik kaldı.
Dahası, güzellemenin bile bir düzeyi olur. Bu kadar tutarsız, gerçeklerden uzak saptamalar sadece akla zarar değildir; Edirne seçmeni ile alay etmektir de.
Şükrü abisini de unutmadı Özel. Sevgili Abisine minnetlerini sundu, anlayışına teşekkür etti.
Fakat seçmen buluşmasında birlik beraberlik pozu neden veremediğini açıklayamadı.
Orası da eksik kaldı.
Herkesin TV ekranlarından aşina olduğu, vatandaşın zaten yaşadığı geçim sıkıntısını, boş tencere edebiyatını yüksek platformdan seçmenin üzerine boca ederek ‘hoş’ konuşmasını tamamladı CHP’nin emanetçi genel başkanı.
Gelin görün ki, Özel’in torba dolduran sözleri miting alanında pek duygusal bulundu.
“Duygunun olduğu yerde akıl aranmaz” dedi vatandaşın biri.
Siyaset, akıl, bilim, hukuk ekseninde demokratik, adil, hesap verebilir anayasal devlet yönetimidir. Ülke güvenliği, ekonomik kalkınma, halkın gönenci için seçilmişlerin özenle ve toplum yararına sürdürmeleri gereken çalışmalara siyaset denir.
Özgür Özel, gösteri, şov ve ajitasyon temelinde anlatılar ile iyi bir animatör olduğunu kanıtladı; ama ağzından düşürmediği Mustafa Kemal Atatürk’e layık bir CHP genel başkan sıfatını havada bırakarak Edirne’den ayrıldı.
Özel’e haksızlık etmek istemeyiz: Kılıçdaroğlu da Atatürk’e yaraşır genel başkan değildi.