KAOS

Geçen hafta “Vermeye Doyamamak” başlığı ile sessizliğe sürüklenen toplumumuzu anlatmaya çalışmıştım. Cehalet toplumunu aşmaya çalışırken; iyi tüketen cahiller sürüsüne dönüşmeye başlamamız olumlu değildir. Ki bölgemizde de bir kaos iklimi yaratılmışken bu tehlike ciddidir fikrine gelmiştim.

Dünyaya dair insan olmaktan doğan hayallerimiz vardır. Aynı ülkede yaşayanlar olarak da ortak yurttaşlık hayallerimiz olur. Bu ortak hayaller kentimize, mahallemize, sokağımıza ve en başta da ailemize dairdir. İnsanları bu ortak gelecek hayalinden kopardığında kaos olur.

Ortak hayalleri güçlendiren ise ortak geçmişimizdir. İnsanlık, değerlerini yenileyerek gelişmektedir. Toplumlar dünü eleştirerek geliştirir ve yeni ortak duygularla da geleceğe ortaklıklar üretir. Kaosu önleyen de bu ortak yaşam kültürüdür.

Sözlük anlamı olarak kaos; önceki biçimden ayrılma, uyumsuz ve karışık durum, kargaşa olarak tanımlanmaktadır. Bu konu bilim insanlarının konusudur. Ancak benim anladığım ve gördüğüm; toplumda bilinçli bir halde belirsizlik, düzensizlik yani kaos yaratılarak toplum yönlendiriliyor.

Kapitalizm kaos üretmektedir. Bu kaos elbette ülkeye ve topluma göre farklıdır ama amaçları aynıdır. Dünyaya egemen olmuş bu sistem toplumsal kaoslarla, krizlerle dünü unutturuyor ve gelecek kurguları üretiyor. Bizlerin de bu ortamlara uyum göstermemizi sağlıyor. Bunu yaparken de egemenliği altındaki tüm güçleri kullanıyor diyebilirim.

Coğrafyamızda Osmanlının son yüzyıllarında kaos egemendi. İmparatorluğun dağılması süreci sonrasında Cumhuriyet ile ortak geçmiş kabulünde ve geleceğe dair ortak hayallerle kaos aşıldı. Ortadoğu toplumları bugün sermayenin yarattığı kaostan olumsuz olarak etkileniyor. Bizim ise deneyimimiz var. İkinci Paylaşım Savaşında dünyadaki kaostan kendimizi kurtarabilmiştik. Ama bu deneyimi korkaklık olarak değerlendiren lafazanların peşinde giden idareciler bugün bile isteye kaosun içine girmişlerdir.

Bizler bu durumu sessizce izliyoruz. Kaosa sürüklendiğimizi ve geleceğimizin kurulduğunu da biliyoruz. Bu kaosa uyum sağlayıp sessiz kalmamız için içeride baskı ve yoksullaşma, dışarıda da savaş tehdidi dayatılmaktadır. Yüzde 20’lik bir kesim toplumsal gelirin yüzde ellisini alırken geride kalanlar iktidarın politikaları sayesinde yoksullukta buluşuyoruz. Yoksullaşma sonucunda tepkinin azaltılması için de hak olarak verilmeyenin sosyal denge olarak ulufe gibi bizlere verilmesi bizi biat edenleri arttırıyor.

Bu bir tercihtir. Maalesef yöneten sistem bunu örgütlü olarak uygularken,“halkın söz ve kararda ortak olduğu demokrasi” adı ile de meşru kılıyor. Ama bu demokrasi değil ‘defokrasi’dir. Yani kandıran, mış gibi olan demokrasi. Bu uygulamaları modern ötesi, postmodern diye sunan iktidar avenesi de postmodern değil “puştmodern” tanımına hizmet ediyor. Yani bile isteye toplumu kandıran ve bilimselliğe ihanet edenler sınıfı denebilir!

Uzun konulara bilimsel açıklamaları gerçek uzmanlardan okuyabiliriz. Satılık olmayan, bedel ödeyen nice aydınımız tükenmedi daha. Uğur Mumcu ve benzeri aydınlarımız tükenmeden kendimizi geliştirmek ve mücadeleyi sahiplenmek zorundayız.Çünkü bu bir insan olma davasıdır ve insanlık tarihi ile yaşıttır. Aşk ile sevmektir güzel olanı ve dövüşebilmektir o güzellik uğruna.

Şairin dediği gibi; “Aşksız ve paramparçaydı yaşam / bir inancın yüceliğinde buldum seni / bir kavganın güzelliğinde sevdim. / bitmedi daha sürüyor o kavga / ve sürecek / yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! (Adnan Yücel - Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek)

Geçmişte çıktığımız kaostan bugün yeniden;‘demokrasiyle güzelleşmiş cumhuriyet’ ile çıkabiliriz. Bu da kaosu anlamak ve çözümlerde buluşmakla olur. Öncelikli hedef; kendimizi, kentimizi, yerelimizi sevmek ve aşk ile katılmaktır ki demokrasimizi cumhuriyete ulaştıralım. Biliyoruz yerel yönetimler demokrasinin beşiğidir.