Hıdırlık Tabya ve dedem

Edirne’yi kuşbakışı gören Yıldırım semtinin tepelerinde, bir tümseğin eğimi içine yerleşmiş korunaklı bir yapı Hıdırlık Tabya! Burası bana hep dedemi hatırlatır.

Gönül UYANIKTIR yazdı...

Edirne'yi kuşbakışı gören Yıldırım semtinin tepelerinde, bir tümseğin eğimi içine yerleşmiş korunaklı bir yapı Hıdırlık Tabya! Burası bana hep dedemi hatırlatır. Ne zaman biri 'Giritli Mustafendi' adını ansa aklıma, babaannemin sözleri gelir. Büyük bir gururla söylerdi, “Deden Hıdırlık Tabya'nın son komutanıydı” diye…
Dedem; Girit'in üçüncü büyük şehri, Resmo doğumlu, Albay Mehmet Muharrem Efendi ve (muhtemelen) Kırım eşrafından Giray Hanım'ın oğulları, Ağır Topçu Yüzbaşı Muharrem Mustafa'dır… Beş oğlu ve bir kızı, üç de eşi vardı. İlk eşi Giritli Emeti Hanım'dan iki oğlu, Musullu Fatma Hayat hanımdan üç oğlu, Balkan göçmeni Fatma Hanım'dan da bir kızı… Emeti Hanımdan olan bir numaralı amcam Ahmet, askeri okulda kılıç kuşanmaya hazırlanırken ince hastalıktan vefat etmiş. Diğer amcalarım ve halamla uzun yıllara dayalı güzel anılarım var. Şu anda sadece en küçük amcam Osman Nuri hayatta, ailenin en büyüğü, direği!
Biz torunlar; Şeref, Şermin, Gönül, Gülay, Gülseven, Nazan, Canan, Mustafa Sinan ve Muharrem Cem, dedemizi duvardaki askeri üniforması içinde kaytan bıyıklı fotoğrafından tanıdık…


Babası, kucağında vefat ettiğinde; babam 12 yaşında bir çocuk… “Ömer, bana ablandan gelen mektubu oku” demiş. Babam ablasının yazdığı mektubu okurken, dedem bu dünyadaki yolculuğunu tamamlayıvermiş. Ortanca amcam Basri 9, küçük amcam Nuri ise 6 yaşında… Emeti hanımdan olan iki numaralı amcam Abdurrahman (Koçyiğit) İrfan yengemle yeni evlenmiş, halam, Hikmet (Denizmen) İstanbul'da Yıldırım kökenli bir subayla evli… Çocukluk işte, o zaman bu tür bilgilerin peşine düşmek aklımıza gelmezdi. Bildiğimiz kadarından fazlasını merak etmezdik. Bu tür soy sop meselelerini merak etmek için henüz yaşımız çok küçüktü.
Babaannem; “Deden Kut'ül Amare'den dönüşte beni Musul'dan kaçırıp Edirne'ye getirdi. Edirne'de bir eşi ve iki oğlu olduğunu öğrenince günlerce ağladım. İlk eşi Giritli Emeti hanım bu durumu kabullenmeyip evi terk etti. Varlıklı ve önemli bir ailenin kızıydı, çocuklarını alıp Yeniimaret'te başka bir eve taşındı. Yabancı bir diyarda dil bilmem iz bilmem, komşularım sayesinde ayakta kaldım, direndim. Yanımda getirdiğim mücevherlerimi bir komşuma emanet ettim, lazım oldukça alıp bozdurup harcadık. O zaman çok fakirlik vardı memlekette” diye anlatırdı geçmişi. Dedem'in Kut'ül Amare Savaşı'ndan kahramanlık madalyaları ile öğünürdü.


Yeniimaret'teki komşularımız dedemi anlata anlata bitiremezdi. Tabyadan çıkıp at üzerinde Yıldırım'dan Yeniimaret'teki eve gelirken genç Rum kızlarının sokağa dizildiğini, rahmetli İlyas Efendi'nin eşi Melek Hanım Teyze çok güzel anlatırdı. Bayramlarda ailece el öpmeye gittiğimizde Melek Hanım Teyze'nin dizinin dibine oturur dedemi anlatmasını beklerdim. Babaannem, eşinin çapkınlık maceralarından pek hoşlanmasa da yıllar önce göçüp gitmiş dedemin hatıralarıyla gözleri buğulanırdı.
Dedem dönemin ayrınlarından… Rumca, Arapça, Latince ve İngilizce ve Fransızca biliyor. Bulabildiği yerli yabancı tüm yayınları gazetelerini, takip ediyor, şiirler, hatıratlar yazıyor, hat ve resim yapıyor. Hat sanatında önemli bir isim! Edirne'deki birçok caminin yazılarını yeniliyor, silinenleri (Eski Cami) tazeliyor. Emeklilik sonrası İkinci Bayezid Camisinde gönüllü müezzinlik yapıyor. Mesleği gereği kulakları ağır derecede hasarlı. Savaşlarda, tatbikatlarda ağır topçu ateşlerinden kaynaklanan tahribat işitme duyusunu etkiliyor. 'Erken emekli olabilirsin' teklifini, “Ben hak etmediğim emekli maaşını alamam” diye reddediyor. Askere, subay üniformalarının çıkarılması emri geldiğinde de Edirne Erkek Sanat Okulu'nda öğretmenlik yapmaya başlıyor. Bu sırada üçüncü eşi Fatma Hanımla tanışıyor ve halam Hikmet (Denizmen) dünyaya geliyor.


Babaannem, eşinden bir darbe daha yiyor. İtirazlar, ağlamalar sonuç vermiyor, Musul'a geri dönmek istese de kaçıp geride bıraktığı ailesi ve ağabeylerinden korkup çaresiz durumu kabulleniyor. Dedem; deniz gözlü küçük kızı Hikmet'e çok düşkün! İlk eşinden olan iki oğlunun ardından üçüncü eşten de bir kızı oluyor. Bu arada babaannem peş peşe hamile kalmasına karşın sürekli düşük yapıyor. Bu duruma kuması Fatma hanım da (biz ona büyükanne derdik) çok üzülüyor. Sonunda babaannemi doktora götürmeye ikna ediyor. Dedemle kan uyuşmazlıkları olduğu anlaşılıyor ve tedavi görüyor… Hikmet halamın doğumundan yaklaşık on yıl sonra babaannemin yedinci hamileliğinden babam Ömer Lütfi, ardından da üçer yıl arayla Hasan Basri ve Osman Nuri dünyaya geliyor.
Büyükanne, İstanbul'da şu anda Türkiye'nin en tanınmış ve varlıklı ailelerinden birinin evinde baş aşçı. Kızını yanına alamadığı için halam Edirne'de babası, küçük kardeşleri ve 'anne' dediği babaannemle birlikte, erkek çocuk gibi büyüyor. At biniyor, Tunca'da yüzüyor, gerektiğinde kardeşlerini korumak için dövüşüyor. Mahallenin erkek çocukları bile ondan çekiniyor. Ama öte yandan da dünya güzeli bir genç kız ve tez vakitte evlenip İstanbul'a gidiyor.
“Bütün bunların Hıdırlık Tabya ile ne ilgisi var?” diye sorarsanız…!? Aslında sadece Hıdırlık Tabya ile değil, Aliş Paşa 1'nci çıkmaz sokak başındaki şimdi yerinde yeller esen iki kat ahşap ve geniş bahçeli evden söz edildiğinde, Eski Cami'nin yazılarında, Erkek Sanat Okulu'nun önünden geçerken, İkinci Bayezid Caminin avlusunda da geçmişin burnumda tüten tüm anlatımları ve anılarıyla tekrar tekrar selamlaşıyorum. (SÜRECEK)