Arap Halkları

ozdemirakbal@gmail.com - @ozdemirakbal

Uluslararası politikanın önemli tartışma konularından biridir; uluslararası toplum-uluslararası topluluk meselesi. Burada toplum ve topluluk arasındaki birleştirici kapasite tartışmanın asıl temelini oluşturmaktadır. Yani; uluslararası toplum derseniz sanki birbiri ile adeta bir milletmişçesine yakınlaşmış, ortak norm, hukuk ve değerleri olan insan topluluklarından bahsetmiş olursunuz. Topluluk ifadesi ise; ortak norm, hukuk ve değerler bağlamında daha gevşek yahut daha kısıtlı bir şekli ortaya koyuyor. Yani toplum kadar sıkı, iç içe bir yapı değil topluluk. Ben çalışmalarımda eğer kullanmak zorundaysam zira bu ifadeyi iki şekilde de kullanmamaya çalışırım; uluslararası topluluk ifadesini tercih ediyorum. Yani belli bir amaca matuf olarak belli bir kısıtlılıkla bir araya gelmiş devletleri.

Devletleri anmışken toplum-topluluk ikileminden hareketle bir de uluslararası politikanın bir başka tartışma alanına gelelim; iç politika seviyesi dış politika seviyesine hatta uluslararası politika seviyesine etki eder mi? Bu soru da bilmem nerenin halklarının zıpladığında başka bir bilmem nerenin halkları bu zelzeleden etkilenir mi diye avama beyan edilebilir. Bir başka deyişle falan yerin halklarının tepkileri yahut destekleri devletlerin dış politika yapım sürecini etkileyebilir mi? Bu soruya verilecek cevap halkların dış politika yapım seviyesine olan etkiden uluslararası toplum mu yoksa uluslararası topluluk mu sorusuna verilecek cevaba da önemli dayanak noktaları sağlayacaktır.

Gazze’ye İsrail’in gerçekleştirdiği insanlık dışı saldırıların ortaya çıkışıyla birlikte bu yukarıda andığım çerçevede bir söylem ortaya çıktı; Arap halklarının baskısıyla Arap devletleri sessiz kalamayacaktı, askeri operasyona zorlayacaktı.

Bu heyecanlı cümleler elbette sosyal medya ortamında müstehzi bir gülümseme ile okunacak ifadeler ancak bu cümleler eğer akademik kişiler tarafından ortaya konuyor ve bu ifadeleri ortaya koyanların ezici bir çoğunluğunun akademik çalışma alanı uluslararası politika olmuyorsa biraz düşünmek lazım.

Öyleyse düşünelim; 7 Ekim 2023’ü milat olarak alırsak bu gün itibarıyla İsrail’in saldırıların bir ayını geçmiş durumda. Bir başka deyişle en az 30 koca gün! Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in ifadesi ile Gazze artık devasa bir çocuk mezarlığı! Ne acı bir ifade! Peki “Arap Halkları” bu hususta ne yapıyor? Yani gerçekten halk hareketleri ile kendi devletlerini harekete geçirecek ve hatta askeri bir operasyona zorlayacak yapısı mevcut mu?

Geçen haftanın idari ve akademik yoğunluğundan yazamadım bu köşede ancak ondan önceki hafta Arap Yarımadasındaki devletlerin gerek Jared Kushner’in açıklamaları gerek de İsrail ile olan ilişkileri bağlamında neden sessizliğe boğulmak zorunda kaldığını ifade etmeye çalışmıştım. Peki bu devletlerin halkları nerede? Öncelikle uluslararası politika çalışmayan ama bu alanda sosyal medyada ifade paylaşma çabası sarf eden sayın meslektaşlarıma sonra da genel okur kitlesine şunu izah edeyim; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir Türk olarak burada olan millet bilincinin orada olduğunu zannetmeyiniz. Bizler yedi düvele kafa tutarak ve bir İstiklâl Harbi vererek devlet kurduk. Arap Yarımadasındaki devletler ise Britanya İmparatorluğu ile yaptıkları koruma anlaşması nihayete erdiği için ortalama olarak 1970’ler itibarıyla kendi iradelerinin Britanya geleneği ile yönetilmesi sonucunu ortaya çıkarmıştır.

Bu bölgede bulunan devletlerin rantiyer devlet kapasitesi toprakları içinde bulunan insanların önemli bir kesiminin yabancı iş gücü tarafından oluşturulmasına da sebep vermiştir. Örneğin Suudi Arabistan sınırları içinde bulunan nüfusun sadece 3’te 1’lik kısmının Suudi Arabistan vatandaşı olduğunu ifade etmek abartılı olmayacaktır. Buna ek olarak Suudi Arabistan’dan Katar’a kadar yönetici elitlerin Batılı mevkidaşları ile Batı devletleri sınırları içindeki “özel” toplantılarda yahut etkinliklerde gayet batılı bir giyim tarzını benimsediklerini, yerine göre kot pantolon yerine göre smokin giydiklerini görmek de mümkün. Örneğin Arap halkları bu duruma da pek fazla tepki göstermez. Zira Arap halkı diye geniş bir coğrafya içinde tanımlanmaya çalışılan yerine Arap Yarımadası halkları diye daha belirli bir alanı ortaya koyarsak; buradaki kişilerin de rantiyer devlet yapısı dolayısıyla petrol gelirinden doğrudan pay alan seçkinler olduğunu geri kalanların ise vekalet sistemi ile çalışan yabancı ucuz iş gücü olduğunu görmek mümkün olur.

Filistin meselesinin kuruluşu itibarıyla yani Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ-PLO) ve Yaser Arafat dönemiyle belirgin bir şekilde SSCB-Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) etkisi de dikkatten kaçırılmamalıdır. Bugün Rusya Federasyonu ve ÇHC’nin bu olaya dolaylı müdahalesi sürecinde bu etkiyi dikkatten kaçırırsanız ABD-Suudi Arabistan ve diğer Arap Yarımadası devletleri ilişkileri açısından açıklayamazsınız. Çin ve Suudi Arabistan’ın iki tane güneş enerjisi tesisi anlaşması dolayısıyla yeni dünya düzeninin kurulduğunun sanılması ile Arap halkları Gazze için devletlerini yönlendirecektir görüşü arasında analiz derinliği açısından da bir fark yoktur. Tüm bunlara ek olarak Arap halkları diye tanımlarken batıda Tunus’tan doğuda Irak’a kadar Arap halklarından bahsetmek mümkün de ortak bir hareketten bahsetmek mümkün mü onu da sosyal medyada coşmadan önce düşünmek gerekir.

Sonuç olarak; gölgesinde huzur bulduğumuz Al Bayrağımızın göndere çekilmesi de gönderde durması da yedi düvele kafa tutan Türk milletinin fedakârlıklarıyla gerçekleşmiştir. Bizlerin devlet yönetme kapasitesi de kolay bulunur bir özellik değildir. Millet bilincimiz de yarın vefatı nedeniyle anacağımız Halsakâgazi, Baş Komutan ve Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Başöğretmenliğinde oluşmuştur. Harita üzerinde bazı çizgiler görüyorsunuz diye bizim acı, kan ve fedakârlıkla elde ettiğimiz her hasletin başka coğrafi alanlarda da olduğunu düşünmeyiniz. Haftaya görüşmek dileğiyle memleketimin güzel insanları.